ALLAH'I ANMAK...
ALLAH'I ANMAK BELLİ BİR ZAMAN, TARZ VE DİL İLE SINIRLI DEĞİLDİR !..
" Siz ey iman edenler! O sizi hayat bahşeden bir ( dirilişe) davet ettiğinde, Allah'a ve Elçi'ye icabet edin ! Zira iyi bilin ki Allah kişiyle kalbinin ( eğilimleri) arasına sürekli müdahale eder; akıbet O'nun huzurunda toplanacaksınız." ( Enfâl sûresi, âyet 24.)
Kur'an vahyine göre, " ölüm" yaşamış olduğumuz dünyadan kopmak değil, hakikatten kopmaktır. Ayeti kerime de geçen " müdahale" , " hidayet"in ta kendisidir. Bunu radar örneği ile açıklayabiliriz.
Kalp, adının çağrıştırdığı gibi radara benzer. Bilinç üstü, bilinç altı, bilinç ve duygulardan gelen iyi ve kötü her sinyali tarar. İyi-kötü ve hak bâtıl, aldığı her görüntüyü kendi aynasında yansıtır.
Allah'ın kişi ile kalbi arasına müüdahalesi, yanlış görüntünün bilinç ekranına yansımaması için Allah'ın o görüntüsü ile kalbin arasına engel koymasıdır. Zira,
" ( Oğlu,) " Ben bir dağa kaçıp sığınacağım ; beni o sulardan korur" dedi. ( Nûh) " Bugün Allah'ın belâsından, O'nun rahmet ettikleri hariç, kimse için kaçıp kurtulma ümidi yok!" diye seslendi. Derken, aralarına dalga giriverdi... artık o da boğulanlardan biriydi." ( Hûd sûresi, âyet 43 )
Ayette belirtildiği gibi el-havl " engel" anlamına gelir. Sonuçta, insanın kalbi o engel sayesinde kaymaktan korunur. Ve diğer bir ayeti kerime de,
" Nice yiğitler vardır ki, onları ne ticaret ne bir ( başka) kazanç kapısı Allah'ı anmaktan, namazı hakkını vererek eda etmekten ve arınmak için verilmesi gerekeni vermekten alıkoyabilir; onlar kalplerin ve gözlerin dehşetle döndüğü günden korkarlar."( Nûr sûresi, âyet 37 )
"Rasul'ün davetini, sakın birbiriniz arasındaki herhangi bir davet gibi algılamayın! Doğrusu Allah, aranızdan kimselere sezdirmeden sıyrılıp çıkmak isteyenleri biliyor. Şu halde onun emrine karşı gelen kimseler, başlarına ( bu dünyada) bir musibetin ( âhirette ise) can yakıcı bir azabın gelmesinden sakınsınlar." ( Nûr sûresi, âyet 63)
Allah'ı anmak mes'elesine gelince:
""Takva" kavramının başına gelenler, " Allah'ı anma ( zikr) kavramının da başına gelmiştir ki, bu sebepten dolayı, Allah'ı anmak aslında bütün Müslümanlara ait bir görev iken, onunu sadece tasavvuf ve tarikat çevrelerine mahsus özel bir uygulama şeklinde anlaşılmasının yanlış olduğu özellikle bilinmelidir.
Hele Allah'ı anmak için tasavvuf veya tarikatın şart olduğu şeklindeki yaygın anlayış kesinlikle doğru değildir. Bilakis Allah' ı anmak, tasavvuf ve tarikatların tekelinden kurtarılması ve bütün Müslümanlara teşmil edilmesi gereken Kur'anî bir görevdir. Dolayısıyla,
Allah'ı anmak belli bir zaman, mekân, tarz veya dil ile sınırlı olmayıp, ( kadın-erkek, büyük-küçük, fakir-zengin) herkesin , ( sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı, geceleyin) her zaman, ( evde-iş yerinde, çarşıda-pazarda, yerde-gökte, karada- denizde) her yerde, ( ayakta, oturarak, yatarak, yürürken, koşarken, gezerken, yerken içerken, çalışırken, dinlenirken, tek başına veya grup olarak, sessizve veya sesli olarak, namaz kılarken, oruç tutarken, hacca ve umreye gidip, zekât ve sadaka verirken) istediği şekilde ve istediği dilde Allah'ı anması mümkündür; bu iş için tasavvuf ve tarikatlardaki geleneksel merasim ve sınırlamalar, zamanın şartları çerçevesinde yapılmış yorumların ürünü olup, bağlayıcı değildir, bunlar da gerektiğinde değiştirilebilir, bu konuda yeni usûl ve üsluplar geliştirilebilir.
ASLINDA Kur'an'da bahsedilen " Allah'ı anma ( zikr)" olduğunu da belirtmek gerekir. Çünkü Kur'an'ın " zikr"i, Müslümanın Allah'ı hatırlaması, O'nu içinde ve yanında hissetmesi, O'nun kulluk ve itaat edilmesi gereken yeğane ilah, her yerde ve her zaman kendisini gözeten yaratıcısı olduğunu asla aklından çıkarmaması ve davranışlarını bu bilinç doğrultusunda yönlendirmesi için emredilmişken, tasavvuf ve tarikatlarda genellikle içeriksiz bir formalite, bir merasim, hatta zaman zaman bir gösteri halini almış ve Kur'anî amacından çoğunlukla uzaklaşmıştır." ( Ahir Zaman İlmihali, M.H. Kırbaşoğlu, sayfa 164-165)
Sonuç yerine,
Allah'ı anma veya diğer tabirle zikir ibadetini iyi anlamak, iyice değerlendirmek gerekir. Bir kısım merasimlere, kandil gecelerine, hatme vakitlerine boğdurmamak bir zarurettir.
Her mü'min kişi, her an, her dem Allah'ı unutmamalı, O'nu anmalı ve gönlün dünyasından, kalp ritminden ayrı etmemelidir. Her çarpan kalp, her defasında çalışır iken, onun ritmlerini " Allah Allah" şeklinde değerledirmek ve bunada kendimizi adapte etmemiz lazımdır.
Hollanda ülkesinde bir dostum anlatmıştı: Bir cemaatin camisine gider, orada toplanan kimseler, bir cemaatın üyeleridir. Camii içerisinde halaka şeklinde toplanırlar ve " içimizde yabancı var ise, burayı terketsin" derler. Böylesi bir durumu, adı geçen arkadaşım her yerde anlatmaktadır.
" Siz ey iman edenler! Ne mallarınız nede çocuklarınız, Allah'ı sizin gündeminizden düşürmesin. Kim bunu yaparsa, işte onlar kaybedenlerin ta kendileridir." ( Münâfikûn sûresi, âyet 9 )
" Beni anın ki ben de sizi anayım" ( Bakara sûresi, âyet 152) ayeti kerimesinde de buyurulduğu gibi, dilin zikri akleden kalbin zikridir neticesi, eylemin zikrininde şahidi olmalıdır. Bu ikisinden kopuksa zikir değildir. Allah'ı unutmanız, Allah'ın sizi unutması ve sizi size unutturmasıyla sonuçlanır.
Rabbimiz!.. Bizleri Kur'anî emir üzere, Allah'ı ananlardan eylesin!.. Selam ve dua ile...
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın