BİLMEK VE İMAN ETMEK!..
Bizler, mü'minler olarak, işlemiş olduğumuz hatalar karşısında sürekli suçlardan, hatalardan ve günahlardan sıyrılmayı, söz konusu seyyiatın asıl sorumlusunun kendi nefisleri olmadığını başkalarına yükleme durumunda kalmışızdır.
Örneğin, şeytan bu günahlara sebep olmasaydı, ben veya biz bunu işlemez günaha giriftar olmamış olurduk. Ne kadarda kolay değil mi, suçu başkasına yüklemek, yıkmak ve kendisini tertemiz hale getirmek.
Halbu ki, yüce Allah insanoğluna akıl, iz'an, düşünce, iyiyi kötüden ayırma melekesi bahsettiği halde, nasıl olurda bizler akılsızlığı, aklı devre dışına düşürmeyi hesap edebiliriz?
" Bilmek ve iman etmek! Ne fark aralarında araların da dersek, şunu söyleyebiliriz ki bilmek ve bildiklerine yakinen iman etmek arasında o kadar fark var.
Allah herkesi kendi yaptıklarından hesaba çekecektir. Hesabımızı kolaylaştırmak ve sorumluluklarımızı yerine getirmek adına en son ne zaman kendi davranışlarımıza ayna tuttuk?
Allah başarısız bir sınav geçiren kimseler içerisinde kalplerinde hastalık olan kimseleri de almıştır. Gevşeyenlerden, umarsızlardan, duyarsızlardan olmayı mı ilke ediniyoruz?
Ölçülerimiz yerle bir oluyor. Tuhaf bir dönüşüm yaşıyoruz. Kapitalist dünyanın aldatmacalarıyla var olmaya çalışıyoruz. Kafka'nın böceklerine dönüyor yuvalarımız. İnsani yapımızdan uzaklaşıyoruz. O kadar çoğaldı ki " bana ne!"lerimiz , o kadar birikti ki bahanelerimiz.
İnsanoğlu her nedense suçu da kurtuluşu da hep dışarıda aramıştır. Hata yaptığında , " şeytan bana unutturdu" der.( Kehf-63) veya sistem der, insanlar der v.s. Kendi nefsine zerrece toz kondurmaz. Ama hep suçlu olan başkasıdır.
İçten çürüyüp devrilmiş bir ağaç da dile gelseydi her halde kabahati rüzgâra bulurdu. Halbu ki rüzgâr aslında bir sonuçtur. Sebep değil, asıl sebep içten çürümedir. Eskilerin dediği gibi; " İçinde olmayan şey dışına taşmaz, testinin dışına sızan, testinin içinde olandır."
İman etmek ayrı bir sorumluluk; imanı, ondan mahrum olanlara taşımak ayrı bir sorumluluktur. Öyleyse " Hepiniz çobansınız" bilincini liberal rüzgârlara rağmen yaşanılır kılmalıyız.
Bireyselleşmenin prim yaptığı bir dönemde çoban olma çabamız daha bir anlam kazanacaktır. İyiliği emir, kötülüğü nehiy bu konuyu tesadüfe bırakmayan İslam'ın insanların boynuna yüklediği çok önemli bir sorumluluktur. Toplumsal tufanın emarelerini gördükçe Hz. Nuh kararlılığı ile gemiye binme ikna etmeliyiz.
Bizlerin inancımızı gözden geçirmemiz, içi boş bir inanç olmaktan çıkartıp, hayatına yön veren bir şuur/bilinç düzeyinde ele almamız lazım. ALLAH'IN dinini yaşamıyor, Müslümanca hayat süremiyorsak Müslüman'ca ölmenin de zor olduğunun bilincine varmak lazım. İnşallah Allah kendi yolunda samimiyetle yürüyen bizlere yardımcı olacaktır." ( İktibas, Aralık 2010, say. 18-19, N. Erden)
Netice olarak;
Bizler, daha şuurlu, daha dikkatli ve uyanık olarak İslam'ı bihakkın yaşamak zorundayız. Bunu tatbik ettiğimiz an görülecektir ki, nefsi emmaremiz dizginlenmiş, günah işleyemez hale düşmüş olacaktır.
Bunu yapmış olduğumuz an, görülecektir ki, müşahede edilecektir, şeytan ifritleri bizi günaha çağıramayacak, davet edemeyecek, bizlere çirkinliği meşru gösteremeyeceklerdir
Yeter ki bizler, Kur'an'ı ve Kur'anî emirleri baş tacı edelim, Rasulullah (sav)i önder olarak emirlerini, buyruklarını bihakkın yaşamış olalım. Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın