KUR'AN; İNSANIN BOŞUNA YARATILMADIĞINI, BİR AMACININ BULUNDUĞUNU ANLATIR!..
" O kullar ki, sözün tamamını dinlerler ve güzeline uyarlar. İşte Allah'ın kendilerine doğru yolu gösterdiği kimseler bunlardır; ve işte onlar, akletme yetilerini kamil mânada kullananlardır." ( Zümer sûresi, âyet 18)
Ayeti kerimenin kısa yorumu:
" Sözün gücünün ve düşünceye saygının bundan daha iyi bir ifadesi olamaz. el-bâb'daki belirlilik metne " kâmil mânada " olarak yansımıştır. Her ne kadar tekili zor söylendiği için çoğul kullanıldığı söylense de, bizce, bu kelimenin hep çoğul gelmesi tasavvur da dahil tüm akletme süreçlerini kapsadığı içindir. Tasavvur terimlerle oluşur, terim ve kavramların anlamları da toplumsal mutabakat yoluyla oluşur.
Lebbe hem " gerekli ve sabit olana", hem de " bir şeyin en kaliteli haline ve en değerli yanına" delalet eder. Akla bu yüzden lubb denilir. Burada çoğul geldiğine göre sadece akla değil, başta akletme yeteneğinin çıkış noktası olan tasavvur olmak üzere akletme sürecinin tamamını ve bu sürece dahil olan akleden kalp, fıtrat , vicdan, muhayyile gibi yetileri ifade etse gerektir. " ( Kur'an-Meal-Tefsir)
Aziz Kur'an; insanın boşuna yaratılmadığını, bir amacının olduğunu anlatır. Gayesiz, boşuna yaratılmadığını anlatır. İnsanın yaratılması, dünyayı imar etmek, dünyada yep yeni bir sistem geliştirmek, barışı, sevgiyi, hoş görüyü gerçekleştirmek için yaratılmıştır.
" Kur'an'ın nesneleşme sürecini, maddeler halinde özetleyecek olursak:
Anlam üretilmezse tüketilir.
Anlam tükenince form yüceltilir.
Yüceltilen form makulün değil, mahsusun konusu haline gelir.
Mahsusun konusu olan kutsal bir form ise, anlaşılmaz tilavet edilir, yaşanmaz fetişleştirilir.
O artık altın suyuyla yazılıyordu ve elbette yazılmalıydı. O artık en güzel nağmelerle okunuyordu ve elbette okunmalıydı. O artık en yüksek yerlerde tutuluyordu, ulaşabilecek
kadar yüksekte olmak kaydıyla elbette tutulmalıydı. O altın-gümüş işlemeli mahfazalar içinde korunuyordu ve Kur'an için elbette azdı bile. Çünkü İslam plastik sanatlarının da, ses sanatlarının da, süsleme sanatlarının da kaynağı bu sayede vahiy olmuştu.
Fakat o, asıl okunup, anlaşılıp, yaşanıp, yaşatmak için indirilmişti. O yeryüzünde yaratılış amacına uygun bir hayatı inşa edecek olan insanın tasavvurunu. aklını ve şahsiyetini inşa etmek için inmişti. Ve elbette bunu gerçekleştirmek için onun indiği gibi duruyor olması, insanoğlu için en büyük nimetti. Çünkü her hangi bir yanlış anlama, yanlış anlaşılan şey üzerinde hiç bir kalıcı iz bırakamazdı.
Yanlış anlayan, yanlışıyla kalırdı. Yanlış anlaşılan hakikatse, konulduğu yerde, öylece; ilk günkü anlamıyla kalır, kendisini doğru anlayacak olanları beklerdi" ( Hayatın Yeniden İnşası, sayfa 135-136, M. İslamoğlu)
Maalesef, insan oğlunu, hayatını, varlığını, tasavvurunu anlatması gereken aziz Kur'an, yükseklere asılmış, ondan korkulur olmuş cin, peri kovalamak maksadıyla bir türlü aşağılara indirilme lütfunda bulunulmamıştır. Cuma akşamları Yasin tilavet etmek, ölmüşleri kurtarmak, dirileri düşünmemek için teberrüken yukarılarda tutmaktayız..Bu durum, ne yazık ki, Osman beyden, sair ricali devletten bu yana devam ederek gitmektedir. Sanki marifetmiş gibi, Osman Gazinin, gece sabaha kadar uykusuz kalması vaaz kürsülerinde, minberlerde okunur durmaktadır.
" Ve Biz, her bir insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık. Nitekim Kıyamet Günü onun önüne, ( dünyada yapıp ettiği) her şeyi kayıtlı bulacağı bir sicil koyacak (ve diyeceğiz ki): " Oku sicilini! Bu gün kendi hesabını görmek için sen sana yetersin!" ( İsra sûresi, âyetler 13-14)
" Lafzen: " Ve Biz, her insanın kuşunu kendi boynuna geçirdik" . Tâir, " uçan varlık" anlamına gelir. Aynı kökten türetilen tayr " kuş" türünün ortak adıdır. İslam öncesi Arap toplumu, bir şey yapmaya niyetlendiklerinde kuş uçururlar , o kuştan sağa sola ya da yukarı-aşağı uçuşuna göre anlamlar çıkarırlardı. Bu işleme, kader ve kısmeti belirlemek ve geleceği okumak için baş vururlardı.
Allah Rasulü de tiyera'yı " uğurluluk-uğursuzluk" ile ilgili bu batıl inanç olarak tarif etmiş ve bunu şirk'in kardeşi olan cibt'ten saymıştır.. " ( Kur'an-Meal-Tefsir)
Bu yorumlardan anlıyoruz ki, aziz Kur'an'ın anlamı üretilmezse, bir kısım hurafi şeylerin vücud bulacağı, Kur'an'ın anlamıyla değil, güzel seslerle yetinileceği muhakkaktır. Böylelikle, Kur'an fetişleşmiş. kabı ile, süsü ile, yaldızı ile vakit geçirilmiş olmaktadır. Yani, aziz Kur'an'ı, as yukarılara, ha bire onu seyre dal, ve seyire güvenerek, inananarak vakit öldür..
Netice olarak;
" Sonra tekrar tekrar çevir gözünü de bir bak, bakışın yılgın ve bezgin bir şekilde sana geri dönecektir." ( Mülk sûresi, âyet 4)
Hal böyle iken, göğe bakmak, ayı, güneşi seyretmek, yıldızların cünbüşünden mest olmak marifet değildir. Marifet nedir biliyor musunuz? Ay'a, yıldızlara, galaksilere yol bulup gitmektir. Bunu da, akıl sahibi insanlar ancak yapabilir.
İdrak tek, göz çifttir. İki göz bir idrake açılır: yamuk bakan doğru idrak edemez.. Sorun burada yatmaktadır. Yamuk bakmakta yatmaktadır. Yamuk bakılmazsa, her şey doğru görülecek, gözlenecek ileriye doğru adımlar atılacaktır. Malum olduğu üzere, problem burada yatmaktadır. Onun için, hayatı, yaşamı, her şeyi Kur'an çerçevesi dahilinde olursa,
yaşam düzgün olacak, bu düzgün hayata şeytan zarar veremeyecektir.
Rabbimiz!.. Bu aziz millete Kur'an'ı iyi anlamak, iyi gözle bakmak nasibi müyesser eyleesin!.. Selam ve dua ile...
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın