HİCRET; GERİ DÖNÜŞ VE HESAP SORMA EYLEMİDİR!..
"Melekler, kendi kendilerine zulmedenlere canlarını alırken " Sizin neyiniz vardı?" diye soracak. Onlar, " Biz yeryüzünde güçsüzdük!" diye cevap verecekler. ( Melekler) " Allah'ın arzı yeterince geniş değil miydi, hicret etseydiniz ya?" diyecekler. İşte bu tiplerin varacağı yer cehennemdir; orası ne kötü varış yeridir." ( Nisa Sûresi, âyet 87 )
Ayeti kerimenin sebeb-i nüzulünden şu gerçekleri anlıyoruz:
Bilindiği üzere; gerçek imkansızlık, imanı imkan olarak kullanmamaktır. İbn Abbas'tan: Rasulullah (sav) döneminde müslümanlardan bazı kimiseler müşriklerle beraberdiler. Ok gelir onlardan birine isabet eder ya da kılıç darbesiyle ölürlerdi.
Buna rağımen, bazı mü'minlerin " Onlar bizim kardeşlerimizdi, onlar için istiğfar edelim" demesi üzerine bu âyeti celile nazil olmuştur. Şu ayeti kerime de konumuza ışık tutmaktadır:
" İman eden ve hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla her türlü çabayı gösterenler, Allah nezdinde daha yüce bir makama sahiptirler; zira işte onlar başarının gerçek sahibidirler." ( Tevbe sûresi, âyet 20)
" Lügatte " terk etmek, ayrılmak, ilgisini kesmek" anlamına gelen hecr, hicran mastarından isim olan Hicret, " kişinin herhangi bir şeyden bedenen, lisanen veya kalben ayrılıp uzaklaşması" demektir; ancak kelime daha çok " bir yerin terk edilerek başka yere göç edilmesi" anlamına gelir.
Ali Şeriati'nin tabiri ile " Hicret, ilk önce nefislerimizdeki her türlü gayri İslami anlayış ve duygulardan arınmak, amellerimize yerleşen gayri İslami davranış ve alışkanlıkları terk etmektir.
Hicret, insanın en çok sevdiği, fakat Allah'ın dininin yaşanmasına engel olduğu zaman, vatanın, milletin, ailenin, sosyal sınıfın ve makam-mevkiin, Allah'ın dinine hizmet etmek için terk edilmesidir.
Hicret bir kaçış değildir. Aksine kâfirlere ve zalimlere terk edilen mevkii ve haklarımızı geri almak, mücadelenin şartlarını yaşanır hale getirmek için hazırlanmaktır. Yani " geri dönüş ve hesap sorma eylemidir" hicret.
Evet, ilk önce nefislerimizdeki her türlü gayri İslami anlayış ve duygulardan arınmak, amellerimize yerleşen gayri İslami davranış ve alışkanlıkları terk etmektir.
Bizde olmayan, fakat başkasının bizde var zannettiği yüksek payelere sırf onların zanlarına aldanarak sahip olduğumuzu kabul etmemiz ne kadar tuhaf?
Kendimizle olan kavgayı kazanmış, beden ülkemizde vahdeti sağlamış, kendimizle barışmış isek şimdi kendimiz olarak yola koyulabiliriz. Tabii bu anlayış biçiminin içini dolduran yegâne şey şahsiyettir.
Ödünç kafayla düşünmeyen, ödünç kalple duymayan, kendi kafasıyla düşünüp kendi kalbiyle duyan şahsiyetli insan. Zaten yaşadığımız sorun, ağızlarından çıkan sözlerin ne manaya geldiğini ikrar edip ona göre dil kullana bilen sahici, şahsiyetli insan unsurunun çok az oluşudur. " ( İktibas, H. Ertürk, Mayıs 2009, say.39)
Demek ki, hicret etmek için, öncelikle ve evveliyatla hicrete hazırlanmak, nefsi hertürlü şirkten, riyadan, sapkın fikirlerden arındırmak, Allah'ın emrettiği şekilde bir kul olmak lazımdır.
İşte, Rasulullah (sav) ve yakın dostları, yetiştirmiş olduğu, kendi imbiğinden geçirmiş olduğu cemaati, sahabesi bunu yapmışlar, önce, küfrün, şirkin salvolarına, saldırılarına karşı her türlü mücadeleyi vererek kendilerini hazırlamışlardır.
Ondan sonrada, yüce Allah'ın emri üzere,, devleşmek, geri dönmek, devlet olmak, kendi yasalarını hayata geçirmek için Medine-i Münevvere'ye hareket etmişlerdir.
Hicret sorasında, Medine'de öylesi bir devlet, öylesi bir nizam hayata geçirilmiştir ki, dün ve bu gündür, hep o anı, o nizamı, düzeni özler, anlar, o hayalle veya gerçek düşünceyle yaşar olmuşuzdur.
Rasulullah (sav) ve yakın arkadaşları, bu kutlu yolculuğa çıkmamış olsalardı, kutlu Mekke yolculuğu yapılmayacak, Mekke semalarında Lat, Menat, Hübel ve Uzza'nın çıngıraklı seslerinden geçilmez olacaktı.
Ama, hamdü sena olsun ki, kutlu Hicret yolculuğu, on bin askerle, mücahidle tekraren geri dönüş olmuş, Kâbe'nin damında Bilal ezan okumuş, Halid Bin Velid , Mekke sokaklarında, tekbir tekbir dolaşmıştır.
Netice olarak;
21 nci çağın insanları da, hicret düşüncesini iyice anlamalı, İslam'a hizmet için eylem hazırlığında bulunmalıdır.
Ama, bu çetin yol, kolay bir yol değildir. İman, sabır, sebat ve olgunluk bulunmaktadır. Bilhassa, vatan söz konusu olduğu vakit, hicret bir kaçış olmaktadır. Dini müdafaa söz konusu olduğu zaman, hemen hicrete, yaşamış olduğu alanı terketmeye kaçış denmektedir.
Bilhassa, millet olarak, Anadolu sevdamız, Türkiye mücadelemiz bu şekil olmuş, böylede olmaya devam edecektir.
Vatanı, dini, imanı koruyuşumuz, bin yıllık Müslüman Türk tarihimizin en tabii anlatılır, göze görünür realitesi olmuştur.
Malazgirt'te üveyk misali küfrün, küffarın üzerine çullanmış, elli bin civan mert; iki yüz bin küffar ordusunu hak ile yeksan etmiş, tepelemiştir.
21 Yaşındaki genç Fatih Muhammed Han, Feth-i mübini gerçekleştirerek, dün bu gündür Ayasofya camii kebirini milletin hizmetine sunmuştur. Dileriz ki, Ayasofya camii kebirinde, ilelebed Kur'an okunur, anlaşılır ve emirleri ümmete ve milletimeze duyularak hayata geçirilmiş olur.
O halde, ümmet olarak, millet olarak, hep birlikte, gönül birliği içiresinde Hicreti yaşamaya var mıyız? Selam ve dua ile...
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın