İNSAN; YER YÜZÜNDE HEM HALİFEDİR HEM DE KULDUR !..
" Hani, senin Rabbin melaikeye " Ben yeryüzünde bir halife tayin edeceğim" dediği zamanda şöyle sormuşlardı: " Yeryüzünde fesat çıkaran ve kan dökmekte olan birini mi atayacaksın; üstelik biz seni hamd ile tesbih ve takdis edip dururken?" ( Allah) cevap verdi: " Şu kesin ki, ben sizin bilmediğiniz şeyleri de bilirim." ( Bakara sûresi, âyet 30)
Zikrediilen bu müthiş ayeti kerime meali üzerinde kafamızı çalıştırmak, akılların yorulması çk çok güzel bir çalışma olacaktır. Çünkü;
" Burada çeviriye manasıyla değil işleviyle yansımış olan bir vav vardır. Vav'ın ibtidaiyye işlevi çeviriye paarağraf başı olarak yansımıştır. Bu kıssanın ana fikri şudur:
İnsanın yeryüzündeki varlık amacı , ne melekliktir ne de şeytanlık; hatası ve kusuruyla insanlıktır, insanlık... İş bu yüzden , insan beşer doğar, irade ve akılla insan olur. Vahiy irade ve aklı kullanma talimatıdır.
Melâike, meleklerin çoğuludur. Sonundakı ta'yi çoğula delalet eden müenneslik ta'sı değil de allâme ve nessâbe gibi mübalağa ta'sı olarak niteleyen bir ekol de vardır. Melek'in türetildiği milâk bir varlığın kendisine dayandığı şeydir. Yani,
bir şeyin meleği onu ayakta tutan nokta / nübüvvettir. Araplar şöyle der: " Kalp cesedin melikidir". Bu açıklamayı kendisine borçlu olduğumuz Râğıb, Kur'an'daki kullanımlarından yola çıkarak meleğin bir şeyi yönetmekle görevli ruhani varlıklar olduğunu, dolayısıyla her melek'in melâike olduğunu , lâkin her melâike'nin melek olmadığını söyler.
Ona göre melâike daha çok ibadet ve zikir ile meşgul olan ruhanî varlıklar demektir. Melâike'nin maddî âleme ait unsurları yönetmesi gerekmez. Kelimenin melkten türetilmiş olduğunu söyleyenler de " kuvvet, dinamik" anlamına geldiğini ifade ederler.
İnsanda bir tavır ve davranışın otomat bir biçimde iyice yerleşik hâle gelmesi de aynı kökten gelen meleke sözcüğüyle ifade edilir. İsrâ 95'te, aynı cümle içinde hem tekil ( meleken) hem çoğul ( melâike) olarak gelmesi, tekil ve çoğul arasındaki bu keskin ayrıma ihtiyatla yaklaşmamız gerektiğini akla getirse de , âyetteki kullanımın tamamen farklı bir gerçeği vurgulamak olduğu açık.
Râzi, Âdemoğlu'nun emrine âmâde olan meleklerin özellikle " yeryüzü melekleri" olduğunu söyler ki , bu söz konusu " farklı gerçeğin" püf noktasını teşkil eder." ( Kur'an Meali, M. İslamoğlu)
Demek ki, insanoğlu, kendi yaratılışın, ne için halk olunduğunu düşünürse, boşu boşuna yaratılmamış bir insan olduğunu görmüş olacaktır. Ama, insan, kendi halini, değerini, varlık sebebini hiçe sayarda, basitleşirse, sair hayvanlar alemi ile arada ne farkı kalacaktır.
Bilhassa, günümüz dünyası göstermektedir ki, her halükarda, her imkan, her şey insanın emrine amâde edilmiştir. Denizlerin keşfi, göklerin fethi, yldızlara ulaşma, ayı tozlu yol haline getirme eylemi tamamen insanoğlunun halledeceği, becereceği, başaracağı işlev haline gelmiştir.
" Halife, hem ismi fail hem de ismi mef'ul kalıbı. Fail olarak " bir başkasına vekalet eden" , mef'ul olarak " bir başkasına vekalet eden", mef'ul olarak " bir başkasına vekalet veren". Bu ikinci anlamda insanın halifeliği nesillerinin bir biri ardınca gelişidir. Çoğulu halâif"tir.
Hulefa ise halif'in çoğuludur. Halif ile halife arasında mahiyet farkı vardır: Halife, iyi olanın vekili, yardımcıısı, sözcüsü, temsilcisi iken ; halif kötü olanın yerine geçen, onu temsil eden , ona vekalet eden anlamına gelir.
Âyette halife her ne kadar tekil gelmişse de, tıpkı ilk atalarının adıyla anılan Türk, Ari, Sami, Mudar kavim ve kabileleri gibi Âdem'de insan soyunu sembolize eder ettiği için insan neslinin tümüne delalet eder .( Zemahşeri)
Kur'an'ın hiç bir yerinde bu kelime tekil ya da çoğul olarak Allah'a izafetle kullanılmıyor. " Allah'ın halifesi" olmaz. Kâdî Ebû Ya'la'nın dediğii gibi : " Ancak kayıp olan veya ölen birisinin halifesi olunur.
Oysa ki Allah ne kayıp olur, ne de ölür " ( el-ahkâmu's-sultaniyye, say. 15) Ne ki En'am 165'te yeryüzüne izafetle " yeryüzünün halifeleri" olarak kullanılıyor. Bu kullanımın açıkça gösterdiği şey birinin yerine vekalet ve niyabet anlamına değil, tıpkı siyasal alanda kullanıldığı gibi, " tedbir" ve "imar" anlamına geldiğidir.. Özetle insan yeryüzünün " kalfası" kılınmıştır." ( a..g.Meal)
Netice olarak;
Aziz Kur'an'da, özellikle insanın " yaratıılış" ve çoğalış serüveninin niteliğiyle ilgili ayetlerde ce'ale fiili kullanılmaktadır. Hatta kimi âyetlerde aynı cümle içerisinde ilk yaratılışı ifade eden halaka ( yarattı) fiili kullanılmaktadır.
Ayette zikredilen üç eylem ve amel hamd, tesbih, takdistir. Aziz Kur'an'da geçen şuurlusu, şuursuzu iradelisi, iradesiziyle tüm varlıkların ortak eylemi olarak geçer.
Hamd, tesbih ve takdis, sadece " konuşan iradeli canlı" olan insana has değildir. İnsan bu evrensel konuya bilinçli olarak katılırsa, insanın sesi evrenin sesiyle uyum arz etmiş olur.
Demek ki, ayette sembolize edilen şey , insanın Allah nezdindeki müstesna yeri ve değeridir. Bu değer, meleklerin de aday oldukları bu makama insanın layık görülmesiyle ifade edilmektedir.
İnsan dahil hiç bir yaratık, sahip olduğu değer ve meziyetlere kendiliğinden sahip değildir. Tüm diğer varlıklar gibi insan da " kerametini" Allah'a borçludur.. Selam ve dua ile...
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın