A.Raif ÖZTÜRK

A.Raif ÖZTÜRK

Mail: araifozturk@hotmail.com

Hani; Okul açmak, Hapishane kapatmaktı?

70 Küsur Yıllık ömrümün başlarından beri hep, “bir okul açmak, bir hapishane kapatmaktır” atasözüyle büyüdük. 

Bu söz, önceki okullara; Sıbyan Mekteplerine göre, Medreselere, tekkelere, zaviyelere göre, elbette çok doğruydu. Fakat bir asırdan bu yana süregelen lâik okullara göre, maalesef tamamen tersine dönmüş durumdadır. Son 100 seneden beri her bir okul açtıkça, maalesef iki-üçhapishaneye ihtiyaç duyulur oldu. 

Bu durum; ne yazık ki, artarak yaşanan tüm olumsuzluklardan, hırsızlıklardan, kapkaçlardan, çeşitli tuzaklarla banka hesaplarını boşaltmalardan,soygunculardan, tecavüzcülerden, kadın cinayetlerinden, teröristlerden, deistler ve ateistlerden ve tüm problemlerinartarak devam ettiğinden, çok net fark ediliyor. 

Bütün bunlara rağmen, bu acı gerçeği bendeniz, ayrıca resmi kurum TÜİK İstatistik rakamlarına göre de ispatedeceğim. Yeter ki bu yanlış gidişe de artık bir neşter vurulsun ve eski huzur, güven ve mutluluklara tekrar kavuşulsun…

1927 Yılında yapılan bir istatistik, okuma yazma oranının %10,5 olduğunu gösterirken, bugün ise %95’leri geçtiğini gösteriyor. Üniversite sayısı ise 1927’de değil, 1982 de bile sadece 19 idi. Bugün ise 205 üniversitemiz vardır.

Bu tabloya ve yukarıdaki atasözüne göre, cezaevlerinin sayısının düşmesi gerekirken, maalesef müthiş artışlar oluyor!

1927’lerdeki hapishane sayısı sadece 15 civarında iken,2022yılına kadar cezaevi sayısı 384’e yükselmiştir. Çok üzülerek söyleyelim ki mahkûmların kâhır ekseriyetini genç ve yüksek tahsilliler teşkil ediyor, yani cahil veya orta tahsilliler değil...

ŞİMDİ LÜTFEN DİKKAT: 

Çok değil, 150 sene öncesine kadar, ülkemizin her yerinde olduğu gibi, sadece İstanbul’umuzun merkezî camilerinin dış duvarlarında veya meydanlarda 160 adet SADAKA TAŞLARI bulunuyordu.

Peki, bu ne demekti?

Araştıranlar çok net göreceklerdir ki sadaka taşları; günün her saatinde içinde gümüş ve altın paralar bulunan ve herkese açık olan TAŞ OYUKLARDIR. 

Fakir ve yoksullar, hem rencide olmasın ve hem de verene minnettar olmasın diye, zenginler sadakalarını, infaklarını ve zekâtlarını loş bir karanlıkta o taşlara bırakıyorlar. Yoksullar ve fakirler ise o taşların başına gidip, sadece birkaç günlük ihtiyaçları olan miktardaki para veya altını alıp, “diğerleri başka muhtaçların hakkıdır” diye bırakarak ayrılıyorlardı.

O taşlardaki paralar tamamen açıkta oldukları halde, o para ve altınlara hiçbir normal vatandaş el uzatmıyordu. Çünkü imanın 6 şartına tam inanıldığı için, Yüce Yaratıcımızın “oradaki para ve altınların yoksul ve fakirler için bırakılmayı emrettiğini, bir yanlış yaptığında Ahirette cezalandırılacağını bildiği için” asla el uzatamıyordu. Yüce Rabbinin kendisine nasip ettiklerine razı olup, şükürler ediyordu.

• Peki, bugün öyle mi? 

Bugün o sadaka taşı kültürü tekrar faaliyete sokulsa, acaba netice ne olur? 

Hiç düşünebiliyor muyuz? 

Kesinlikle hepiniz; “Ya hocam, bugün şifreli kasalar, güvenlik kameralı bankamatikler, başkalarına ait hesaplar, yüksek tahsillilerin akıl almaz hile, sahtekârlık ve şifreleri çözme plânlarıyla boşaltılıyor. Yolda giden kadınların çantaları, emeklilerin maaşları veya masum kişilerin telefonları bile gasp ediliyor. Hiç öyle bir sadaka taşı sistemi işletilebilir mi?”diyeceksiniz…

Peki, bu gün NE EKSİK bırakılmış da, güzide halkımızın büyük bir kısmı, bu durumlara düşmüş veya düşürülmüş?..Öncelikle ve objektif araştırmalarla bunu teşhis edelim.

Bir asra yanın zaman önce ve LOZAN sonrasında, bin yıldan beri ÎMANLI NESİLLER yetiştiren, Medreseler, Zâviyeler, tekkeler vs. kapatıldı. Kur’ân kursları da kapatılarak, öğretilmesi tamamen yasaklandı. Şarkı ve türkülerdeki ALLAH kelimesi bile yasaklandı. 4000 cami tek parti lokali, depo, ahır, gazino haline getirildi. Basit bahanelerle binlerce DİN ÂLİMLERİ asıldı.

Bu faaliyetlerle halk tamamen sindirildikten sonra; tüm okullarımızda lâik eğitim adı altında, Yüce Rabbimizin Esmâ ve Sıfatlarının bariz olarak tecellileri görülen TIP, BİYOLOJİ, BATONİK, COĞRAFYA, vs. derslerinde bile bu tecelliler;TESADÜFLERE veya TABİATA mâl edilerek, ALLAH’IN İCRAATI hâlen örtbas edilegeliyor. İlim olmadığı ve TEORİ olduğu halde, Darvin teorileri okullarımızda, sanki İLİMMİŞ gibi dayatılarak okutulageliyor.

İnsanın “yaratılmadığı”, “maymundan türediği” teorisi yutturuluyor.

Böylece bir asırlık nesil, Allah cc, DİN ve ÎMANDAN mahrum ve yoksun yetiştiriliyor. 

Sonra da sanki her şey normalmiş gibi; “Acaba bu azgın ve sapkın nesil, NASIL BU HÂLE GELDİ?” diye feryat ediliyor...

• Fakat İslâm Güneşi asla sıvanamazdı ve söndürülemezdi. Muhafazakâr ailelerin, evlâtlarına özel eğitimler verdirerek ve Bediüzzaman Hz.’nin inşâ ettiği Risale-i Nur Medreselerinin “sırran tenevveret” eğittiği bahtiyar bir kesim, çok azınlıkta da olsa kendilerini koruyabilmişlerdir. 

Bugün ülkemizin DEVLET OLARAK en önemli eksiği ve kusuru, bu acı tabloya halên kalıcı bir NEŞTER vurmamış veya vuramamış olmasıdır. Oysa yapılması gereken çözüm çok basittir. 

PEKİ, ÇÖZÜM NEDİR?

Çözümü, köşe yazısı sınırlarını zorlamamak için, bir sonraki CENNET Vatanımız, Nasıl “CİNNET Vatanı” oldu? ..başlıklı köşe yazımızda takdim edeceğiz. Saygı ve muhabbetlerimle.

Facebook Yorum

Yorum Yazın