Mühürlü Cümleler
Sıradaki çaylar hunharca harcanmış duygulara gelsin.
Akşam olmak üzereydi. Kapı aralandı, bu sefer biraz çekimser ama samimiyetinden taviz vermeyen tebessümü ile selamladı, adımladı ve sandalyeye oturdu, çayı geldi ardı sıra. Birkaç saat yürüyüşün ardında yorgunluk çökmüştü, çayını yudumlarken odayı seyre daldı.
Gecenin huzuru işlemiş duvarlara. İlk bardakta ki çay kekremsiydi içemedi, arkadaşının hatırını gözeterek üzüldü bardakta yarım kalan çaya. Belki ağzının tadı yoktu ne bileyim ama geçti, hasbihalin sonunu yedi sekiz bardak sonlandırdı buda ayrı.
Omuzunu yasladı duvara önce içi titredi sonra omuzu. Duvar soğuktu, mühürlü cümleler hali arz için çırpınıyordu zihninde, omuzu ve başı duvarda, not kağıdına aklından geçen o cümleleri yazmak için masaya göz gezdirdi istifini bozmadan. Pek dağınıktı masa, kendi çekmecelerini hatırladı. Mecal yoktu demek ki toparlamaya. Defterler, kalemler, masanın üzerini bir örtü gibi kaplamış, , masanın köşesinde limon kolonyası derken buldu not kağıdını, eline aldı, masanın ortasına koydu tam kaleme eli uzanırken titredi eli, kalp atışı hızlandı yazmaya cesaret edemedi o an vazgeçti.
Korku mu bu cümlelerden yana? Yok yok heyecan sardı birden oda o kadar sessizdi ki bu sessizliği ne duvarın soğukluğu ne de bilgisayarda çalan gönül dağı bozmaya yetmiyordu ama o an yaşadığı heyecan birkaç saniyede bozmuştu o sükutu his halini.
Arkadaşı taze çaylarla odaya girdi. Not kağıdı masanın ortasında kaldığı gibi çayın hatırına da başka zamana kaldı o mühürlü cümleler. Sükûtun verdiği hazzı o günde hissetti tadı damakta mübarek. Duvarın ayazında yankılanmıştı o sessizlik, gecenin matem ruhu sarmıştı odanın dört köşesini.
Gece demini gösterirken son çay bardağı bitmek üzereydi, kalkmak istemiyordu, gündüzün sıcağı işlemiş olsa gerek gücü kesilmiş tansiyonu da hayli düşmüştü artık.
Arkadaşının ofisine gelmeden evvel içindeki heyecana yenik düşüp erken çıkmıştı bugün dışarı. Bir simitçide kahvaltı yapmış, vakit geçirmek için şehrin sokaklarında adımlamış güneşin sıcağına dayanamayıp atmıştı kendini bir parkın bankına. Elindeki kitap sahifeleri ile hemhal olmuş yine Sabahattin Ali’yi yoldaş etmişti kendine. O kadar iş yoğundu, hayat sorumlulukları arasında kitaplarına zaman ayırmayı ihmal etmiyordu.
Arabasını evin garajında bırakmıştı. Sabahın ilk ışıkları ile gönlüne düşen bu heyecanı atması gerekti buna tek ilaç da hoyratça yürümekti, tabi usuldan yaşlanan bünyesi bunu kaldıramamıştı.
Masada Kurban bayramından kalan şekerler vardı bir iki attı ağzına geldi kendine. Bu gece evine arkadaşı bırakacaktı arabasıyla.
Ofisten çıktılar, gecenin ayazı çökmüştü ağustos bitimi erken gelmişti sonbahar. Bugün parkta kitabını okurken dökülen kuru yaprakların, rüzgâr esintisi ile oluşan hışırtısından irkilmiş şöyle bir bakmıştı parka etraflıca bu yıl sonbahar Eylülden evvel gelmişe benziyor diye iç geçirmişti.
Mevsimler geçiyordu, Bayramlar hatırlanmama adına koşar adım gelmiş geçmişti.
İki arkadaş arabaya bindi, çorbacıya doğru yol aldılar, evet evet çorbacıya yanlış okumadınız. Bazı ihtiyar adamların ruhları genç oluyor. Acılara inat…
Saat dördü gösterirken başını yastığa koydu düşündü yazmaya hacet yoktu mühürlü cümleleri, yarına bırakmak en iyisiydi mecali de yoktu zaten.
Tadı damakta sükûtu sohbetleri kendi haline bırakmak gerek bazen, her haleti ruhiyyeyi yazmaya cümleler yetmez. Lüzumu da yok zaten. Dost değil mi? Anlasın çatık kaştan, tebessüm eden dudaktan, işi ne?
Ahvalinize Allah Sıhhatler versin. Amin.
Züleyha Tuna
Facebook Yorum
Yorum Yazın