AFŞİN'İN TANINMIŞ EĞİTİM VE İLİM İNSANLARI!..
" Âdem odur ki âlemde andıra,
Âlemde ad kalır ve âdem gelir-gider."
Hakikaten, Afşin İlçesini iyi tanımamız, güzelce okumamız gerekir. Dini alanlarda, milli ve eğitim alanlarında okumuş, entelektüel, birikimli simalarını tanımamız, hayatta olanlarla bizzat sohset etmek, dar-ı bekaya gidenleri de rahmetle, dua ile yad etmemiz üzerimize düşen bir görevdir.
Afşin'in dününe bakacak olursak, karşımıza, dini alanda Çakıroğlu, Menzoğlu, Nasrullah efendi gibi meşhurlar, Müftü İbrahim Acar gibi Müftüler, Hasan Polat gibi meşhur hafızlar, bülbül sesli insanlar karşımıza çıkmakta, onlardan yeterince müstefid olmaktayız.
Eğitim alanında Ahmet Hocaoğlu gibi bir İslam erini kim unutabilir? Kendi ifadesiyle, sürekli kitap deviren, envai çeşit eserleri gözden geçiren, okuyan, okuduklarını çevresine aksettiren bir simayı hayırla yad etmemek mümkün değildir. İlmihallerin her çeşidini, meallerin genel anlamda tümünü, tefsir ve hadis sahasında epeysini elden geçiren kardeşimizi tebrik etmemek, onun mezhepler üstü bir şahsiyet olduğunu vurgulamamak mümkün değildir.
Hamdolsun, Maarif cihetinden Afşin'in okumuşları, entelektüelleri, Ahmet Cengiz Güven gibi sahsiyetli, birikim sahibi kardeşlerimi yad etmeden geçmem mümkün değildir. Örneğin, tecrübeli eğitimci, öğretmen, İlahiyatcı hocamız Nusret Karataş kürsülerde, toplum önünde görünmese de, yine bir Afşin'li alim, mütedeyyin kardeşimizdir.
Görevi süresince kire, pise bulaşmamış, yalpa yapmamış, dim dik yürüyerek bu günlere gelmiş bir hoca efendidir. Umarz ki, bundan sonraki dönemde ilerde olur, ileri yürür, kürsü, mihrap onunla, onun bilgisiyle neşvü nema bulur.
Diğer taraftan Mustafa Demir bey, her haliyle tanınmış, güreşiyle, miilli duyguları ile kendini kabul ettirmiş bir hocamızdır. Tıpkı Mustafa Demir hoca gibi, eski Belediye Başkanı Ergün Başkan gibi dehalar kat'iyyen unutulmayacak, kalp ve gönüllerde yerini koruyacaktır.
Bir diğer hocamız, Kur'an insanımız daha bulunmaktadır ki, o kimse İlahiyatçı, Kur'an eri Enver Eken hocamıızdır. Kışları İstanbul'da ikamet etmiş olsa da, yaz aylarının aranan, sorulan bir ülemadır. Kendisi kürsü insanıdır, Vaaz ve nasihat adamıdır ama, kürsüye çıkmayı düşünmeyen bir hocamızdır. Dinin içersine sızmış, yer etmiş hurafeciliği sevmeyen bir alim dostumuzdur.Ne acı ki, oğlu Yusuf Furkan'ın vefatı hepimizi, anne-baba ve yakınlarını teessüre boğmuştur. Makamı cennet olsun.
Gurbette yani Batı aleminde yaşamış ve yaşan bir alimden söz etmeden geçemiyeceğim. Emekli Müftü, Mehmet Hulusi Ünye hocadır. Hitabesi ile, ilmi ile, kürsü insanı oluşu, fetvalaarı ile tanınmış, unutulmayacak bir hoca efendidir. Kendisine şifalar diliyorum. Tıpkı bunun gibi, Yaşar Çelebi hoca efendi, Yusuf Aytaç muhterem dostumuz emektar, İslam'a keendini adamış insanlardır. Onunu içindir ki, hatırladığıma hatırlamadığıma sonsuz sevgi ve saygılar olsun..
Sözün burasında, bir emektar hocamızı hatırlamadan, yad etmeden geçmiyeceğim. Eski Afşin Lisesi Müdürü İhsan Köker hocamızdır. Milli duygularla mücehhez, bayrağını seven, milletine sevdalı bir eğitimcidir. Duydum ki, son zamanlarda, İlahiyat tahsilini de tamamlamış bir fedakar hocamızdı. Arapçayı da çözmüş bir eğitimci dostumuzdur. Kendisini alkışlıyorum!..
Afşin İlçesi,başlı başına bir kültür şehridir. Şiiri ile, şairleri ile, edebiyatı ile, ehl-i Kur'an insanlarının İslam'a hizmetleri ile tanınmış, bu uğurda sayü gayret gösterilmiş bir yerleşim birimidir. Bilhassa, 1940 ila 1950 arası yıllarda yaşanan zorluklar, mihnet dolu zaman dilimi hali hazır bizleri dilhun etmekte, yaşananları işittikçe kalbimiz içten içe kanamaktadır.
Bendeniz o zor yılları, yaşanmışlıkları , Kur'an okumanın, okutmanın zorluğunu, baskısını şimdi alıntı yapmış olduğum şu vak'aya benzetmekteyim:
" Kur'an eğitiminde yaşanan zorluklar.
Kendisi ile yaptığımız bir söyleşide, 1930'lu, 1940'lı yıllarda Kur'an ve din eğitimi konusundaki yaşanan zorluklarla ilgili bir sorumuza karşılık şöyle bir olay anlatmıştı:
Sene 1939 veya 1940 idi. Düzce'nin Çiftlik Köyünde hafızlık yapıyordum. Hocamız Mahmut Hoca Efendi camide bize Kur'an okuturken bir gün jandarmalar baskın yaptı. Hocamızı yakalayıp ellerini kelepçelediler ve ite kaka hakaretler yağdırarak ifadesi alınmak üzere Beyköy Nahiyesindeki/Beldesindeki jandarma karakoluna götürdüler.
Hocamız Çerkez asıllı idi. Bende Çerkezim. O bunu biliyordu. Jandarmalar hocamıızı alıp götürmeden bir fırsatını bulup Çerkezce olarak benden " Durumu Düzce Müftüsü Kürtzade Mehmet Efendi'ye bildirmemi" istedi. Ben de hemen Düzce'ye gittim, Müftü Efendi'ye haberi ulaştırdım.
Müftü Efendi Daru'l-Fünun İlahiyat Fakültesi mezunu idi. İlmi, idari ve siyasi ağırlığı olan bir kişiydi. Düzce'nin siyasilerinin kendisinden çekindiği otoriter bir yapısı vardı. Hatta Atatürk ve İsmet İnönü de doğrudan görüşebilen birisiydi.
Müftü Efendi, haberi alır almaz hemen Jandarma komutanlığına gitmiş, Kendisini izzet ü ikbal ile karşılamışlar, kahve ikramında bulunmuşlar. Oturup sohbet ederlerken jandarmalar Mahmut Hocamızı içeri getirmişler. Jandarama komutanından önce Müftü Efendi davranmış ve sanki olaydan haberi yokmuş gibi hayret ifade eden bir ses tonu ile:
"- Hayrola Hoca Efendi, geçmiş olsun, bu ne haldir? Hırsızlık mı yaptın?" diye sorar. Yoksa adam mı öldürdün? Böyle yaka paça ne işin var burada?" diye sorar. Hocamız üzgün bir halde:
" Efendim,camide çocuklara namaz dualarını öğretiyordum, yakalayıp getirdiler." Bunun üzerine Müftü Efendi Karakol Komutanı Yüzbaşıya dönerek:
" Bu ne iştir Yüsbaşı? Biz Müslüman değil miyiz? Bu çocuklara namazı kim öğretecek?" diye hafif yollu çıkışmış . Bunun üzerine Yüzbaşı, Karakolun tuttuğu ifade tutanağını getirtip, okutmuş. Meğer tutanakta: " Arapça okuturken suçüstü yakaladık." diye yazılmış.
Müftü Efendi, Mahmut Hoca'ya sorar: " Sen Arapça biliyor musun Hoca Efendi?" " Hayır efendim, ben Araapça bilmem. Sadece Kur'an okumasını bilirim."
Bu cevap üzerineMüftü ile Yüzbaşı göz göze gelirler. Kısa bir sükuttan sonra Müftü Yüzbaşıya: " Kendisi Arapça bilmeyen birisi nasıl Arapça okutur komutan?" diye sorar. Tabii Yüzbaşının vereceği cevap olmadığı için hocamızı serbest bırakmışlar." ( Mihraba Adanmış Gönüller, Diyanet Yayını, sayfa 134-135)
Alıntı yapmış olduğumuz bu trajedi, üzüntü verici hatıraya benzer anıları AFŞİN İlçesinin daha önceki yetişmiş, ilim insanları da birebir yaşamışlar, eziyete maruz kalmışlar. koğuşturma geçirmişler, çeşitii mihnet dolu yaşamla bizzat yüz yüze gelmişlerdir.
Afşin Ashab-ı Kehf fahri M. Atalay merhumdan da böyle bir hadise dinlemiş, önceki bir makalemde sözünü gündeme almıştım. Demek ki, dinden,. dini emirlerden, haktan, hukuktan korkulan bir yer olmuş ülkemiz, bir din insanı, bir din adamı, öyle bir zaman olmuş ki, bir cani ile, bir bir istismarcı ile aynı seviyede görülmüştür....
Şu günlere, şu yıllara şükürler olsun ki, ülkemizin gidişatı iyiye gitmekte, her hangi bir korku, bir cebir, bir zorluktan söz edilmemektedir. Din adamımız özgür, öğretmenimiz rahat, yazarımız, çizerimiz haktan hakikatten yana yürümektedir. Duamız, milletin ayağına taş dokundurtmamasıdır.
Ben şahsen tatilimin son ayını Ankara'da geçirmiş oldum. Ayrı ayrı camilerde bir cuma namazı kıldım, her öğle vaktinde değişik bir camide cemaate katıldım. Hocalarımız dolu dolu görev yapmaktadırlar. Ümid ederim ki, İlçemiz Afşin'da da buna benzer Kur'an okumadan sonra; Türkçesinin cemaate verileceğidir. Bunu arzu ile, iştiyakla beklemekteyim.
Netice olarak;
İlçemiz Afşin'in tarihi geçmişini iyii bilmek, Ashab-ı Kehf diyarını gönüllere, zihinlere, belleklere taşımak lazımdır. Tabii ki, bunu yapacak da entelektüellerdir. Emekli olmuş din adamları, olmamış gönül insanlarıdır.
Eli kalem tutan her edebiyatçı hocamız, kollarını sıvamaları, öylesi çay ocaklarında, kahve köşelerinde vakit öldürmekten uzak durmalıdırlar. Yapılacak çok şey var, İlçemiz bizi bekliyor, Ashab-ı Kehf diyarı sizlerden himmet beklemektediir.
Şahsen benim tuhafıma gitmektedir. Bir öğretmenin sigara dumanları arasında vaktini öldürmesi, pişpirik, dama ve benzeri şeylerle oyalanarak gününü gün etmesidir. Ne kadar tuhaf değil midir?
Aslında, her muallim, her öğretmen kardeşimiz birer ayaklı kütüphane olsunlar. İslam tarihini, Dinler tarihini, Kur'an Mealini okumakla szhin dünyaları dip diri kalsın. İmparatorluğun kuruluşunu, yükselmesini ,gerileme dönemini ve sonucunu iyi bilmeleri, ders çıkarmaları, Cumhuriyet'in ne şartlar altında kurulduğunu, Batıdan ithal edilen yasaların millete ne derece uyup uymadığını, bilhassa 1940 iila 1950 arasını fevkalade bir şekilde tahlil etmeleri üzerlerine terettüp eden bir dini ve milli bir görev olmalıdır.
Her aydınımız mutlaka Kur'an'a dilbeste olmalı, değişik mealler okuyarak bilgilerini, görgülerini artırmalıdırlar. Hali hazır mihraptaki gönül insaanlaarımız, her okumuş oldukları aşri şeriflerin, mihrabiyelerin türkçesini cemaatlere anlatmalı, bilgi sahibi etmeleridir. Rabbimiz, bu minval üzere yaşayan okumuşlarımızın sayısını artırsın, uzun ömürler ihsan buyursun.. Selam ve dua ile...
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın