ÖLÜLERİN 7, 40 VE 52 NCİ GÜN VE GECELERİNİ TERTİP ETMEK!..
" Sözlerin on doğrusu Allah'ın kitabıdır. Yolların en iyisi Muhammed'in yoludur. İşlerin en kötüsü ( dinde) sonradan uydurulanlardır. Ve her bid'at, dalalettir." ( İbn Hanbel, 111. 310)
" Onlar Allah'ın ( hidayet) nurunu üfürükleriyle söndürmek istiyorlar, Allah ise, nurunu tamamlamak dışındaki bir seçeneğe asla izin vermeyecektir; tabi ki inkâr edenler istemese de." ( Tevbe sûresi, âyet 32)
Mecazen " asılsız söz, kuru sıkı atış" anlamını da içerisinde taşıyan " üfürük" karşılığını, bi efvahihim ibaresinin mecazi çağrışmalarını da çeviriye kazandırmak için tercih ettik. Bir önceki âyet bu üfürmelerin putlaştırmasıyla ilgili olduğunu örnekleriyle vermektedir. ( Kur'an Meali)
Ne acı ki, bizim toplum kadar hurafeciliğe, mevlit okutmaya meraklı, ölen kimsenin ardından 7 nci gününü tertip etmek, kırkıncı gününü okutmak ve elli ikinci gün ve gecesinin yortusunu yapmak başka millet ortamında bulunmamaktadır.
Halbu ki, ölen bir Müslüman'ın usulüne göre yıkanıp kefenlenmesi ve cenaze namazının kılınarak defnedilmesi farzdır. Bunun ötesinde yukarıda belirtilen günlerde yapılan, gecelerde tertip edilen gün ve gecelerin yüce İslam'da ne yeri vardır, nede kaynağının aziz Kur'an'dan ve sanin hadislerden almamaktadır,
Bu itibarle, ölmüşlerin yedinci gününde, kırkıncı gününde ve elli ikisinde yapılan merasimler hurafeden ibaret, ölü sahibine eziyetten, masraf ettirmekten başka bir şey değildir.
Aslında, bu tür hurafi mes'eleler kürsülere, minberlere getirilmiş olsaydı daha muvafık olacak, Müslümanlar aziz Kur'an'dan kopmamış olacaklardı.
" Her bid'at da dalalettir." ( Müslim, Cuma, 43: Ebu Dâvûd, Sünnet , 6). Netice itibariyla bid'at; dinde yani Kur'an ve sünnette olmayan tatbikatlardır. Onun içindir ki, bir bid'atı uygulamak demek Rasulullah (sav) tarafından bizzat yaşanan, bizlere de örnek olarak sunulan dini hayatın, daha doğrusu Müslümanlığın ve İslam'ın dışına çıkmak demektir.
Çünkü her bid'at bir sünnetin yerine konulmakta ve o sünneti işlevsiz hâle getirmektedir. Ancak, şu gerçeği akıldan hiç bir zaman çıkarmamak gerekir. Şu gerçekte unutulmamalıdır ki, yapılan hayri hizmetlerin sevabı ölen kimselerin ruhlarına bağışlanmak üzere her zaman hayır hasenat yapılabileceği gibi çeşitli vesilelerle dua da edilebilir.
Hayırda yarışma!..
Çağın Müslümanları ve bilhassa milletimiz hayri konularda yarış yapma yerine yukarıda ifade edilen ölmüşün 7 si ile, 40 ile, 52 si ile iştigal etmektedir. Ve bundan da ölen için hayır, hasenat ve sevap beklenilmektedir.
Halbuki, ölü adına daha faydalı, daha sevaplı amellere yönelinmiş olunsaydı, daha makbul olacak, hem ölüler, hemde diriler bu yapılacak hayırlı eylemlerden ötürü sevap kazanacaktı. Ama, olmadı olmuyor, şimdilik olacağada benzemiyor. Bid'at ve hurafe ortamda cirit atmaya devam etmektedir.
Bu önemli vazife sevgili hocalarımıza düşmektedir. Ümid ediyorum ki, birgün denilecek ki, yeter artık, artık ölüye fayda vermeyen mevlidi de okumuyoruz. Yasin Suresini de, Tebareke suresini de...Bunun yerine, namazdan sonra cemaate dönmenin mahiyetini, ne olduğunu dobra dobra izah edeceklerdir.
" İyi de, Allah Rasulü sırtını kıbleye dönme pahasına cemaate yüzünü niçin dönerdi? Sırf tesbihat ve dua etmek için cemaate dönmenin makul bir açıklaması olabilir mi? Elbette olamaz. Allah Rasulü namazdan sonra cemaate konuşmak, onları dinlemek ve cevap vermek için dönerdi." ( Kur'anî Hayat Yazıları, M. İ.say. 38-39)
Diğer taraftan, cemaate dönmek, faydalı olmak, bilgi vermek amacıyla yapılmaktadır. Yoksa, dostlar bizi pazarda görsün, boyumuza, pozumuza baksınlar diye dönülmemektedir!.. Örneğin, hali hazır Kur'anî açıdan açıklanmayan bir cuma namazı bulunmaktadır. Çünkü,
" Cuma namazı, insanlık tarihinde eşi görülmemiş bir " yaygın eğitim" uygulamasıdır. Üyesini yüz milyonların oluşturduğu Muhammed ümmeti , 1400 yıılı aşkın bir zamandan beri yeryüzünün her yanında aynı gün ve aynı saatte eğitimden geçmektedir.
Üstelik bu eğitim bir yaşa değil her konuya el atılmaktadır. Cuma namazı, beş vakte ilave altıncı bir vakit değil, farz olan öğle namazının yerine ikame yine farz olan bir namazdır. Öğle namazı dört rekâttır, Cuma namazı da dört rekât olması gerekirken iki rekât olarak teşri kılınmıştır.
İşte burada İslam' eğitimi nasıl farz-ı ayn olarak düzenlediği hakikati gündeme gelmektedir. Zira Cuma namazı, asli ilk iki rekâtını insanlık tarihinin gördüğü en kapsamlı yaygın eğitim olan " hutbeye" vermiştir." ( a.g.e.say. 39)
Netice olarak;
Günün Müslümanları, zamanın din adamları, her şeyden önce hurafi mes'elelere kesin tavır almalı, korkmadan, ürkmeden cemaatlere mes'elenin çirkin yönü anlatılmalıdır.
Dobra dobra anlatılmalı ki, ne mevlid okuma serencamı yaşansın, nede ölmüşün yedisi, kırkı ve elli ikinci uydurması gündemi meşgul etsin. Bunun yerine, cari sadakalar, hayri mevzular ortama hakim olsun, insanlık, genç, ihtiyar, kadın kız kızan herkes İslam'ın alacağı dersi almış olsunlar..
" O'dur dinin tümünü kendisine bildirmek için Elçisi'ni doğru yol bilgisiyle ve hak din ile de gönderen, tabi şirke gömülüp gidenler hoşlanmasa da." ( ( Tevbe sûresi, âyet 33)
Rabbimiz!.. Milletimizi her türlü yanlıştan, harfi amellerden korusun!.. Selam ve dua ile...
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın