KOPARTILAN BİN YILLIK GEÇMİŞİMİZ!..
" 1- Sen ey ağır yük yüklenen! ( Nebi)! 2- Kalk gecenin ilerleyen bir vaktinde! 3- Gece yarısı, ondan biraz eksilt. 4- Veya biraz ilave et; ve oku Kur'an'ı sindire sindire!. 4- Çünkü Biz, sana ağır bir söz indireceğiz . 6- Elbet ( şu) gece dirilişi var ya ; işte o pek derin bir iz bırakır ve okuyuş açısından daha etkilidir. 7- Üstelik gündüzün seni bekleyen bir yığın görev vardır." ( Müzzemmil sûresi)
Ayetlere kısa bir yorum:
"Tertîl: Kur'an'da sadece iki yerde kullanılır. ( diğeri 25:32). İkisi de vahyi anlama ve hayata aktarma bağlamında gelir. Tertîl, tebyîn ve tefrik ile açıklanır. Bir şeyin " intizam" ve " istikametine" delalet eder.
Hz. Aişe'nin tarifine göre tertîl, eğer biri harfleri saymak istese, sayabileceği kadar okumaktır. Mufassal sûreleri ( Kaf-Nas arası) bir gecede okuduğunu söyleyen birine İbn Mes'ud " Desene şiir döktürür gibi döktürmüşün" diye cevap verir.
Kur'an'ın Mushaf'a iindirgenmesi gibi, tertil tecvide, tecvid telaffuza, kıraat ses sanatına indirgenmiştir. Tertil emrinin amacı, vahyin mânalarının akleden kalbe iyice hakkedilmesidir. ( İsrâ 106)
Başkasına aktarırken de ağır ağır okumayı emreder. Bundan 7 yy. önce yaşamış büyük müfessir Kurtubi (ö.1273) dâhi tertilin yerini sadece güzel sesle okumanın almasından şikayet eder.
Gece kalkışı, bir bakıma " gece dirilişi"dir. Nâşie, ölü toprağın canlanıp yeşermesini ifade eder. Kur'an, kuraklığın ardından yağan rahmet gibidir, ölü kalplere can verir." ( Kur'an Meali)
Yani, bin yıllık millet tarihimizde, Müslümanlık hayatımızda, Batı kültürünü, giyimini, kuşamını, her hal ve davranışlarını bu aziz millete kabul ettirerek , millet efradı sanki uçamaz, kanat çırpamaz bir kuşa döndürülmüş, ne yaptığını, yapacağını bilemez duruma düşürülmüştür.
Zannedildi ki, başa fotr geçiiirilirse, ayağa pantolon giydirilirse, boyunlara kıravat takılırsa, ellere kadeh alınırsa, balolara gidilirse, dans ve baleler tertip edilirse, ileri gidilecek, ilerici olunacak ve tüm eskiye ait ne varsa onlardan kurtulunmuş olunacak. Şu alıntıma dikkat çekmek istiyorum:
" Bu yenilik ilkeleriyle arka arkaya yapılan inkılâplar sonucu yeni Türk Devleti ve Milletin bin yıllık geçmişi ile bağları tamamen kopartılmış,; daha sonra yapılan Harf İnkılâbı ile de İslam Dini'inin ana kaynağı olan Kur'ân-ı Kerim'le halkın irtibatı kesilmiş olduğu bilinmektedir.
Çünkü Osmanlı'nın nev'i şahsına münhasır yazısı Kur'an'ın yazısına ; dil de Kur'an'dan aldığı kültür ve teknik kavramlar sebebiyle zenginleşmişti ve ve dolayısıyla onun diline çok yakındı.
Mübalağasızca denilebilir ki o yazı ve o dil sebebiyle her Osmanlı Aydını Kur'an'ın aslını teşkil eden muhkem ayetlerin ekserisini anlayabiliyordu.
Türkiye Cuumhuriyetinin 3 Ekim 1928 tarihinde çıkardığı bir kanunla, Arap alfabesinin yerine Latin harflerinin kabulü ile Türk Milleti, tüm dünya Müslümanlarının ortak dili olan bir nevî Kur'an dilinden, dolayısıyla Kur'an'dan uzaklaştırılmış oldu.
Daha sonra da Türk Dilini yabancı unsurlardan temizleme ve arındırma faaliyetleriyle, çoğu Kur'an ve Hadis'ten gelen ve Türkçe yerleşmiş ve Türkçeleşmiş Arapça teknik terimler Türk dilinden ayıklanarak, bu gün de şahit olunduğu gibi yerine Batı kökenli ve bir çoğu da uydurukça olarak türetilmiş kelimeler dilimize yüklendi.
3 Mart 1924 tarihinde çıkartılan " Tevhid-i Tedrisat" Kanunu ile halkın din eğitim ve öğretimi Maarif Vekâletinin uhdesine verilmiş, Ancak 1950'li yıllara kadar sistemli bir şekilde Din Eğitimi verebilecek ciddî bir müessese kurulup faaliyete geçirilemediği gibi, Müslüman halkın dinî öğrenim ihtiyazlarını karşılamak maksadıyla, kendisinin kurduğu mekteplere de bu müsaadenin verilmediği, resmı kaynaklarda yer almaktadır." ( A. Kabaklı, Tem. Duruşması, sayfa 155)
Kopartılan bin yıllık geçmişimiz!..
Ne yazık ki, günümüz dünyasında, hali hazır, geçmişimizden koptuğumuz, koparıldığımız için perişanız, bedbiniz ve payimalız. Bu sebeple, milletimiz, geleneksel, atalarcı Kur'an okumalarına terkedilmiş, Kur'an'ın anlam dünyasından bihaber şekilde yaşayıp gitmektedir.
Günümüz dünyasında, ülkemizde, şeyhler, müridler, gavslar, mehdiler, Mesihler ve Feto'culuk söz sahibidir. Neden ve niçin? Aziz milletimizin kolu, kanadı kesilmiş, Kur'an'ı anlamaktan, emirlerini yaşamaktan aciz duruma düşürülmüş iken, bu millet kime gidecek, din adına kimlerden yardım alacaktı? Suçlu kimdir ve kimlerdir?
" Ahmed Yaşar Ocak'ın da dediği gibi, " Cumhuriyet döneminin 1950'lere kadar olan devresi, basının da yardımıyla her alanda İslamî Düşünce'nin ve yaşantının, devletin baskısı ve hatta müdahalesi altında kalmasıyla karakterize edilebilir...
Buna rağmen bu devrede geleneksel ve muhafazakâr İslam anlayışı şu iki aracı zümre sayesinde yeni nesillere aktarabilmiştir. Bunlar: 1. Taşradakı Son Osmanalı medreselerinin bakiyesi, taşra uleması.
2. Yeni rejime rağmen gizli gizli faaliyetlerine devam eden sufi çevrelere mensub taşra ve şeyhleri olduğu ve bugünkü Türkiye'nin Müslüman halkı ile aydın kesiminin bu iki zümreye çok şey borçlu olduğu söyleniyor.
Yazılı ve sözlü anlatımların ifadesine göre bu dönemde, yasaklanmasına rağmen Kur'an gizli gizli okutulmuş, yazılmış ve ezberlenmiştir. Ancak şartlar ve o şartlar bağlamındaki ortamda, Kur'an okuma ve öğretiminde Resûlullah ve Ashabı'nın " Tertîl Metodu" uygulanamamış, sadece Kur'an'ı korumak ve gelecek nesillere aktarmak maksadıyla gelenekçi bir metod uygulanmıştır.
Manası anlaşılmadan, tefekküre esas teşkil eden ayetleri üzerinde düşünülmeden ve İlâhî kanunları hayata geçirilme kaygı ve amacı olmadan Kur'an okunmuş, ezberlenmiş ve yazılmıştır.
Onları mazur görmek ve A. Yaşar Ocak'ın da dediği gibi o nesle minnet borçlu olduğumuzu bir defa daha itiraf eetmekle beraber, bu gün, geçmişle kıyasladığımız zaman , Demokratik sistemin, kısmen de olsa insanlara getirdiği rahatlık ortamına rağmen o gelenekçi Kur'an okuma metodunun hâla devam ettiriliyor olması sebebiyle de üzüntülerimizi belirtmeden geçemiyeceğiz." ( A. Y. Ocak, Dünden bu güne zihniyet değişikliği, say. 146-147)
Netice olarak;
Günümüz dünyasında, çarpık, çarpıtılmış bir İslam anlayışını yaşamaktayız. Şeyhlerin, Müridanın ve Feto ve benzeri çömezlerin başını çekmiş olduğu bir İslam anlayışı!..
Bu duruma gelmemizi hiç bir kimse araştırmak, eleştirmek, gündeme getirmek tenezzülünde bulunmamaktadır.
Herkesin elinde internet, telefon bağımlılığı, Faceebook aracılığıyla, bilir bilmez, okunur okunmaz yorumlar yapıyor, buna da "işte Müslümanlık budur" deyip yaşayıp gidiyoruz.
Yani, dinin sırtından geçinen üfürükçüler, hokkabazlar, cinciler, efsuncular çıkmış ise, suç kimindir? Bu tür hokkabazları, soytarıları kimler meydana sürmüştür?
Milletimizi, dininden, diyanetinden ederseniz, tabii ki, bu aziz millet, dini ihtiyaçlarını bilir bilmez kimselerden öğrenecektir. Bunun sonucunda da, ortaya çarpık, kargacık, burgacık bir İslam yaşayışı çıkacak ve çıkmıştır.
Adam, İslam harflerini unutmuş, bunun yerine pekde alışamadığı, yabancı kültürü, yabancı yaşayışları almış olduğu için çok çok perişan ve mağduriyeti yaşamaktadır. Yani, milletimiz, bin yıllık mazisinden kopartılmıştır... Selam ve dua ile...
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın