BİZLER; BU ÜLKENİN MAĞDURLARIYIZ
BİZLER; BU ÜLKENİN MAĞDUR VE MAZLUM MÜSLÜMANLARIYIZ!..
" İşte bu yüzden ( Ey Peygamber), Biz seni bütün insanlığa, sadece bir rahmet olarak gönderdik." ( Enbiyâ sûresi, âyet 107 )
Ayetin yorumu şöyledir:
" ' Âlemin'in bu bağlamdaki kapsamı, " insan soyu"dur. Yani, " tüm yaratıkları içine alır" yorumudur. Vahyin şifa eczanesinin insanlığın ezeli hastalıklarına derman olsun diye insanlığa ulaştıran bir rahmet.
Ya Rab!.. Şimdi ve buradan sesleniyoruz. Biz şahitiz ki o âlemlere rahmet oldu! Seni de buna şahit tutarız! Sen de bizim adımızı şahitler arasına yaz!
" İşte biz Kur'an'ı; ona inananlar için ( iç dünyalarını onaran) bir şifa ve rahmet ( eczanesi) olarak indirdik; ama o, zalimlerin yalnızca yıkımını artırıyor." ( İsra sûresi, âyet 82)
Ayetlerden anladığımıza göre, aziz Kur'an'ın tümü, müminler için, Kur'an'ın bir kısmı değil tümü şifa ve rahmettir. Kur'an, kendisine iman ön bilgisiyle yaklaşan mü'minin imanını, küfür ön yargısıyla yaklaşan kâfirin küfrünü ve münafığın nifakını artırır.
Bu ayeti kerimelerin ışığından yola çıkarak, şu hususları, yaşadıklarımızı, ilmik ilmik üzerimze gelmiş ve yaşamış olduğumuz ızdırapları, zulümleri, stresleri, baskıları izah etmeye çalışacağım:
Bir kere düşünmeliyiz ki; bu aziz millet evlatları, 18 yıl gibi bir zaman diliminde, minarelerinden beş vakit okunan ezanından edilmiş, o ilahi ses yerine, kargacık, burgacık bir telaffuzla, " tanrı uludur, tanrı uludur" seslerini işitmişizdir.
Milletimiz; camisine küsmüş, minaresine bakamaz olmuş, peşinde namaz kılmış olduğu hocanın dediklerine inanmaz olmuştur. Bu sebepledir ki, " Türkçe ezan", " Türkçe ibadet", " Türkçe Kur'an" ve benzeri haller tarihe karışır iken, millet evladlarına bir hayrı, bir faydası olmadan tarihin derinliklerinde yok olmuştur!..
Evet, bizler, bu ülkenin mağdur ve mazlum Müslümanlarıyız!.. Dindar insanımız, başına sarık saramamış, takke takamamış, cübbesine bürünememiş, bunların yerine, Batı'dan devşirilme, Fötr, gravat, daracık daracık pantolon giymeye zorlanmış, sakal bırakması alenen suç ilan edilmiştir.
İhtilalleri az çok bendeniz de hatırlıyorum: 27 Mayıs , 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat kaotik zorlamaları!.. Yaşamış olduğum bir anım, halen içimi yakmakta, moral dünyamı alt üst etmektedir:
12 Eylül sonrası idi!.. Görevli bulunduğum camiden çıkarak sabah namazı sonrası evime gitmekteydim. Ayağımda şalvar, başımda takke bulunmakta idi!.. Yolda yürür iken, yanı başımda, bir polis otosu durmuş oldu. Otonun camından başını uzatarak, haykıran polisin sesiyle irkildim.
" Bana bak hoca!.. O başındaki takkeyi alır, ayağındaki pantolonu çıkarır, parça parça eder, seni, yalın yapıldak evine gönderirim" dedi.. Evet, o polis efendi gönderebilirdi. Çünkü, yetki, imkân, otorite onun ve onun gibilerinin elinde idi!.. (!)
Şimdilerde, kürsüye çıkan hocalarımız mangalda kül bırakmazlar!.. İşte, nüfusunun % 98'i Müslüman ülke, İslam ülkesi!" falan diye.. Halbuki, biliyoruz, işitmişiz, okumuşuz, ihtilal günlerinde, Müslümanın; üzerine Kur'an koyarak, Kur'an okuduğu " Kur'an rahlesi" bile mahkeme salonlarında, o kişinin Kur'an okuduğunun şahidi yapılmıştır.
Evet, bizler, nüfusunun ekser kesimi Müslüman olan bu ülkenin mağdur ve mazlum Müslümanlarıyız!.. İsterseniz, Afşin Ashab-ı Kehf fahri imamı Muhiddin amcanın başından geçen nahoş bir mes'eleyi de arzedeyim:
Yıl 1944 yılları falan.. Dönemin kılıcının arkasının, önünün kestiği, Müslümanların, " Ben Müslümanım" diyen mazlumların, mağdurları yaşadığı bir zaman dilimi!.. Ben, Muihiddin hocamdan yıllar önce bu hadiseyi bizzat dinlemiştim:
" Ashab-ı Kehf camiinin tepesine çıktım. Etrafa şöyle bir göz gezdirdim, resmî üniformalı ve isimli bir kimse bulunmamaktadır. Besmele çektim, dayandım " Allahü Ekber, Allahü Ekber" diyerek ezan okumaya,. Ezanı aşkla, imanla, coşku ile okudum ve caminin tepesinden aşağı indim.
Aaa!.. Bir de ne göreyim!.. Nahiye Müdürü, Karakol komutanı ve bir kısım zevat, ben yukarda ezan okur iken, aşağı gelmişler ve beni dinlemişler!.. Karakol komutanı, derhal üzerime yürüyerek, bana iki tane okkalı tokat attı ki, halen de unutmam mümkün değildir!..
-" Sen; nasıl kanunlara mugayir ezan okursun!.. Yasaları çiğnersin?" dedi.. Evet, ben, suçluydum, Arapça ezan okuduğum için suçluydum. Hiç sesimi çıkarmadım. Aksi halde, yerim kodes olacaktı! Hey'eti gezdirdim, mümkün mertebe " Ashab-ı Kehf'i" anlattım.
Sonra, ayrılacakları zaman, Komutan arkada kalmış, beni bir köşeye çağırmıştı: " " Hocam!.. Sana vurdum, canını yaktım!.. Hakkını helal et, görev icabi bunu yaptım!" dedi.
Sonuç yerine;
Maalesef, yer yüzünde en mazlum, en mağdur bizim milletimizdir!.. 623 yıllık imparatorluk döneminde mollalar dışında, hiç insanımız bu günkü gibi aziz Kur'an'la buluşmamız, tefsir okumamış, meal nedir öğretilmemiştir. "Hoca bilir!.. Hoca anlar!.. Çemberinden dışarı çıkamamışız!.."
Hocalarda, " Ölüye mevlid, " ölünün kırkı, elli ikisi", " Ölüye telkin", " Ölünün devrinin yapılması" merasimlerinden başka hakikatle yüzleşmemişler, böylece altı asır boşu boşuna geçip gitmiştir!..
İmparatorluk döneminden sonra ise, sarık, cübbe, ilmihal, Kur'an okudun, okumadın sürtüşmeleri ile, bir kısım direnç sahibi hocalar idam edilmiş, bir kısmı kodeslerde hakka yürümüşlerdir. Örneğin, Âtıf hocanın idam edilmesi!..Gibi...
Ne acı ki, bir kısım zihniyet mensupları, hali hazır bu baskının, cebrin, tazyikin, coplamanın, tehdidin, kodese atmanın devam etmesini, el'an yaşamasını arzu etmektedirler!.. İşte, bunu fırsat bilen, Fetö gibi, bir hayalperestin, rüyacının, sahte Mehdi'nin, tam aramış olduğu ortam olduğu için, İHL. Kur'an Kursları, İlahiyat okullarının kapısına kilit vurulmasını salık vermektedir!..
Ama, şunu unutmamalıyız ki, bu mazlum millettin sahibi Allah'tır. Yaşamış olduğu mağduriyeti bilmekte ve sahibimiz olarak, bizleri zalimin zulmüne, cebbarın cebrine, diktanın sopasına alet ettirmeyecektir!.. Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın