MÜSLÜMANLARDAN BAŞKA HER ŞEY DEĞİŞİYOR
" Senden önce gönderdiğimiz peygamberler hakkındaki ( da budur). Bizim kanunumuzda hiçbir değişiklik bulamazsın." ( İsrâ sûresi, âyet 77 )
" Allah'ın önceden geçenler hakkındaki kanunu budur. Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın." ( Ahzâb sûresi, âyet 63 )
Yazı başlığımız önemli ve günümüz dünyasını ilgilendiren, meşgul eden bir konudur. Çünkü, Müslümanlar, hâlâ yerlerinde saymakta, yer yüzünde hükümran olması gereken İslam ülkeleri, neredeyse ayak altı olmuş, dilencilik rolünde, onun bunun himayesini gözlemektedir.
Örneğin; şu günlerde, D. Trump'ın bir çıkışı bu mes'elenin su yüzüne çıktığını göstermektedir.. Binaenaleyh; yeryüzünde, en zengin, en bereketli topraklara sahip olan Müslümanlar, buna rağmen, her şeyini emperyal ülkelerden beklemekte, topunu, tüfeğini, giyeceğini, yiyeceğini bile onlardan istemekte ve beklemektedir!..
Sözün burasında devlet başkanı Kim Jong Un'u tebrik ve alkışlamak lazımdır. Derki: " Müslümanları anlamıyorum. Kutsal olarak gördükleri Kudüs'ü başka bir devlet işgal ediyor ve Müslümanlar ise sadece kınayıp öyle bekliyor,
Eğer ki bizim kutsal olarak görüp, benimsediğimiz bir bölgeye başka bir devlet el uzatsaydı, füze denemelerini o ülke üzerinde yapardık."
Vallahi!.. Kim Jong Un'u alkışlamak lazımdır. Hani, D. Trump; Kim Jong Un'un ülkesine saldıracaktı, topa tutacak, füzelerle söz konusu devlet ve milleti ortadan kaldıracaktı. Ne oldu acaba?.. Asker mi bulamadı, füzelerimi ateş almaz oldu, yoksa; gemileri mi benzinsiz, yakıtsız kaldı? Onun içindir ki;
" Her şey değişiyormuş, hiç bir şey iki saniye bile aynı kalmıyormuş. Hayat daimi bir devinim içindeymiş. Yani demekmiş ki, her şey, her canlı, her cansız ve her ' yarı-canlı' her an bir oluş, bir tekevvün , belki de bir tekâmül içindeymiş.
Hatta bir Yunan filozofu ta milattan önce bunu kestirmeden daha veciz bir şekilde ifade etmiş, adını koymuş: bir nehirde iki kere yıkanılmaz!' Mış' dediğime bakmayın , bunların hepsi doğrudur, hiç birine itiraz etmiyorum.
Hayatta, sanıyorum, bir kısım Müslümanlardan başka, yerinde ' lök taşı' gibi oturan, evrendeki yerini sabitlemiş, bu ' yerini' de hiç kimseye kaptırmak istemeyen; sabitlediği oturma/ eylemsizlik/hareketsizlik/ donmuşluk konumunu birileri ele geçirir korkusuyla bir an bile terk etmeyen, bunun kaygısını çeken bir kısım Müslümanlardan başka her şey bir devinim içindedir.
Necip Fazıl'ın şiirinde de ifade ettiği gibi, hayatta her şey akışa kilitlenmiş gibidir. Ya bir su inmekte, ya bir buhar çıkmakta, ya bir kaplumbağa - hız limitine aldırış etmeden!- kımıldamakta, ya bir kuş kanat çırpmakta, ya bir çiçek, görünür âleme zuhur etmek için, üzerini örten toprakla kavga vermektedir. " ( İktibas Dergisi, M. Durmuş, Kasım 2009, sayfa 29 )
Ne acı ki, kainatı imar etmesi, dizayn etmesi gereken Müslümanlar; bölünmüş, parçalanmış, mezheplerin, meşreplerin, hiziplerin kurbanı olmuşlardır.
Gayri Müslimlerin yerine, kendileri ay'a gideceksen, Mars'a yol bulmaya çalışacakken, alemde boy boy fabrikalar yükseltecek iken, ordular donatacakken, yeryüzünü didik dik edecekken, ne tuhaf değil midir?.. Onun bunun kapısında in'am beklemeleri, yardıma muhtaç vaziyette bulunmaları?..
İslam'ı, Müslümanlığı; sadece boş zamanlarda tesbih çekmek, bir şeyhe bağlanmak, mürid olmak, pir peşinde koşmak, gavs'ın, kutupların ellerini ve eteklerini öpmelerinden ibarettir zannetmektedirler!..
Ölülerin ruhlarına tilavet edilen Kur'an, yine ölü için 3, 7, 40 ve 52 nci gün ve geceler tertip ederek, hatim merasimleri, mevlid proğramları tertip ederek , ölü evlerinden lokma yemek, sofralar kurdurmak şeklinde işlerle iştigal edilmektedir.
Ve tüm bu tür hurafi adetlere İslam demekle, İslam'ın yapılması gereken şartları olarak tavsiflerle, kitleler, cemaatler kandırılmaktadır!.. Onun içindir ki;
" Varlık alemine İslamî terminolojide 'evren' değil de, ' kainat' denmesi bile , aslında bu deşiğim, dönüşüm ve devinimi ifade etmek için önemli bir penceredir. Çünkü,
' Kainat' kelimesi, oluş anlamındaki ' kevn' mastarından türemiştir. Kâinat: yani olmuş, olan, olmakta olan, olacak olan varlıkların dünyası. Âlemlerin Rabbi Allah'ın çağrısına " isteyerek geldik" ya rabbi diye karşılık veren bir âlem, âlemler...
Kâinat ' oluş' olduğuna göre, sürekli bir olmak fiili işlenmektedir. Adeta ' oluş' okyanusunun içindeyiz. Bir yerde her daim bir şeyler olmuyorsa, orada bir hareket , bir eylem vardır.
Her an bir şeyler bir şeylere dönüşmekte, bir şeyler kendi oluş sürecini tamamlamakta, bir şeyler bir şeylere doğru akmakta, çıkmakta veya inmektedir.
Akış sonucu bir yerlerde sükûn bulan hiç bir şey, - yine o yukarıda tiplemeye çalıştığımız ' müslüman' dışında- orada ilanihaye öylem kalmamakta, belki daha başka oluşlar için kendisine ayrılan zamanı beklemekte, bir başka oluşun, ahenkli bir ferdi olacağı günü iştiyakla beklemektedir.
Hâsılı kâinatta hiç bir şey ' olmuş' bitmiş, kevn defterini kapatmış değildir. Oluş, akış devam etmektedir. Dolayısıyla varlıkta böyle bir tekâmülden bahsetmek gerekmektedir. " ( a. g. d. sayfa 29 )
Demek ki, kainatta hiç bir şey tamamlanmış ikmale uğramış değildir. Olması da zaten mümkün değildir. Yeter ki, kalp ve gönül, kafa ve zihin dünyaları çalışsın, işte o zaman temaşa edilecektir ki, yeni yeni icad edilen, bulunan, keşfedilen şeyler insanlığın hizmetine yarayacaktır.
Tüm bu icadlarda, Müslümanın yeri neresi olmalıdır? Tabii ki, gönlümüz istiyor ki, dünyayı ; Müslümanlar bulsunlar, keşfetsinler, yeni yeni buluşlarla, tekniklerle İslam'a hizmet etsinlerdir!..
Aksi halde, İslam'ı " Ölü dini" " Kabir dini" haline getirir isek - zaten getirdik- vay bizim halimize demekten başka diyecek, konuşacak kelime bulmamız mümkün olmayacaktır..
" Bu anlamda, ölüm de bu 'oluş'un, hayatta devam eden tekâmülün bir parçasıdır. " Ölüm bir yok oluş değildir" demek, hayatın hiç bir zaman yerine çakılıp kalan, eylemsizlik diye bir ilkeye tabi olarak, artık olmamacasına, artık hareket etmemecesine , değişime ve dönüşüme uğramamacasına bitip tükenen, işi bitmiş, yapacak bir iş kalmamış bir şey olmadığı anlamına gelmektedir.
Ölüm, en ekmel bir tekâmüle doğru gidişin bir dönemeci, bir safhasıdır. Bu sebepledir ki, ölenlerine, sanki artık bir daha birbirlerini hiç göremeyecekmiş ve ölene büyük bir haksızlık yapılmış; bir irade, sevenlerine rağmen, öleni onlardan çekip ayırmış ve 'oluş'u bitirmiş gibi ağlayan, bağırıp çağıran, kendilerini kahredenleri anlamakta güçlük çekiyoruz.
Bu insanları anlamak ancak, sözünü ettiğimiz ' oluş' sürecini anlamadıklarını düşünmekle mümkün oluyor." ( a. g. d. sayfa 29 )
Netice olarak;
Milletimiz arasında, ölülere karşı yapılan, yapılmakta olan ' devir' 'mevlid' ' hatim' ' Tevhid' ' sene-i devriye' proğramları, sanki ölmüş ile bir daha karşılaşmamak, bir araya gelmemek üzere yapılan merasimler gibi gelmektedir bana.
Daha çok, ağlamalar, sızlamalar, ölü arkasından yapılan törenler, bir inkarın, yani ölüp de dirilmenin mümkün olmayışı gibi hissedilmektedir.
Hal böyle iken, kardeşim, ölen ölmüş, ölmekle inşallah; kendisin kurtarmış oluyor, ağlayan kendisine baksın, nerede, nasıl, hangi keyfiyette ölecektir?..
Son söz olarak şunları ifade etmeden geçmeyeceğim: Müslüman; dünyayı inkarcılara, nankörlere bırakmamalı, bilakis, "dünya ahiretin tarlası "olması hesabıyla hareket ederek, dünyayı, ahirete hazırlamalı, bütünüyle, dünyayı ihmal etmemelidir..
Aksi halde, dünyayı ihmal etmiş olursa, vallahi!.. Billahi!.. Ahireti de kazanması mümkün olmayacaktır.. Çünkü, insanlar, cennet azığını da buradan götürmekte, cehennem azabını da.. Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın