İLK GÜNAH !..
" Ve Rabbin, Âdemoğlunun sulbünden onların nesillerini çıkardığı her zaman, onları kendileri hakkınıda tanık kıldı: " Ben değil miyim sizin Rabbiniz?" Onlar da " Kesinlikle" dediler, " buna biz şahidiz! ( Bunu hatırlattık) ki, Kıyamet Günü bizim bu gerçekten haberimiz yoktu demeyesiniz." ( A'râf sûresi, âyet 172)
Ayetten anladığımıza göre, " Âdemoğlunun sulbünden onların nesillerini çıkardığı zaman" ifadesi, üreme organlarının çalışmaya başladığı " buluğ zamanına" tekabül eder.
Büluğ yaşı, ibadet mükellefiyetinin ve cezai ehliyetin başlangıcıdır. Bizce Allah Rasulü'nün " Üç kişiden kalem kalkar: Büluğ çağına gelinceye kadar çocuktan.." hadisi, bu ayetin nebevi bir okuması gibi görünmektedir. Esasen hadisteki türden bir tesbit, ancak ilâhî bilgiye istinat edebilirdi.
İyi araştırıldığında, Hz. Peygamber'den sadır olan bu gibi haberlerin kaynağının vahiy olduğu, bu hadislerin vahyin nebevi bir basiretle okunması sonucunda ortaya çıktığı görülecektir. Büluğ yaşı çıtası, bundan öncesinin sorumsuzluk olduğu anlamına gelmez. Terbiye açısından her yaşın bir sorumluluğu vardır. ( Kur'an Meali)
İlk günah olarak da bilinmektedir. Hristiyan teolojisine göre tüm insanlığın tutsak olduğu günahkârlığın prototipi, insanın ilâhî âlemden düşüşüne sebep olan şey diye de nitelendirilmektedir. Hristiyanlığın teorisyeni Pavlus'un; " Bir kişi (Âdem) vasıtasıyla günah dünyaya girdi."
" Ve " Birisinin günahıyla bir çokları öldü." ( Romalılara, 5/12-21) sözlerinde tam ifadesini bulan aslî günah tasavvuruna göre Âdem'in cennette kendisine konan yasağı çiğnemesi ve bu sebeple cennetten çıkarılmasıyla insanlık günah ve ölüm çarkına tâbi olan bu yeryüzü yaşantısına mahkum olmuştur.
Hristiyanlaarın inancına göre dünyaya gelen her kişi Âdem'in bu günahını miras olarak taşımakta ve dolayısıyla günahkâr olarak doğmaktadır. Hristiyanlara mahsus olan bu anlayış ( İslâm inancıyla bağdaşmamaktadır." ( Satanizm, Prof. Dr. A. Güç, Diy. Yay.say.70)
Ne yazık ki, İslâm'da bulunmayan bu tip " aslî günah" gibi ifrat-tefrit noktasındaki düşüncelere, fırsat vermemek, kapı aralamamak en büyük vazifemiz olmalıdır. Örneğin,
İsmet sıfatı, masumluk sıfatı, peygamberlere has bir sıfattır. Mezhepleri dinin, İslâm'ın üzerine çıkarmış milletler, kitleler, ismet-masumluk sıfatını, günah işlemez, günahdan masumdur sıfatını imamların, liderlerin, din önderlerinin sıffatı olarak inanmaktadırlar.
" Ayetullah şu", "Ayetullah filan" vs. gibi. Halbuki, ismet sıfatı, " Allah'ın peygambere, kendi iradesiyle itaat etmeye yöneltip günah işlemekten sakındıran ilahi lütuf ve yardımda bulunması.. diye tarif edilir.
Söz konusu, aynı aşırılığı, yani, ismet sıfatını , ülkemizde, milletimiz arasında da görmek, şahit olmak mümkündür. Böyle bir iddia bir Diyanet mensubunda değil, bir akademisyende değil, bir tarîkat-şeyhi (!) bir, üstadda görmek mümkündür. Yani, " şeyhim günah işlemez" , " üstadım günahsızdır" demek, veya iddiasında bulunmak.. Dolayısıyla, mevzuyu ileri-geri sürdürmeden hemen Lokman Hekimi dinleyelim:
"... Kalbin şükrü marifetullah, lisanın şükrü hamd ve senâ, uzuvların şükrü ibâdettir.Hamd ve senâ şükrün başıdır. Şükrü de içine alır.
Şükredenin şükrü Allâh'ü Teâlâ'ya değil kendisine fayda sağlar. Çünkü o her şeyden müstağnidir, bizâtihî hemde lâyıktır." ( Kısas-ı Enbiya) Lokman hekim konuya şöyle devam etmektedir:
" Dört zamanda dört şeyi korumak, iki şeyi hatırdan çıkarmamak, iki şeyi de tamamen unutmaya çalışmak lazımdır. Korunacak şeyler: Namazda gönül, halk arasında dil, yeme içme sırasında ağız, bir kimsenin evine girilince de göz. Hiç hatırdan çıkmayacak şeyler;
Allah-ü Teâlâ'nın azameti ve ululuğu ile ölüm. Unutulması gereken şeyler: Bir kimseye yaptığı iyilik ve kardeşlerinden gördüğün kötülük." ( Kısas-ı Enbiya, say 568)
Başta, âhir-zaman Rasulü ve bütün Resul_Nebi'lere selam olsun. Onlar, bizim dünyada ve âhiret âleminde rahat etmemiz , iyi bir kul olarak Allâh'ın huzuruna varabilmemiz için, zorluğu, zoru başarmışlardır. Bizlere, örnek olmuşlar, gidilecek, takip edilecek dos doğru yolu,- sırat-ı müstekim- yolunu göstermişlerdir.
Netice olarak;
Yukarı satırlarda da değinildiği gibi, bir kısım layık olmayan insanlara " ısmet" sıfatını eklemek, onu peygamberlerle yarıştırmak, çirkin, nefretamiz bir haldir.
Örneğin, masum, bilinçsizce ve bağlılarını kurtarmak amacıyla Fetö'nun kendini ön plana çıkarması ayıbın ayıbı, nefretin nefreti, çirkinliğin çirkinliğidir.
Böyle bir kimsenin, şu ana kadar, her hangi bir marifeti, müritlerine öz veri gösterdiği olmamışken, kendini herkesten üstün, faziletli görmesi çok çok ayıp, tiksinilecek bir davranıştır.
Çünkü, ısmet sıfatını kullanmak, sadece peygamberlere verilmiş bir haktır. Yoksa, ulu orta Fetö gibi kimselere, Adnan Oktar gibi zavallılara bu sıfatı yakıştırmak çor çirkin bir haldir.
Böyle bir sıfatı, İslam'ın önde gelen dört halife-i mürşide efendilerimize yakıştırılmazken, nasıl olurda, günümüz dünyasında bir kısım hödüklerin böyle bir sıfatla ön plana çıkmaları, kendilerini kurtarıcı olarak lanse etmeleri ayıbın ayıbı, günahın günahıdır. Selam ve dua ile...
Şerafetti Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın