İsmail Erdoğan

İsmail Erdoğan

Mail: dhaber@hotmail.com.tr

Korkak mimarlar

Başlık nasıl?

İlgi çekici değil mi?

Doğrudur. Zaten amaç da bu. İlgi çekmeyen başlığı yazar neden koysun ki yazısının çatısına!

Başlık ilgi çekici. Bakalım yazı ilgiyi çekecek mi? 

Bu başlık, Mehmet Öğün’ün hediyesi. “Mimari nedir, ne değildir” başlığı altında yaptığımız bir programda, sorduğum bir soruya aldığım cevabın satır arasından: Korkak/korkan mimarlar. Doğrusu kendisi de onlardan. Korkak bir mimar Mehmet Öğün. Tıpkı Turgut Cansever gibi. Tıpkı Mimar Sinan gibi. Tıpkı yarının şehirlerini kurarken varlığı incitmekten korkacak mimarlar gibi.

Bize korkan/korkak mimarlar lazım diyor Mehmet Öğün. Hiç beklemediğimiz yerden vuruyor. İyiyi ve güzeli yüceltme adına korkmamanın salık verildiği bir dünyada, korkmaktan bahsediyor. Korkmalıyız diyor. Korkmalı mimarlar. Korkmalı doktorlar. Korkmalı öğretmenler. Korkmalı siyasiler. Korkmalı insanlar.

Neyden korkmalı? Ve niçin?

Gelecekten korkmalı. Gelecek için!

Geçmişi unuttuk, anı harcıyoruz, geleceği de kaybediyoruz. Hem de gelmeden. Var olmadan.

Bu kadar ümitsiz olmaya gerek var mı?

Etrafınıza bir bakın. Günden güne yükselen binalar görüyor musunuz? O binalardaki kümesleri satın almak için yarışan insanları görüyor musunuz? O insanların komşu, akraba ve dost olmadan, gerektiğinde koşacak kadar, ellerine dokunacak kadar yakınında hısım-akrabası olmadan yaşadığını ve bu durumu kanıksadığını görüyor musunuz?

O zaman korkmaya başlasanız iyi edersiniz. Kendiniz için, hepimiz için.

Türkiye’de mimarlık eğitimi imar değil inşa etmek üzerinedir. İnşa etmek,  tek başına bir anlam(ortaya çıkarmak, yaratmak) ifade edip iyi bir şeyken, bir şehri hatta bir sokağı kurmaya gelince yeterli anlamı ifade etmez. Bir yerde tıkanır kalır. Çünkü inşa yerine imar devreye girmelidir sokak için, mahalle ya da şehir için. Zira imar, bir anlam yerine anlam ve anlamalar bütününe karşılık gelir. İmar mamur olmak, mamur etmek anlamına gelir. İmar mutlu etmek anlamına gelir. Bugünün mimarlık eğitiminde mutlu olmak ya da mutlu etmek yok. Yapmak ya da yaratmak var. Diğerlerinden farklı bir şey ortaya koymak var. Mimarinin temel ayarlarıyla(strüktür, malzeme…) oynama pahasına farklı bir şey ortaya koymak var. Ve başarıyor mimarlar. Gökkubbe altında daha önce görülmemiş eserler vücuda getiriyorlar. Yan yatan binalar yapıyorlar. İnsani olmayan malzemeler kullanıyorlar. Doğal ışık almayan mabetlere imza atıyorlar.

Bunları yapıyorlar ama gerçekten neye mâl olduğunu biliyorlar mı yaptıklarının? Yaptıkları karşısında ödediğimiz ve ödeyeceğimiz bedellerin farkındalar mı?

Farkında olduklarını sanmıyorum. Olsalardı yaparlar mıydı hiç?Olsalardı o cinayetleri işlerler miydi? Olsalardı, insanlara özgür yaşamlar adıyla köleliğin, hem de yalnızlıkla cilalanmış köleliğin barakalarını hediye ederler miydi?Olsalardı, öğrenciyken var olan ideallerini piyasaya atıldıklarında kaybederler miydi? Vahşi kapitalizmin dişlilerinden birine dönüşüp, o çarkın devamlılığına hizmet ederler miydi? Rasyonel gerekçelerle günün şartlarına boyun eğerek ilahi ve insani değerleri hiçe sayarlar mıydı?Mahremiyete gölge düşürmenin mücadelesini verir gibi konutlar inşa ederler miydi? Herkesin elini herkesin cebine sokmaya çalışırlar mıydı? Güneşi yeryüzüne küstürüp yıldızları rafa kaldıracak apartmanlar/gökdelenler kurgularlar mıydı? Suya ve yeşile dokunmadıkları için sudan ve yeşilden arındırılmış peyzajlara vücut verirler miydi? Malzemeyi tabiatından soyutlayarak başka bir şey olarak kullanırlar mıydı? Malzemeye fıtri kimliğinden farklı bir kimlik kazandırmaya kalkarlar mıydı?

Kalkmazlardı. Yapmazlardı. Kaybetmezlerdi.

Kalktılar. Yaptılar. Kaybettiler.

***

Bundan sonra ne olacak peki?

O da sorulur mu dedi adam ve tek cevapla bütün cevapları verdi. Dediği şuydu:” elbette aynı tas aynı hamam devam edecek. Zira devran böyle geldi, böyle gitmeye devam edecek.”

Sonra bir karar indi göklerden ve durun dedi. “Durun kalabalıklar! Bu cadde çıkmaz sokak.” O caddenin yolumuz olmadığını anlamanız için sonuna kadar gitmenize gerek yok diye ekledi diğeri. Beriki, evleri balkonsuz yapan mimarların alnından öpmeye gidiyorum diyerek, bir manifestoya hayat verdi.

Bize ne lazım o vakit?

Bize korkak mimarlar lazım. Korkan mimarlar. Başta Allah’tan, Allah’tan korktuğu için insandan ve her şeyden. Şeyleri(eşyayı) incitmekten korkan mimarlara ihtiyacımız var. Adalet duygusunu yitirmemiş ve vicdanıyla baş başa kalmaktan, kalıp da kendini yargılamaktan korkmayan mimarlara ihtiyacımız var. Yaptıklarının hesabını vereceğinin bilincinde, her şeyden önce kendini aldatmaktan kaçınan, aldananın da aldatanın da bizden olmadığını bilen mimarlara ihtiyacımız var. İnsanı hiçe sayan spekülatifve dayatmacı mimarlık anlayışına uygun binaların doğurduğu hayat tarzının bedelini önce kendi çocuklarının ödeyeceğini bilerek hareket edecek mimarlara ihtiyacımız var. Dünyayı elde etmenin dünyayı yok etmekten daha önemli olmadığının bilincinde olup, yetinmeyi temel felsefe haline getirmiş mimarlara ihtiyacımız var. Yüksek ekonomik hayat standartları yerine yüksek ahlaki standartları merkeze koyan mimarlara ihtiyacımız var. Teknik açıdan kendini geliştirdiği gibi estetik açıdan da geliştirip, sanatla hayatı bütünleştiren mimarlara ihtiyacımız var. Varlığın bütün katmanlarını kucaklayan mimarlara ihtiyacımız var.

Bunun için de bir millete, neyi kaybettiğini hatırlamaya çalışan bir millete ihtiyacımız var. Milletin önünde, kaybettiklerimizin geri kazanımı için ter döken önderlere ihtiyacımız var. Mimarlar kadar Allah’tan korkan, vicdan ve ahlak sahibi yöneticilere ihtiyacımız var. Hocalara ihtiyacımız var. Bilge gibi düşünüp kahraman gibi hareket ederek, talebelerine korkmayı öğreten hocalara ihtiyacımız var. Neyden korkup neyden korkmayacaklarını öğreten hocalara ihtiyacımız var.

(İhtiyacımız var çünkü yok öyle hocalar. Yok ki bulamadık Turgut Cansever’in izinde yürüyecek bir mimarlık bölümü açmak için doktorasını yapmış üç mimar.)

2014 verilerine göre Türkiye’de 122 üniversitede mimarlık bölümü var. Ve bunların q’i faal. Düşünsenize her yıl kaç bin mimar mezun oluyor! Ne yapıyor bu mimarlar. Cevap için etrafınıza bakmanız yeterli. Her şehirde bütün mimarlar aynı şeyi yapıyorlar. Bölgeye özgü hiçbir kazanım yok. Yöreye özgü malzeme kullanımı ya da üslup zenginliği yok. Varsa yoksa yeşil alan ve komşuluk ilişkileri palavrasıyla sonsuz siteler, sokak arası ucube apartmanlar ya da onları bile gölgede bırakan gökdelenler.

Bunda herkesin payı var. Siyasiler başta olmak üzere, hocalar, talebeler, sokaktaki adamlar ve evdeki kadınlar. Hepimiz suçlu ve hepimiz masumuz bu yüzden. Hepimiz zalim hepimiz mazlum.

Baki selamlar.

Not: Dikkate alınırsa bu yazıya itiraz eden çok olacak. Ama diyecekler, yazılanlarla gerçekler uyuşmuyor. Şartlar diyecekler, konjonktür diyecekler, maişet diyecekler vs. Hepsini ben de biliyorum. Buna rağmen savaşmaktan bahsediyorum. Buna rağmen insanın elini bırakmamaktan bahsediyorum. Buna rağmen kalbimizi karartmamaktan bahsediyorum. Buna rağmen ısrarla ve inadına küçük ölçekli yapılardan, inadına bahçeli evlerden, inadına manzara ve mahremiyet hakkından. İnadına insan kalmaktan.

Facebook Yorum

Yorum Yazın