MAZİ İLE ATİYİ YÜZLEŞTİRMEK
" Siz insanlık adına çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyi ve doğru olanı teklif eder, kötü ve yanlış olandan sakındırır sınız, zira Allah'a güvenip inanırsınız. Eğer kitap ehli de güvenip inansaydı, haklarında hayırlı olurdu. Onlardan ( Allah'a) güvenip inananlar varsa da, çoğunluğu yoldan çıkmıştır. " ( Âl-i İmrân sûresi, âyet 110)
Malumdur ki, iyiyi önerip yanlıştan, kötülükten sakındırma, imanla doğrudan alâkalı bir Kur'anî emirdir:
" Öyleyse sizler hayra çağıran, meşru ve iyi olanı öneren, kötü ve yanlış olandan da sakındıran ( ümmet olmanın gereğini yapan) bir ümmet olun! İşte onlardır ebedi saadete erecek olanlar." ( Âl-i İmrân sûresi, âyet 104 )
Yani, ümmet doğru yoldan, Kur'ânî yoldan saparsa onu düzeltecek bir maya topluluk bulunsun!. Bu bir ebedî risalet çağrısıdır. Risaletin Resul'den sonra ümmetin omuzlarında olduğunu beyan eden bu ayet ışığında anlaşılmalıdır.
Bu âyet " ümmet" olmanın bir takım kurmak ve kuru kuruya o takıma mensup olmak değil, ehliyet ve liyakat kazanmak demeye geldiğinin belgesidir. Zira ümmetin türetildiği kök " anne", ümmet de insanlığa anne gibi şefkat ve merhamet abidesi kesilen toplumdur.
" Derken, bu ilahi kelamı ( tebliğ işine) kullarımızdan seçtiklerimizi varis kıldık, fakat onların içerisinden kimisi kendisine zulmeder, kimisi ortalama bir yol tutar, kimisi de Allah'ın izniyle her iyi şeyde öncülük eder, bu , işte budur muhteşem zafer." ( Fâtır sûresi, âyet 32 )
Bu girişten sonra, isterseniz, maziyi ati ile yüzleştirelim. Taa gidelim, Asr-ı Saadet dönemine, Resul'ün dizinin dibinde yetişmiş insanlara kulak verelim.
Oturmalarına, Kur'anî algılarına, Kur'an'ı; hayatlarına nasıl yansıttıklarına bakalım. Resulullah (sav)'in, her mübarek sözünü nasıl tatbik ettiklerine nazar edelim!..
Hakikaten, ilk otuz yıllık dönem, tarihin eşine hiç de rast gelmediği bir dönemdir. Hele, Resul'ün vefatından sonra inkıta uğramayan sahabe kitlesi, bir bütün halinde, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer'in etrafında bir hale oluşturmuşlar, ordu, asker, mücahid olarak, ülkeler fethine çıkmışlardır!.. Gayeleri, sadece rızayı bari idi!..
Bilhassa, Ömer (ra) devrinde, eşitlik, kardeşlik, birlik, beraberlik, özgürlük, İslam'ın dolu dolu yaşanılması, çözülmez zannedilen mes'elelerin bir çırpıda çözülmesi şayanı dikkattir. Ama;
Ne hazindir ki, Muaviye ile birlikte, Kur'an üzere yürüyen, takip etmekte olan İslam davası, sükutu hayale uğramış, krallık, sultanlık, Yezid'lik ortamı mahvı perişan etmiştir. Fetihler durmuş, bunun yerine ganimet için, mal toplamak için, daha çok yağma için harplere devam edilmiştir.
Aynı kaotik hal, Abbasiler döneminde de durmamış, müçtehid imamların şehit edilmeleri ile sonlanmıştır. Ne zaman ki, 1071 ile, Sultan Alparslan, İslam davasının üstlenmiş, Anadolu adım adım fethedilmiştir.
Nihayet, Osmanlı devri ile birlikte, yine bir ümit,. yine bir heyecanla başlanılmış, feth-i mübin müyesser olmuş, ordular; taa Viyane ve Münih önlerine kadar vasıl olmuşlardır. Semt-i harameyn; Yavuz hana bağlanmış, yürütemedikleri " Halifelik" ellerinden alınarak, asıl sahiplerine teslim edilmiştir.
Yükselme dönemi, bir yiğitlik, kahramanlık, heyecan, iman dönemi olmasına rağmen, ne acı ki, bu kutlu devir fazla uzun sürmemiştir. Kur'anî anlamda bir atılım olmamış ise de, 623 yılın sonunda kos koca dönem " hasta adam" durumuna müptela edilmiştir.
1923'te kurulan " Cumhuriyet" bir azimle, bir imanla, bir ümitle inşa edilmiş, harp kazanılmış ama, tüm kazandıklarımız, bir çırpıda el ense edilmiştir. Fes döneminde kavgalar yaşandığı gibi, bu defada şapka kavgaları neticesinde, nice alimler iple yüzleşmiş, dar ağacına yürümüşlerdir.
1932 başlatılan " Türkçe Ezan" tam tamamına 18 yıl bu milletin beyninde şakılamış, itiraz edenler, tersini yapıp Arapçaya tevessül edenler, kodeslere , sürgünlere gönderilmiş, ıslah olmayanlar, uslanmayanlar ise, yağlı iple muhatap olmuşlardır.
Bilhassa, 1940 ila 1950 arası; tam bir çıkmaz sokak olmuş, ümitsizlik, bedbinlik, karamsarlık, yarınlardan korkmak milletin kaderi olmuştur. 1950 Haziran'ı, biraz millete gülmüş, ezan asli hüviyeti ile okunur olmuş ama, mes'ele bununla yetinilmiştir.
1960 ihtilali, 12 Mart muhtırası, 12 Eylül saçmalığı, 28 Şubat soytarılığı milleti derinden üzmüş, " bir sağdan, bir soldan" idamları ile tarihe imza atılmıştır. Ehl-i Kur'an sus pus olmuş, bunların yerine, mistizizm, pirciilik, tarikatçılık, mehdicilik, mesihcilik, Feto'culuk neşvü nema bulur iken, Kur'an adına bir hizmete yönelinmemiştir.
Sonuç olarak;
Hali hazır, bir ümitsizlik içerisindeyiz. Milletimiz, aziz Kur'an'la buluşmuş, bilişmiş ve tanışmış değildir. Medyada,basında, din adına gövde gösterisinde bulunanlar, Cübbeliler, Hatipoğulları, Döngeloğulları, Karataşlar, bir türlü asıl konuya gelememekte, " Dedim" ve " dediler"le zaman kaybına sebep olunmaktadır.
Aziz Kur'an, sokağa hakim olmadığı için, sokaklarda, dünkü sağcılık, solculuk yerini, kadın dövmeye, kadın öldürmeye terketmiştir.
Mazi ile yüzleşmeliyiz ama nasıl? İsterseniz, Hz. Ömer devrine gidiniz, o devirden bir nebzecik de olsa günümüze taşımaya çalışınız. O kutlu dönemdeki, mübarek çalışmalardan bir emare, bir iz göre bilecek misiniz?
" Kur'an'ın Güncellenmesi" hususunda, Devlet Başkanı ha bre direktifler vermekte, öneriler sunmakta ama, Diyanet İşleri Başkanlığı'da üzerindeki ölü toprağını atarak, bu önemli, ciddi mes'eleye gelememektedir.
Hali hazır, mevlidler okunsun, kandiller yakılsın, hurafi haller devam etsin, bizlerde, bunlara ellerimizi çırparak alkış tutalım havası mevcuttur..
Son söz olarak, beyler, mazi ile yüzleşemiyoruz. Bu akıl ile, bu kafa ile, bu hal ile yüzleşmemiz de mümkün olmayacaktır.. Rabbim!.. Bu aziz millet evlatlarının yâr ve yardımcısı olsun!.. Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın