O ( ALLAH) AKILLARINI KULLANMAYANLARI MURDAR (İNKARCI) KILAR!
" Hem Allah'ın ( akıl ve irade vermek) sûretiyle gerçekleşen) izni olmasaydı, hiçbir insan imana eremezdi! Ve O aklını kullanmayanları pisliğe mahkûm eder!" ( Yûnus sûresi, âyet 100)
Ne hazindir ki, ümmet olarak, millet olarak aklımızı gereğince çalıştırmıyor, İslam'ı ileri taşıyamıyor, ileri götüremiyoruz. Hep bir noktada adımlıyor, bulunduğumuz noktayı bir mil ileri götüreemiyoruz!. Neden acaba?
Dolayısıyla, " Kokuşmuş ve çürümüş bir hayatı yaşamaya. Veya: " onur kırıcı iğrenç musibetlere." ( Rics'in" pislik" anlamı için 7/71 , ayrıca 6/125 ayetin son cümlesine dayanmaktadır.
Aklını kullanmamak, tüm sapmaların çıkış noktası olarak gösteriliyor. Vahyin amacı insana aklını doğru kullanmayı öğretmektir. Yani, insanın kendini pisliğe mahkûm etmesine mani olmaktır.
İç dünyasını vahye inşa ettirenler, değdiği her şeyi önüne katıp sürükleyen bir sel gibi gürül gürül akan duyguların ve güdülerin dünyasına teslim olurlar. Akıl kalbin duygu selini kontrol altına almak için verilmiştir.
Bu yüzden akıl kalbin bağı hükmündedir. Kalbine ferman dinletemeyen kimse, bir müddet sonra eline, ayağına gözüne, kulağına, diline, dudağına da sahip olmamaya başlar. Nihayet kendine sahip olamaz hale gelir ve kendini kaybeder. Can alııcı soru şudur: Kendini kaybeden neyi kazanabilir?" ( Kur'an Meali)
" ( Hûd) dedi ki: " Rabbinizden ( bir ceza olarak) üstünüze çökmüş bir ( ahlâkî) kokuşmuşluğun ve tarifsiz bir gazabın içindesiniz zaten. Şimdi, Allah'ın haklarında hiç bir delil indirmediği, yalnızca sizin ve atalarınızın yücelttiği isimler hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? O hâlde bekleyin, gerçek şu ki ben de sizinle birlikte bekleyeceğim!" ( A'râf sûresi, âyet 71)
" Allah kimi doğru yola ulaştırmak isterse, onun kalbini teslimiyet için genişletir; kimin de sapmasına izin verirse, onun kalbini de daraltıp sıkıştırır. İşte böylece Allah, inanmamakta direnen kimseleri dehşetli bir ıstıraba sürükler. " ( En'âm sûresi, âayet 125 )
Hakikaten, yukarı satırlarda da arzetmiş olduğum gibi, perişanız, zeliliz, payimal haldeyiz. Ümmet olarak zillet içindeyiz, millet olarak içinde bulunduğumuz çirkin kabuğu yırtamıyoruz. Gerilik, aklı kullanmama hastalığı bizi mahvı perişan etmektedir.
Sair din mensupları, milletler, uluslar ayda, gökte cevelan ederken, kalkınmış iken, göklere yükselen fabrikalarla haşir neşir olmuş iken, bizler niçin ümmet olarak hastalıklı bir beden haline gelmiş olduk? Hastalığımız içinden çıkılmayacak, tedavisi mümkün olmayan bir marazdır, hastalıktır!..
Bu sözlerimizin açık açık delili, Akdenizin sularında boğulmamız kifayet etmiyor mu? Masum masum bebeler, ülkesinden kaçan, kaçmakta olan kadınlar, kızlar, gençler ve vatanlarını terkeden biçare insarlar!..
" Ve ( aynı) dünyada birbirine komşu ( fakat bitki örtüsü ve doğal zenginlik açısından birbirinden farklı) kara parçaları, asma bahçeleri, ekinler ve aynı kökten ( çıktığı halde) tek gövde üzerinde yükselen hurma ağaçları... ( Hepsi de) aynı suyla sulanırlar, fakat Biz onların her birine farklı bir lezzet vermişizdir." ( Ra'd sûresi, âyet 4)
" Bu, insanlık için bir mesajdır. Artık onunla uyarılsınlar ve bilsinler ki biricik ilâh O'dur. Nihayet derin kavrayış sahibi olanlar, bunu hatırdan çıkarmasınlar!" ( İbrahim sûresi, âyet 52)
Bu ayetten anlıyoruz ki, hangi millet, din adına, Tevhid düşüncesi adına aklını kullanmış, aklını çalııştırmış ise, başarı elde etmişler, hak yoluunda yürümeye, mutlu şekiilde yaşamaya devam etmişlerdir.
Kimiler de, hak yolundan sapmış, hakkaniyeti bırakmış, akılnı kullanmamış ise, perişan olmuş, zillet ve gıllet yolunu tercih etmiş demektir. Aklını kullananlar, medeniyet yolunda yürümüşler, mutlu şekilde varlıklarını izhar etmişlerdir.
Aklını kullanmayanlarda , biçare, miskin, rezil, zelil bir şekilde hayat yolunda kör topal yürümeye çıkmışlar demektir. Tabii ki, hayat, kör topal yürümeyi kabul etmediği için, bu şekil yaşayanları rezalet, kötülük, düşkünlük beklemiştir. Şu ayeti kerimeye nazar edelim:
" Siz de beslenin, hayvanlarınızı da besleyin. Şüphesiz bütün bunlarda, sahibini kötülükten koruyan bir AKLA sahip olanlar için alınacak dersler vardır." ( Tâhâ sûresi, âyet 54)
Netice olarak;
Yukarıdan beri arzetmeyle çalıştığımız husus, insanın aklını kullanması, akıllı yön ve yöntem üzere çalışmasıdır. Bu şekil çalışmış, sa'yü gayret gösterir se ki, Allah bunu istemektedir. İşte, o zaman hem akıllı çalışanlar rahat edecek, hem de sair insanlar, canlılar mutlu yaşayacaklardır. Şu ayetii kerime de belirtildiği gibi:
" Onları salât'a çağırdığınız zaman, onu hafife alırlar ve oyun ederler. Bu onların kafalarını kullanmayan bir topluluk olduğunu göstermektedir." ( Mâide sûuresi, âyet 58 )
Ayette zikredilen, Kur'an namaz çağrısının müslüman olmayanları da kapsadığını mı söylüyor? Evet dersek, bu namazın müstesna konumuna ve kişinin dinini belirleyecek " sütun" işlevine vurgu olur. Fakat böyle bir anlama müslüman olmayanı namazla mükellef kılma anlamına gelir ki, bu sorunludur.
Hayır dersek, o zaman buradaki salât'ın " namaz" dışında bir anlama geldiğini kabul etmemiz gerekecektir. Öyle görünüyor ki , buradaki salât en genel anlamıyla " Allah'a destek ve kulluk" anlamına gelmektedir.
Son sözler olarak, şu hususu arzetmek istiyorum: Müslümanın akıllı, aklî hareket ederek, hem dünyasını mamur etmesi, hemde ahiretini kurtarması bir kulluk görevidir. Rabbimiz!.. Müslümanları, akıllı eylesin, aklıllarını kullanmayı nasibi müyesser eylesin!.. Amin!.. Selam ve dua ile...
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın