CEHALET ÖYLE BİR ŞEYDİR Kİ, FAY HATLARININ ÜZERİNE BİNA KONDURUR!..
" Sonra (Allah), bu elemin ardından size bir güven hissi , bir kısmınızı çepeçevre kuşatan bir dinginlik bahşetti. Diğer bir kısmınız ise canlarının derdine düşmüşlerdi. Allah hakkında, haddini bilmezlik çağına özgü, yanlış tasavvurlara kapıldılar. Diyorlardı ki: " Bizim, mutlak hükümranlıkta bir karar yetkimiz var da ( kullanmadık ) mı sanki?"
De ki: " Bütün yetki, yalnızca Allah'a aittir." Onlar ise içlerinde gizleyip sana göstermedikleri gerçek duygularını ( şöyle) dile getiriyorlardı: " Eğer karar yetkisi bizde olsaydı, burada bu kadar ölü vermezdik." De ki: " Evlerinizde kalmış olsaydınız daha ölümü mukadder olanlarınızı, o ölüm , elbet yataklarına kadar kovalardı. " Bu da, Allah'ın göğüslerinizde olan her bir şeyi sınaması ve kalplerinizde olanları artırıp damıtması içindir: zira Allah kalplerin içini bilir. " ( Âl-i imran sûresi, âyet 154)
Bilindiği üzere, câhiliyye, sıradan bir " bilmezlik" durumu olarak adlandırılamaz. Bu anlamda daha o günden Mekke'nin en kültürlü tüccarlarından biri olan Amr b. Hişam'ın " Ebu Cehil" olarak adlandırıldığı hatırlanacak olursa, bunun karşılığı bir " kendini bilmeme" , " haddini bilmeme" hâli bu olsa gerektir.
Bu aziz ayeti kerime mealini referans alarak, 6 Şubat 2023 tarihinde milletçe yaşamış olduğumuz elim acıyı, asrın felaketini dillendirmeye çalışacağım. Çünkü,
Millet olarak bizler, Türkiye toprakları üzerinde, yani fay hatlarının izaha muhtaç olmayacak kadar açık olduğu bir topraklarda yaşamaktayız. İsterseniz, Ege kıyılarını, , isterseniz Çukurova bölgesini, isterseniz Doğu Anadolu bölgesini, isterseniz Erzurum-Erzincan ve Marmara bölgesini, isterseniz en son milletçe yaşamış olduğumuz başta K. Maraş, Hatay bölgesi olmak üzere on İl'imizin, burada canhıraş ölenlerin durumunu düşünmeliyiz.
Halbu ki, deprem bir bilinmezlik sorunu değildir. Fay hatlarının, yer kabuğunun nerede kırık olduğunu veya olacağını bilim, ilim adamlarımız dobra dobra haykırmaktadırlar. Bunu rağmen, millet olarak bizler, ne Erzincan depreminden, ne Marmara felaketinden ders alarak, kendimizi on İl'imizde vuku bulan binlerce insanın dari ukbaya göç etmiş oldukları, Elbistan, Afşin, K. Maraş ve on İl'imize yöneltemedik.
Vicdanlarmız sağırlaştı, gözlerimiz sanki kör oldu, adım adım gelmekte olan depremi hissedemedik.Gözlerimizi hırs bürümüş, kalplerimiz katılaşmış, ne yaptığımızı, ne yapacağımızı bilemez hale gelmiştik. Yüksek yüksek binalarda yarış yaptık, cahiliyye hünerimiz tavan yapmıştı.
Cehalet, cahiliyye, yeni bir kavram olmayıp, taa bidayetine mes'eleyi götürmemiz lazımdır. " Kahinler ve şairler, Cahiliyye döneminin manevi hayatındaki boşluktan yararlanan iki sınıftır. Burada kahinlerin şarlatanlığına, sonraki ayetlerdeyse şaman koltuğundaki şairlerin tutarsızlığına bir atıf yapılmaktadır.
Özünde methiye ile hiciv arasında sıkışan cahiliyye şiirinin oturtulduğu bu sahte kaygan zemine bir atıf beklentisi yapılmaktadır. Zira şairin biri bir beklentiyle methiye diziyor, beklentisi karşılanmayınca aynı şair aynı kişi için ağza alınmayacak iftiralar düzüp koşuyordu.
Övgüsü de sövgüsü de yalan üzerine kuruluydu. Cahiliyye şairinin " akli" olana karşı " hissi" olanı temsil edişine de yergi içeren bir imâ vardır. " Bu anlatılandan anlıyoruz ki,
Cehalet veya cahiliyye, dün olduğu gibi bu günde eksilmeden devam etmektedir. Örneğin, müsbet ilimler, pozitifler bilgiler bu kadar ilerlemiş iken, bizler, millet olarak halen vuku bulan depremlerin ızdırabını yaşıyor isek, inadına inadına bu çıkmaza bir çözüm aramamış iken elbette ki, bu işin aslı cehalettir, cahiliyyedir.
Görünen odur ki, fay hatları, dağları, tepeleri şarha şarha yarmış iken, hala bu hallerden bir hisse, bir ibret alamayan " akılsızlara" ne demeliyiz? Yani, on İl'imiizde binlerce insan dâr-ı bekaya uçmuş iken, bundan ibret alamayan gafiller hiç olmazsa, yer üstündeki çürük yer kabuklarından hisse ve örnek almalıdır.
Sel yollarını bilmiyor isek, inadına inadına bu yollara binalar yapıyor isek, fay hatlarını dinlemeyip, yarılan yer kabuğunu görmezden geliyor isek, bu yapmış olduğumuz davranış insan düşmanlığı değil de nedir?
Afşin Haber Gazetesi Müdürü Halil Demir kardeş, her ne kadar yönetici pozisyonundaki birilerini tezkiye etmiş ise de, bendeniz bu tezkiye eylemine katılmadığımı alenen ilan ediyorum. Çünkü, Afşin'da yönetici poziyonundaki insanlar, şehrin halka açılmış yollarını bile satar iken, yüzlerce insanları, bir kişi hatırına işlenmiş bir cürme benim okey demem dini, vicdani, dürüstçe bir davranış değildir.
Netice olarak;
Yukarı satırlarda izah edildiği gibi millet olarak. bizler, cahilliğin, doymazlığın, aç gözlülüğün ıstırabını yaşamaktayız. Görmüş olduk, şahit bulunduk ki, Afşin-Elbistan ilçelerinde vukubulan deprem sayesinde yıkılan binaların, yükselen katların bir hamlede , bir anda " püff! " uçup gittiğini görmüş olduk.
Anlamış olduk ki, ülke toprakları, fay hatlarıyla yuğrulmuş, bezenmiş bir toprak parçasıdır. Millet olarak, bu topraklardan göçüp gitmemiz mümkün değil iken, çözüm yollarını, fay hattına karşı kurtuluş çarelerini bulmamız gerekir.
Madem ki, insanın bulunduğu yerde tabii afetler olacaktır. Deprem felaketleri, sel faciaları olacaktır. Çözüm yol, vatanı terkedip kaçmak değil, depreme, sele ve sair afetlere karşı tedbirli olmaktır.
Dere yataklarına ev, bina yapmamak, yer kabuğu olan yerlerden kaçmak, sair afetlerden milletçe uzak durmaktır. Yoksa, " bizim kaderimiz böyledir, bundandır" sözüne itiraz ediyor, bu konuda hiç bir iddiayı, direnmeyi "kader" olarak tanımıyorum.
Zaten, böyle bir " kader" anlayışı kral Muaviye'nin inandığı, dillendirdiği, devrin bilginlerine karşı inatlaştığı bir yanlış inanç şeklidir.
Rabbimiz!.. Bu aziz millet evlatlarına bir daha böylesi deprem afeti yaşatmasın!.. Selam ve dua ile...
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın