Nifak İmanı Ciddiye Almamaktır
" İki yüzlüler sana geldiklerinde, " Biz şehadet ederiz ki sen kesinlikle Allah'ın Rasulu'sün" derler. Allah da biliyor ki, gerçekten de sen O'nun Rasulü'sün; ve Allah şahadet eder ki, iki yüzlüler kesinlikle yalancıdırlar. Onlar yeminlerinin arkasına saklandılar; bu yolla Allah yolundan saptırdılar. Elbet yaptıkları şey pek fenadır." ( Münâfikûn sûresi, ayet 1-2)
Sûrenin iniş sebebi:
" Mustalikoğulları seferinde Ensar'dan biriyle muhacirlerder biri arasında su sırası yüzünden kavga çıkar. Münafık elebaşı Abdullah b. Ubey b. Selul bu kavgayı çirkin emellerine alet etmek için istismar ederek Ensar tarafını tutar.
Muhacirlerden rahnatsızlığını ifade eder ve Medine'ye döndüklerinde " şereflinin şerefsizi süreceğini" söyler. Durum Hz. Peygamber'e haber verilince, onu çağırtarak sözün aslını kendisinden sorar. Fakat kendisi inkâr eder. Vahiy yalanını ortaya çıkarınca Rasulullah'tan özür dilemesi teklif edilir, fakat o buna yanaşmaz. ( İbn Kesir)
Nifak, imanı ciddiye almama, " iman ahlâkından" mahrum olma olayıdır. Bu vasfıyla münafıklık , bir akide problemi olmaktan daha çok bir ahlâk problemidir. En temelinde çarpık bir Allah tasavvuru ve ahirete inanmama veya inanamama yatar.
Kur'an insanları inanç açısından üçe ayırır: Mü'min, kâfir, münafık. Münafık dışıyla mü'mine, içiyle kâfire benzer. Dışının mü'minlere benziyor olması onu mü'min yapmaya yetmez, ama nifakı onu kâfirden de daha şedit yapmaya yeter." ( Kur'an sûr. kimliği, M. İslamoğlu, sayfa 407-408)
Ne acı ki, nifak ehlini, yani münafıkları tanıyamıyoruz. Dün tanınmamış, bu günde tanınmamaktadırlar. Dine inanan, Allah'ı birleyen, Rasule şehadet eder, Kur'anî emirleri yaşar gibi görünselerde, İslam'a, İslamî emirlere karşı içlerindeki kin, öfke ve gayzın zaman zaman dışarı vurmasından onları tanıyoruz ve tavır alıyoruz.
Ehl-i nifak, bir kere tarihe, maneviyata, mukaddesata, Kur'anî emirlere baştan sona kadar düşman olup, böylesi mübarek, mualla mefhumların yayılmasını, ortam bulmasını kabul edemezler.
Ehl-i nifak, bir yönüyle çalışma yapmazlar!.. Onların, kendilerine has televizyonları, gazeteleri, dergileri, tiyatroları, reklamları aracılığıyla bütün hınzırlıklarını sergiler, kinlerini, kusmuklarını, tüm mülevvesliklerini İslam'ın ve Müslümanların üzerlerine kusarlar. Büyük Âkif, bütün gücüyle bunlara şöyle seslenmektedir:
" Nedir bu tefrika yahu! Utanmıyor musunuz? Geçen fecayie hâlâ inanmıyor musunuz? Gömülmek istemeyenler boyunca hüsrana; NİFAKı gömmeli artık mezar-ı nisyana. Unuttunuz mu ne korkunç, edepsiz olduğunu? Eşip de geçmişi hortlatmayın şu mel'unu." ( Âkif) Elbette ki, bu aziz millet, topla, tüfekle, uçakla, mitralyözle, envai çeşit mühimmatla yıkılmamış, ama gelin görün ki, tefrika, ile, hizip ile, kargaşa ile, münafıklık ile, millet bünyesinde sağ-sol, mezhep, tarikat, Feto, Mehdi, Mesih, Deccal kavgasıyla zayıflatılmış, hala da bu tür çirkin, ahlaksızca menfi çalışmalar hız kesmeden devam ettirilmektedir.
" Kaç yurda veda etmedik artık bu uğurda? Elverdi gidenler; acıyın eldeki yurda!" ( Âkif)
Üzülerek, teessürle ifade etmeliyim ki, bu millet, tefrika, ile, nifak ile, dirliği, birliği bozmasından mütevellit, kos koca bir imaparatorluğa veda etmiş, kendisi veda ettiği gibi olmamış, o topraklar üzerinde kalan Müslümanlarda o gün, bu gün sefilleri, çirkin bir ızdırabı taa sinelerine, belleklerine varıncaya kadar yaşamaktadırlar.
Suriye Müslümanları mağdur, Irak Müslamnları mazlum, Afgan birlikten mahrum, Libya'da; katil, vampir Hafter yabancıların tuzaklarına düşmüş, Müslüman katletmekle meşgul, Suudi desen hakeza, Yemen desen içler acısıdır!..
Onun içindir ki, elde, avuçta bir Türkiye ülkesiyle milletiyle ayakta durmaktadır. Türkiye'yi de, gerek içten ve gerekse dıştan parçalamak, parçalara bölmek için hasımları tüm hünerlerini, maharetlerini icra etmektedirler.
Ülkemizde; mezhepçi görüntüler son günlerde dozajını yükseltmiş, ölen insanların hatıralarını bile, ruhlarını bile, mezhep adına saz ile, söz ile perişan etmektedirler.
Batı ülkelerinde, Sovyetlerde bile böylesi çirkin görüntüler bulunmamaktadır. Ölen kimseye karşı saygı, edep, dua içerikli icraatlarla ölüler ya defnedilmekte, ya da yakılmaktadır. O halde bize ne oluyor ki, tarihte misli görülmemiş yortular icad ediyor, ölmüşe hakaret olsun kabilinden, tabutunun başı ucunda, "tın tın" diyerek saz çalıyoruz?
"Sen! Ben desin efrat, aradan vahdeti kaldır, Milletler için işte kıyamet o zamandır. Mazilere in, mahşer-i edvârı gez; Kanun-u ilâhî göreceksin ki değişmez." (Âkif)
Netice olarak;
Türkiyeli Müslümanlara nifak, tefrika, münafıklık mevzuunda büyük görevler düşmektedir. Bir kere, dostunu, düşmanını tanıması, bilmesi ve ona göre mü'mince tavır almasıdır.
Çünkü, din kardeşliğimiz tehlikededir. Kardeşliğimiz dümura uğratılmak, aramıza nifak, kargaşa tohumları ekilmek istenmektedir. Bizi millet yapan, milli kültürümüz, asil tarihimiz, İslam medeniyetimiz, milletimizin bin yıllık veya daha fazla devlet bilinci yok edilmek istenmektedir.
Millet bünyesindeki yabancı fikirler, komünizan düşünceler ve her türlü nifak alametleri, geçmiş dönemlerde olduğu gibi, öğrencileri, gençleri, ordumuzu sokağa dökerek darbe yaptırıyor, sonrasında ise, bir hiç uğruna ülkenin Başbakanını bile dar ağacına sürükleyebiliyordu.
Oysa, şimdilerde ehl-i nifakın önü kesilmiş, imkanları elinden alınmış. yapacağı, yapmak istediği her türlü münafıklık önlenmiş durumdadır.
Ehl-i nifak; ülkemiz içerisinde başka metodlar denemektedir. Ayasofya camiini başka mecralara şikayet, " Hak, hukuk, adalet" adına sahte yürüyüşler veya " Gezi parkı" gibi önü, sonu bilinmeyen, ülkeyi, milleti nereye sürükleyeceği tahmin edilemeyen karanlık maceralar!.. Dolayısıyla,
Yüce Yaradan!.. Bu aziz millete acısın!.. Bu aziz millet yok olursa, İslam'da yok olacaktır!.. Bize, merhametini üzerimizden eksik etmesin!.. Selam ve dua ile...
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın