SUFİZMİN
SUFİZMİN: " BİZDEN OLMAYAN BİZİ ANLAYAMAZ" SÖZLERİ!..
" Ne ki onlar ( şükür yerine), kendilerine yardım ederler ümidiyle Allah'tan başka ilâhlar edindiler." ( Yâsîn sûresi, âyet 74 )
Maalesef, böylesi bir yapı, oluşum, kitlesel varlıklar dünyanın her yerinde oldukları gibi, bilhassa, ülkemizi tamamıyla karargah edinmişler, büyük şehirlerde veya bazı köylerde kendilerine gavs, kutup, aktap, mesih, mehdi verilen isimler, millet efradını korkutmakta, can alıcı noktalara temas ederek, vurgu yaparak nefes alamaz duruma getirmişlerdir.
Bu kitlelerin devlete bağlılıkları yoktur. Diyanet'i tanımazlar, resmiyeti küfür addedip, kendi amaçları doğrultusunda müridanı eğitmektedirler.
Oysa, Rasulullah ve sahabe-i kiram dönemine mes'eleyi taşıyacak olursak, böylesi ucube bir yapının olmadığı, tamamen mü'minlerin Kur'an çizgisinde ve aydınlığında yaşamlarını devam ettirdikleri bilinmektedir. Şu ayeti kerimeye dikkat çekmek istiyorum:
" Batıldan yüz çevirip yalnız Allah'a yöneldiğinizi ve O'ndan başkasına ilâhlık yakıştırmadığınızı ( isbat edin): Zira Allah'tan başkasına ilâhlık yakıştıran kimse, gökten düşerek un ufak olan ve saçılan parçalarını kuşların didikleyip kaptığı, ya da rüzgarın ıssız bir köşeye savurduğu nesneye benzer." ( Hac sûresi, âayet 31)
Bu tür bir çirkin yapıyla mücadeleye kendini adamış ilim adamımız sayın S. Merdin hoca efendi bakınız bu hususta neler söylemektedir?
" Tasavvuf erbabı, kendilerine yöneltilen eleşetirilere, " bizi anlamazsınız" zırhına bürünerek karşı koyarlar. Ya da apaçık sapıklık ve küfür olan sözleri için, " bu söylenen sözler, kimbilir hangi makamda söylenmiştir"derler. Hatta o zatları eleştirmek için onlar kadar büyük adam olmalısınız derler.
Bu kimseler, İbnül Arabi'yi red ve inkâr edenlerin, rüsum uleması, fıkıh bilginleri) olduğunu, oysa bunların İbnül Arabi'yi anlayamayacaklarını ileri sürerler. Zira onların farklı ıstılahları, ayrı lisanları varmış.
Tasavvuf terminolojisini bilmeyenlerin tasavvuf bahsinde söz ve salahiyet sahibi olmalarına imkân yokmuş" " Bu ilim ve hikmetleri anlamayanlar kendi istidatlarına kusur bulmalıdır."
Celaleddin Rumî, " biz Kur'an'ın özünü, ruhunu, içini ve cevherini aldık, posasını köpeklerin önüne attık" derken, " bizi herkes anlamaz" diyordu.
Said Nursi'ye göre de Risale-i Nur'a itiraz edilemez ( Sikke, 56) çünkü onlar Tanrısaladır. . Hatta risalelere " Kutub'u Azam" dan itiraz gelse yine de dikkate alınmaz! ( KastamonuL. 145) Çünkü Kutbu Azam (!) yanılabilir, Said Nursi yanılmaz!
Şüphesisz Celalettin Rumî, İbn-i Arabî, Said Nursî, tasavvuf epistemolojisi bağlamında gayet haklıdırlar. Bu iddialar tasavvufun temel âmentülerine gayet uygundur. Birileri, yazdığı şiirlerinin, risalelerinin , tevillerinin Allah tarafından kendisine vahyedildiğine, doğrudan Allah'tan geldiğini inanmışsa, kendileri bu işte yalnızca mütercim rolünde iseler, bunlara itiraz edilmesi söz konusu olamaz. Mütercimin bu işte bir kabahati olmayacağına göre, anlayamayanlar kabahati kendi nakıs akıllarında aramalıdırlar! " ( S. Merdin)
Nakıs akıllar!.. Yani, kendileri akıllı insanlar, bilenler, mes'eleye çözüm getirenler, her sorunu, her mes'eleyi bir çırpıda halleden insanlar, sair ilim adamları, ehl-i Kur'an, müfessirler, muhaddisler, fukaha, erbabı ilim nakıs akıllılar!.. (!)
Hakikaten, son devir uleması, Hamdi Yazır, Ahmed Hamdi Akseki, S. Ateş hoca, M. İslamoğlu, M. Okuyan, M. Görmez. A. Bardakoğlu gibi binlerce alimler, beni bağışlasınlar. onlar olmasaydı, bu millet evladları yollarını göremeyecekler, Kur'an'ı anlayamayacaklardı!..
Söz konus alimlerin, tüm arzuları millete hizmet, milleti Kur'an yolunda eğitmektir. Bakınız, günümüz dünyasında, yüzlerce tefsir kitabı çıkarılmış olmasına rağmen, hali hazır " Hak Dini, Kur'an Dili"nin emsali bir tefsir çıkmamıştır.
Değil müridan, şeyhlerinin zaten böylesi bir çalışmalarının olması, milleti veya kendi çaplarında müridanı bile aydınlatmaları mümkün olmamıştır.
Bunların maksadları, dünyalık devşirmek, ayet ve hadisleri kendi küçücük zihin dünyalarında yorumlayarak, kendilerine pay çıkarmaktır.
Halbu ki, çağımız, günümüz dünyası, sokaklarda sallapati tesbih sallayarak, uzun sakalların arasında fosur fosur sigara tüttürerek gezme, artistlik yapma zamanı değildir.
Alınların terlemesi, kalplerin Kur'an'la, Kur'anî ilimlerle dop dolu olmasıdır. . Öylesi, bir lokma bir hırka ile sokaklarda süs biberliği yapmak, inançları, saf beyinleri istismar etmek değildir.
Netice olarak;
Ne yazık ki, sufizm; ülkemizde gittikçe devleşme, devlet olma, devlete baş kaldırma noktasında kimi zamanlarda tehdit vari iddialarda bulunmaktadırlar.
Bunu Fetö belasında görmüş, yaşamış olduğumuz gibi, sair yapılarda da bunu müşahade etmemiz mümkündür. Holdingleşme, zengin olma eylemleri için her şey mubah görülmekte, kimi zamanlarda tasavvuf alet edilerek kardeş kavgaları, ayrılıklar, vuruşmalar, kırışmalar yer yer olmaktadır.
Örneğin, Üsküdar Müftüsü hoca efendinin katledilmesi, hunharca şehid edilmesi neyin nesidir? Kendi aralarında kıyasıya kavgaların olması, hatta mihrablarında bile bir birlerini yok etmeleri bu sözlerimizi teyid etmektedir.
Büyük Alim, İl Müftüsü, Başkanlık yardımcıısı hoca efendi Necati Tayyar Taş'ın evinin dinatilenmesini, kimin, kimlerin teşvik etmiş olduğunu yakinen bilen, tanıyan birisiyim. Neden ve niçin?
Çünkü Necati Tayyar Taş hoca, bu tür oluşumların köküne kibrit suyu dökmüş, menfaat çarklarının durmasına sebep olmuştu da onun içindir. Aynı, hoca efendi bu stresle, çalışmış. gözünü, daldan budaktan esirgemeyerek, bu tür batıl yapıların üstün üstüne gitmiştir. Makamı cennet olsun!..
Ve halen de; ülkemiz bunların cirit atma meydanları durumunda, bunlar kendi aralarında bile, iman-küfür arasında gidip gelerek menfaat için, gelir temini için, dünyalık için birbirlerine hücum etmektedirler!..
Rabbim!.. Bu millete akıl, basiret nasibi müyesser eylesin!".. Selam ve dua ile...
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın