NEREDE HATA YAPILMIŞTI Kİ, BU DURUMA DÜŞÜLMÜŞTÜR?..
Bu sorunun cevabını tesbit etmek, bulmak için, Rasulullah (sav)'in aydınlık ve nurlu dönemine, dört halife-i mürşidin fetihlerle, zaferlerle dolu dönemlerine, onların Kur'anî anlayışlarına bakmak, inçelemek gerekir.
Daha sonraki nesiller de neler olmuştu ki, bu günkü hale düşülmüş, Kur'anî anlayış, tefekkür, tedebbur mes'elesi niçin dibe vurmuştur?
Demek ki, çağın insanları arasında olan ayrılık, anlaşmazlık ve uçurum, anlayış, yaşama, düşünce ve idrak mes'elesidir. Halbu ki, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer'de (ra), bizler gibi yemişler, içmişler, ağlamışlar ve gülmüşlerdir.
Ama, kıt kanaat dönemlerine rağmen, onlar dünyaya meydan okurken, günün Müslümanları ayaklar altında çiğnenmekte, denizin soğuk sularında boğulmakta, aç, susuz, perişan bir halde Batı ülkelerinin kapılarında sığıntı durumuna düşmüşlerdir.
".. Bu dönemin en güzel uygulama örneklerini Hz. Eububekir'le Hz. Ömer'de buluruz. Kur'an'ın uygulama sünnetini en iyi kavrayanlardan olmaları cihetiyle onlar, İslâm'ın evrensel dinamizmini yaşatmak için alınacak tedbirlerde tereddüt etmemişlerdir. Onların örnek yönetimleri döneminde alınmış olan karar ve tedbirler, bize, Kur'an'ın evrensel temel ilkelerini tayinde rehber olacak niteliktedir.
Fakat ne yazık ki Hz. Ebu Bekir ve Ömer'lerin dinamik Kur'an anlayışları, Hicret'in 1. asrının sonuna doğru, giderek yerini tutucu biir zihniyete terketmeye başlamış, daha sonraları Abbasi Halifesi Mütevekkil'in benimsemesiyle de bu tutucu ve şabloncu geri zihniyet, artık resmî devlet politikası olarak toplum hayatına girmiştir.
Hz. Peygamber'e karşı, müşriklerce dayatılan ecdâd -perestlik psikozu, bu defa âdeta dini bir söylem kazanmıştı. Kur'an'ın bildirdiği üzere, Hz. Nuh'a ve Hz. Musa'ya atalar geleneğiyle karşı çıkıldığı gibi:
" Musa onların karşısına hakikatin apaçık belgeleri olan âyetlerimizle çıkınca Bu tasarlanıp ortaya atılmış bir büyüden başkası değildir; zira biz önden giden atalarımızın geleneğince böyle bir şey olduğunu işitmedik!" dediler." ( Kasas sûresi, âyet 36 )
" Bunun üzerine , kavminin seçkinlerinden inkarda ısrar eden kimseler şöyle dedi: " Bu da, sadece sizin gibi ölümlü biir insan; onun amacı size üstünlük sağlamak; hem eğer Allah isteseydi, gökten bir melek indiriverirdi; ( üstelik) bizler, bu konuda önder atalarımızdan bir şey işitmiş de değiliz." ( Mü'minûn sûresi, âyet 24)
Son peygamber (as) karşı da aynı atalar geleneği dayatılmıştır. " Ama hayır! Onlar, " Atalarımızı geleneksel bir inanç üzerinde bulduk; kesinikle biz de onların izinden giderek doğru yolu bulabiliriz" diyorlar." ( Zuhruf sûresi, âyet 22 )
" Ve ne zaman çirkin bir iş işleseler, ( hemen) " Biz atalarımızı da bu iş üzerinde bulduk; demek ki bunu bize Allah emretmiş" derler." ( A'râf sûresi, âayet 28)
İşte ebu gelenekçi psikoz, aynı statükoculuğu, bu defa Hz. Peygamber'in ilk uygulamasını, yani Kur'an'ın ilk yorumunu bütün teferruatıyla şablonlaştırmak sûretiyle sürdürmeye çalışıyordu.
Önce bid'at kavramı geliştirildi. Hemen-hemen her yeniliği kapsayan bir tarif yapılarak en masum yenilikler, bile bu kapsam içerisinde mahkûm edildiler. Öyle ki pazarda ne alacağını unutmamak için küçük parmağına ip bağlayan dindar müslüman, Hz. Peygamber zamanında bu âdetin mevcut olduğunu tahkik edinceye kadar avucunun içinde gizlemek mecburiyetinde kalıyordu. Çünkü, " Her yenilik bid'at, her bid'at sapıklık ve her sapık cehennemde." sloganı, Hz. Peygamber'in (as) hadîsi olarak tedavüle konmuştu. " ( 1. Kur'an Sempozyumu, sayfa 274)
Bilhassa, atalarcı zihniyet, Emevilerle baştan başa hortlatılıp, her şey atalar zihniyetine, düşüncesine, Beni Ümeyye kabilesine göre değerlendirilmiş, sair insanlar horlanmış, hor görülmüş ve kesinlikle idareden uzaklaştırılrak, iş başına getirilmemişlerdir.
Hatta, Rasulullah (sav)'in en yakını bile olsa, çok beğendiği, tasvip ettiği büyük zatlar bile olsa, beni ümeyyecilik her şeyi ört bas etmiştir.
Netice ve sonuç olarak;
İşte, yukarı satırlarda sorulan sualin cevabı böylelikle verilmiş olmaktadır. Atalarcı zihniyetin, geleneksel düşüncelerin ön plana çıkarılması, Kur'anî emirlerin terkedilmesi, boş verilir olmasıdır.
Bunun yerine kral Muaviye'nin, kral Yezid'in icraatları, iki dudakları arasından çıkan sözleri olmuştur. Böylelikle, , alemi İslam'da kabileceğiliğe, Kureyşçiliğe, sen olmaya, ben olmaya dayalı bir anlayış hakim kılınmış,. bu kötü anlayış günümüz dünyasına kadar nesilleri kendi dişleri, çarkları arasında ezerek bu günlere ulaşmıştır.
Zaten, böyle olmasaydı, kos koca Osmanlı yıkılmaz, alemi İslam, bölük-pörçük duruma düşmezdi. Halen bile, Arap dünyası Osmanlı denildiği zaman, dört asır yönetiminin heba edildiğini, Arapçılığın köküne kibrit suyu döküldüğünü söylemektedirler.
Halbu ki. Osmanlı, hiç bir kavmi icraata tevessül etmemiş, ne doğulu, ne batılı ayırımı yapmayarak, 623 sene gibi bir zaman ayakta kalabilmiştir. Zaten böyle olmayıp, Kürt, Türk, Çerkes, Arap, Boşnak ayırımı yaplmış olsaydı. altı asır gibi bir zaman yaşaması mümkün olamazdı.
Mekke'de, Medine'de, görevli Osmanlı neferi, Arap kardeş incinir, yorulur diye, arabın elindeki çıkını bile evine taşımış, Arabın yorulmasına, eza görmesine müsaade etmemiştir. Ama, buna rağmen, bu iyiliği, bu hoş görüsü, bu yardımseverliği, unutularak, sonunda 1918'lerde canlı canlı , diri diri karnının deşilmesine kadar sürüp gitmiştir.
Rabbim!.. Ümmete ve milletimize Kur'an'î anlayış lütfetsin!... Selam ve dua ile...
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın