DİRİLER; ÖLÜLER İÇİN NE YAPABİLİR?
" Allah, kendisinden başka ilâh olmayan, mutlak diri, hayatın ve varlığın kaynağı ve dayanağıdır; ne gaflet basar O'nu, ne de uyku.
Göklerde ve yerde olan her bir şey O'nundur. Onun izni olmaksızın katında şefaat edecek olan kimmiş bakayım? O, kullarının önünde - açıkta olan şeyleri de, ardında- gizli olan şeyleri de bilir; oysa onlar, O dilemedikçe O'nun ilminden hiç bir şey kavrayamazlar. O'nun sonsuz kudret ve otoritesi gökleri ve yeri kaplamıştır; üstelik onları görüp gözetmek O'na güç gelmez, Zira yüce ve azametli olan yalnızca O'dur. " ( Bakara sûresi, âyet 255)
Ayeti kerime içerisinde zikredilen ibareyi, el-kayyumu isminin bir açıklaması olarak görmek de mümkündür. Yani: " O hayatın ve varlığın kaynağı ve dayanağı olduğundan dolayı, O'nu ne gaflet basar ne de uyku".
Bu durumda el-kayyum " sürekli kendinde ve âgâh olan" anlamına gelir. Dolayısıyla, uyumayan ve unutmayan bir Allah'ın gözetiminde olduğunuzu unutmayın! Namazlardan sonra okunan âyetel kürsîlerin gayesi bu gerçeği her gün tekrar tekrar hatırlatmaktır.
" O'nun nezdinde, kendisi lehine izin verdikleri dışında hiç kimse için şefaat fayda vermez. Nihayet ( kıyametin) dehşeti ( ödül tevdi edeceklerin) kalplerinden giderilince ( ödüllendirilenler) soracaklar. " Rabbiniz ( sizin hekkınızda ) ne buyurdu? " Berikiler" Hak neyse onu. Zaten mükemmel olan da, büyük olan da sadece O'dur." dileyeceklerdir." ( Sebe sûresi, âyet 23)
Ayeti kerimeden şu hususları anlamamız mümkündür. " Limen"in hem şefaat edilen hem de şefaat edeni kastetme ihtimaline binaen " kendisi izin verdikleri dışında hiç kimsenin şefaati fayda vermez" anlamı da verilebilir.
Fakat buradaki lâm'ın da gösterdiği gibi tenfa'u fiili tümlece geçmeyip özne üzerinde kaldığı için şefaatin tüm olarak tamamı olumsuzlanmıştır. Bu ve tüm şefaat âyetleri; " onlar, O'nun hoşnut ve razı olmadığı hiç kimseye şefaat edemezler."
" De ki: şefaat yetkisi tamamıyla ve sadece Allah'a aittir." ( (39/44) âyetleri ışığında anlaşılmalıdır. Bu da şefaat'in Allah'a ait bir yetkinin kula devri değil, Allah'ın takdir ettiği ödülün sahibine tevdii olduğunu gösterir.
Ödülü veren Allah'tır. Ödülü takdim izni verdiği kimseyi de böyle onurlandırır. Dolayısıyla ödülün asıl sahibinin onu sunan olmadığını ifade eder. Âyetin öncesi de ödülü gerçek sahibi dışında kimseden istemeyi ifade etmektedir. ( Kur'an Meali)
Demek ki, bu ifadelerden, ayeti kerime meallerinden anladığımıza göre, ahirette beklenen şefaat ise, ancak Allah'ın iznine bağlıdır. O da sadece yüce Allah'ın razı olduğu kimseler için söz konusudur.
Daha dünyada iken, onun rızasını kazanamamış bir kimseye şefaat edilemez. Ancak, Allah'ın razı olduğu kimseye, razı olduğu kimse için izin verildiği takdirde şefaat vardır.
Yüce Allah'ın razı olmadığı kimselere, şefaat edebilecek en erdemli insanlar bile şefaat etmek istemezler. Allah'ın ve Rasullerin dünya hayatındaki genel şefaatinden yararlanmamış kimselerin ahirette, Allah'tan başka bir şefaatçi beklemeleri de anlamsızdır. Dolayısıyla,
Akrabaların, eşin, dostun ve arkadaşların ölünün ardından yapacakları ve sevaplarına sevap katacak, ölmüşleri azaptan kurtaracak salih amellerini artırıcı her hangi bir iyilik yapmaları da aziz Kur'an'da söz konusu değildir.
"Ne ekersin elinle, o gider seninle"
Kim ve hangi müslüman kardeşimiz dünya hayatında yaşar iken, ne yapmış olursa , hangi eylemi işlemiş bulunursa, ahiret aleminde o nu karşısında bulacak ve görecektir. Dolayısıyla,
Ölmüşlerimiz için, sayısız Yasin okumak, bin bir hatimler kıraat etmek, mevlidler okutmak, benzeri hayır hesanatta adıyla ameller işlemenin bir faydaı yoktur. Ancak,
Diri kimselerin, ölmüşleri için yapacakları en mühim, en önemli görev, ölmüş yakınlarının vasiyetlerini yerine getirmek, varsa borçları varsa onları ödemek, ölmüş kimse için hayır duada bulunup Allah'tan bağışlanmasını, affedilmesini istemektir.
Zaten, ölmüşün cenaze namazına, duasına katılıyoruz. O sırada da bol bol ölmüş insan için dua ediyoruz. Bunun dışında yetmiş bin tevhid çekmek, devir ve iskatını yapmak gibi amelleri Kur'an'da bulmamız mümkün değildir.
Daha çok bunlar, dün ve bu günün, arada, ortalıkta dolaşan cercilerin kimselerin, ölü sırtından kazanç sağlayanların kimselerin meslekleri ve hünerleridir. Hakkında bir ayet, bir hadis bulunmamaktadır.
Bu hususta, diğer bir iyilkte, ölmüşün yakınlarını, arkadaşlarını, daha dünyada iken beraber oturup kalktığı dostlarını ziyaret etmek, ölmüş yakını yaşıyormuş gibi onlarla hasbihal edip, onların duasını almaktır.
Netice olarak;
Ölmüş yakınlarının üzerlerine terettüp eden en güzel vazife onları unutmamak, hayır duada bulunmak, onların ruhaniyetleri için sadaka vermek, garip gurabayı sevindirmektir.
Yoksa, falan şeyh hazretlerine iltica ederek, ölmüşü için ona dua yaptırmanın bir anlamı bulunmamaktadır. Bunlar, ayeti kerimelere göre, sakıncalı, reddedilen hususlardır.
Ölünün sene-i devriyesi sebebiyle mevlid töreni, veya mezarına " mum yakmak" gibi adetler, hiç de hoş olmayan törelerdir. Geçenlerde, bir parti lideri, ölmüş annesinin mezarına mum yakarken görüntülendi. Benim, çok çok hödüğüme gitmiş oldu.
Mesela, Akdeniz bölgesinde mezar başlarına çadır kurulması, helva yaptırılıp dağıtılması, mezarın üzerine karanfil cinsinden, çiçek sincinden, gül çeşidi konularak ölüye ikram edilmiş gibi adetler, İslam'da bulunmayan yanlışlardır.
Bu tür adetler, İslam'da bulunmayıp, daha çok Hristiyan dünyasında, Zerdüştizm, Maniheizm gibi beşeri dinlerde yapılan sapkın adetlerdir.
Rabbimiz!.. Tüm ölmüşlerimize rahmet eylesin. Makamlarını cennet kılsın! Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın