KUR'AN OKUYUP SEVABINI ÖLÜLERE YADA DİRİLERE BAĞIŞLAMAK!..
" Kaldı ki ne (gerçeği) görenle görmeyen bir olur." ( Fâtır sûresi, âyet 119)
" Ne de aydınlıkla karanlıklar ." ( Fâtır sûresi, âyet 20)
" Dahası, ne serinletici gölgeyle kavurucu sıcaklıklar." ( Fâtır sûresi, âyet 21)
" Ne de ( manen) dirilerle ölüler bir olurlar." ( Fâtır sûresi, âyet 22)
Malumdur ki, Tilavet; " lafızları birbiri ardına dizmek" anlamına gelir. Kıraet gibi entelektüel faaliyet değildir. Bu yüzden Kur'an okurken Allah'a sığınmayı emreden âyetlerde tilavet değil kıraet kullanılır. .
Çünkü Şeytan, Kur'an-ı anlama çabasına yönelik kıraeti-tilaveti değil- saptırır. Kıraet tek kelimede olur, tilâvet olmaz." ( Kur'an Meali)
Hani Kur'an okuma hususunda şöyle demişlerdir: " Kur'an okuyup sevabını ölülere yada dirilere bağışlamak, yemek yiyip tokluğu Afrika'daki açlara bağışlamaya benzer" demişlerdir.
Şu hadisi şerifi dikkatle okuyalım: " Kulum, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir şeyle bana yaklaşamaz. Kulum nafile ibadetlerle bana yaklaşmaya devam eder, ta ki ben onu severim." ( Buhârî, Rikâk, 38)
Tabii ki, Müslüman kişi, ölen kimselere dua edecek, okumuş olduğu Kur'an'dan hasıl sevabları bağışlayacak, diğer yapılan hayri hasenatlardan meydana gelen sevabları da ölmüş insanlara bağışlayabilecektir.
Zaten, yapılan ibadetler sonunda yapmış olduğumuz duanın mahiyeti ölenlerimize rahmet dilemek, makamlarının cennet olması için niyazda bulunmak en büyük haslet olacaktır.
Ancak, sorumluluklar ferdî ve şahsi olduğu için her Müslüman bireyin daha ölmeden önce Allah'a karşı kulluk görevlerini, aksatmadan yapması, namazını kılması, orucunu tutması imkanı varsa haccını yapması gerekir.
Öldükten sonra, arkadan gelen neslinin iskat ve devir sistemine güvenmemeli, yerine gönderilecek hacı vekile kamil gözle bakmamalıdır.
Mes'elenin özü ve yapılması gereken hususta şu olmalıdır. Kişinin, daha hayatta iken kulluk görevlerini yapması, namazlarını kılması, oruçlarını tutması, zekat borcunu tediye etmesi ve haccını kendisinin yapmasıdır.
Öylesi bireylere rast geliyoruz ki, bir ömür boyu haccını yapmıyor, zekat borcunu ödemiyor ve ölmek üzere iken, evlatlarına vasiyyette bulunuyor" şu borçlarımı ödeyin" diye.,..
Çünkü, kulun borçlarının ödenmesi, kulluk görevini yapması ayrı bir husus, öldükten sonra yakınlarının ona duacı olması daha ayrı bir husustur. Zaten, ölmüşün yakınları ne kadar duacı olursa olsunlar, asıl borçlarını telafi etmeleri mümkün değildir.
Çünkü, aziz Kur'an'ın, nazil olmasındaki asıl gaye Müslüman bireylerin devlet olmalarını, yani, Kur'an'a göre yön ve yöntem içerisinde bulunmalarıdır.
Daha doğrusu, yargılama görevinde bulunan hakim Kur'an'a göre karar vermeli, evlenen eşler Kur'anî emirleri rehber edinmeli, düğünler, evlilikler, yönetim tarzı, tamamen Kur'anî yöntemler muvacehesinde olmalıdır.
Netice olarak;
Malumdur ki, Rasulullah (sav) ve halife-i mürşide hazeratının hitamından sonra, alemi İslam duraklamış, mes'ele krallığa çevrilerek ümmet içersinde çekişmeler, mezhep kavgaları almış başını gitmiştir.
Yani, Müslümanlar birbirlerine düşmüş veya düşürülmüş, Sıffîn ve Cemel savaşları ortaya çıkarak kardeş kardeşe kılıç sallamıştır.
Akabinde, Kerbela hadisesi zuhur etmiş, Hz. Hüseyin'in ve ahfadı Kerbelada katledilmiştir. Niçin ve neden?
İşte, o tarihlerden bu yana, alemi İslam huzuru kaybetmiş, İslamî sistem yerine krallık ve saltanatla Müslümanlar idare edilmiş ve edilmektedir.
Söz konusu acıklı durum, İslam gönüllere hapsedilmiş, aziz Kur'an o gündür, bu gündür ölülerin ruhuna okuma, tarikat bireylerini yüceltme, onların duasına sığınma şekline dönüştürülmüştür.
Son sözler olarak, ölmüşlerimize dua ediyoruz, lakin, ölmüşlerin ruhlarına mevlid tilavetinde bulunmayı doğru bulmuyoruz. Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın