ÖLÜLERE YASİN OKUMAK SÜNNET MİDİR?..
" ( Kur'an), ataları uyarılmış , ( ancak gerçeklerden) habersizmiş gibi davranan bir toplumu uyarman için çok güçlü, çok merhametli ( Allah) tarafından indirilmiştir. "( Yâsîn sûresi, âyet 5-6)
" Biz ona ( Peygamber'e) şiir öğretmedik. Zaten ona gerekmez de. O(nun söyledikleri ), sağ olanları uyarsın ve kâfirlere de (azap) sözü gerçekleşsin diye sadece ( gerçeğin) hatırlatması ve apaçık bir Kur'an'dır." ( Yâsîn sûresi, âyet 69-70)
Ayetler hakkında kısa bir yorum:
" Bu iki ayet, Kur'an'ın ve elbette Yâsîn'in dirilere, diri kalmak isteyenlere okunması gerektiğinin apaçık delilidiir. Kur'an'ın bir ismi de ruh olduğu için, onun gönderiliş amacı ve hedefi, canlılığı hayata dönüştürmesidir.
Kur'an hayat kitabı olması nedeniyle hayatta olanlara okunmalıdır. Hayata okunan Kur'an hayata okunması ve hayatı ilmek ilmek dokuması istenen kitaptır. Hazreti Muhammed'in hadislerinde Yasin'in " ölülere kıraat edilmesi"ndeki kıraattan maksat ; okunan metnin anlaşılarak okunmasıdır.
" Ölüler" ifadesinden kastedilen ise inkar ve inanç bozukluklarıyla ruhunu ölüme terk eden kişilerdir. Ruhunu manen ölüme terk edenler bir adı da rûh olan Kur'an ile dirileceklerini bilmelidir; onun hayattakileri uyarmasının da bundan başka, anlamı olması gerektir. Manevi olarak ölü olan ve vahiy ile diriltilen insanla ilgili benzer mesajları ortadadır." ( Kur'an Meali)
Yaşamış olduğumuz hayatta müşahade etmekteyiz ki, girin toplumun içerisine manen ruhları ölmüş, cesetleri , yürüyen bedenleri görünüz. Geziyorlar, yürüyorlar, yiyorlar, içiyorlar, zevcei mukarenette de bulunuyorlar, ama, gelin görün ki, düşünce mekanizmeleri ölüdür, ruhları pörsümüş durumdadır.
İşte, böyle insanların ölülerle bir farkları yoktur. Yasin okuncaksa, bunların dirilmelerine sebep olacaksa bunlara okunmalıdır. Yoksa, mes'elenin inkar yönünü tercih etmişler ise, bunlara okumanın, hatim bile indirmenin bir faydası olmayacaktır. Şu ayeti kerime mealine dikkat çekmek istiyorum:
" ( Manen) ölüyken ( vahiy ile) dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir nûr ( ışık) verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkamayacak durumdaki kimse gibi olur mu? İşte yaptıkları şeyler kâfirlere böyle süslü gösterilmiştir." ( En'âm sûresi, âyet 122)
" İşte Ramazan, bize bir geceyi bir ömür kadar bereketli yapmanın formülünü sunan ilâhi bir imkândır. Ramazan bize dağılmışlığımızı toplamak için gelir. Başta kendimizi toplamayı öğretir. Aklımızı, duygu ve düşünce dünyamızı, ruh ve hatta bedenimizi toplamayı öğretir.
Ramazan bize parçamızı bütünlemek için gelir. Parçaladığımız hakikatin hakikat olmaktan çıktığını öğretir. Mukayyet zamanı mutlak zamana dikmemiz için elimize bir gök iğnesi tutuşturur. Nasıl ki namaz dünya astarını âhiret atlasına günün beş yerinden dikme talimiyse, oruç da bunun yıllık talimidir.
Ramazan bize unuttuklarımızı hatırlatmak için gelir. Başta kendimizi unuturuz. Ramazanın en çok hatırlattığı da kendimizdir. En büyük amacı ise " şahit olan ben" idraki inşa etmektir.
Şahit olan ben, şehadet kelimesini sadece diliyle okumaz, varlığıyla okur. Sadece okumakla kalmaz, Kelime-i şehadet onun varlığında okunur. O artık hem okuyan , hem okunandır. Hem şahit olan, hem şahit olunandır.
Kendisi bu mübarek kelimenin yazılı olduğu fiili ve aktif bir levha olur. İşte o zaman her bir hücresi şu gerçeği haykırır: Biz bu cihana sahip olmak için değil, şahit olmak için geldik.
Ramazan bize kaybettiklerimizi buldurmak için gelir. En çok kaybettiğimiz de kendi benliğimizdir. Sahi, kendini kaybeden neyi kazanır ki? " Ben" demeyi hak edecek bir ben idrakine ulaşmayanın " benim" demesi ne kadar da gülünçtür. Böyle birinin " benim" dediği hiçbir şey gerçekte kendinin değildir. O yoktur ki, onun olsun.
İşte onun için hakikât şudur: Oruç bizi tutar. Oysa biz, orucu tuttuğumuzu sanırız. Bir yere kadar doğrudur. Zira orucu gerçekten tutanları oruç da tutar. Dik tutar, diri tutar, kendinde ve agâh tutar. Ve işte tam bu nedenle: Oruç tutmak kendini tutmaktır. " Ramazanınız mübarek olsun" demeyeceğim. O zaten öyledir. Ramazan bizi mübarek kılsın." ( Kelimeler, say. 81, M. İslamoğlu)
Netice olarak;
Hakikaten, yukarıdan beri anlatıldığı gibi, oruç, bize muhtaç değil, bizler oruca muhtacız. Çünkü, o bizi tutmalı ki, gıybet, yalan, hile, dolan, sair günahlar bitmiş olsun..
Yoksa, " Ölülere Yasin" okumuş olduğumuz gibi oruçta, bizim eğri büğrü yollarda salınmamıza muhtaç değildir. Öyle bir bilinçle oruç tutmalıyız ki, ölümüz, yasin okumalara muhtaç olmasın. Çünkü, okunanYasini bilmeyen ölü, ne anlar onun okunmasından, kıraatından, sayfa . çevrilmesinden, iniltili sesler çıkarmamızdan.
Bu olsa olsa bizi kandırmak, oyalanmak, kendimizi tatmin etmek olur. Kendimizi tatmin etmekle ölmüşün ne ilgisi, ne alakası olabilir ki? Zaten, ölmüş insan daha dünyada yaşar iken Kur'an'la hem dem olmuş ise, bizim sonradan Yasin okumamıza bir muhtaçlığı bulunmamaktadır.
Bizim sonradan mevlid merasimi tertip etmemize de muhtaç değildir. Bunlar, " el gördülük" uydurma proğramlardır. Diri olanların kalplerinin tatmin olması, " ölümüze şunu yaptık, bunu yaptık" demelerinden ibarettir.
Açınız Yasin'i, ölüye ait bir şey bulmanız mümkün değildir. Tamamen dünya hayatı ile ilgili hususlardır. Güneşten, aydan bahsedilmesidir. Tevhiddir, vahdettir, yeniden diriliştir, mahşere yürümektir.
Rabbimiz!.. Aziz milletimize Kur'anî aşk ve şevk lütfetsin. Mezarlıklardan kurtarsın. Dirilere, hayat bahşetmiş ettirsin !.. Selam ve dua ile...
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın