ACIKLI BİR ANI!.. ESİR BİLAL !..
Teessürle anlatmalı ve yazmalıyım ki, tarihimiz, Yemen'de esir düşen Bilal'in anılarına, yaşanmışlıklarına benzer olaylarla, dramla dop doludur..
Esir Bilal merhum, Afşin İlçesi Kangal köyündendir. Zaten, Afşin İlçesi denilince hemen akla Ashab-ı Kehf makamı gelmekte, o mekanda 309 yıl uyuyan, yedi kahraman, tevhid eri, mücadil insan gelmektedir.
Onun içindir ki; Afşin İlçesini seviyor, her defasında rahmeti rahmana kavuşmuş olanlara dua ederken, hali hazır yaşayan İlçe sakinlerine de mutlu günler niyaz ediyorum.
Esir Bilal'in, anısına geçmeden önce, kendi Dedem Yemen şehidi merhum Zor Ahmet'ten bahsetmeden geçemiyeceğim:
1915 yılında köyü, Afşin Karagöz'den uğurlanarak, Yemen'e gitmiş, gitmiş ama, gidiş o gidiş olmuştur. Yemen'de şehit olarak Hakk'ın rahmetine kavuşmuş, bir daha köyüne dönüş yapmamıştır.. Makamı cennet olsun!..
Dedem Zorahmet'in şehid olmasıyla mes'ele, sorun kapanmamıştır. Köydeki arazileri, bağı, bahçesi, değirmeni ortada kalmış, fırsatçılar tarafından tarümar edilerek, yağmaya maruz kalmıştır. Hal böyle iken, gelelim Esir Bilal'in acı hikayesine!..
" Yıl 1915. Osmanlı İmparatorluğu seferberlik ilan etmiş, eli silah tutanlar askere çağrılmıştır. Elbistan'a bağlı Afşin ( Efsus-Yarpız) nahiyesinin ( şimdi İlçe) Kangal köyünden; Hacı Veli Çirci Ali'nin oğlu Mevlüt, İbiş oğlu Bilal ve kardeşi M. Ali askere çağrılanlar arasındadır. Kıt'aları ise Yemen.
Çirci Ali'nin oğlu Mevlüt Yemen'de şehit olur. Hacı Veli ise bir müddet sonra yurda dönmesine karşın Mehmet Ali de İngiliz'lerin eline düşerek dört yıl bir ay esir kaldıktan anavatana döner.
İbiş oğlu Bilal'in esareti her nasılsa uzun sürer. Daha sonra, Osmanlı tarafına geçer, ya da 15 yıl esir kaldıktan sonra döner. On beş yıl sonra tezkereyi alıp anavatana döner. Giysisi boylama bir entari ( fistan), başında ise bir poşu, yemeği kaşıkla değil eli ile yemektedir.
Kısaca örf ve âdetlerine uymuş, yemek ve giysi kültürüyle tam bir Arap. Nihayet o da yurda döner. Gelir, doğup büyüdüğü köyü olan Kangal'a.
25 Yaşında çığ gibi bir delikanlı olarak askere çağrılan, Yemen'deki serencamlı ve de ıstıraplı dönem içinde yaşı kırkı bulan, çektiği sıkıntılardandır ki, fiziki yönden de hayli yıpranan, o yerin sıcağından, zaten az esmer olan rengi iyice siyahlaşan Bilal, bu kıyafetiyle evinin önündeki dut ağacının dibine, biraz da dut yedikten sonra oturur. Ay Temmuz..
Bu kişi 15 yıl önce askere çağrılan, İngilizler ile Yemen'de çarpışırken şehid düştüğü bilinen ya da sanılan Bilal'dan başkası değildir.
" Bir Arap gelmiş, yemeği kaşık ile değil eli ile yemekteymiş. Üstelik Türkçe de biliyor." diye bir yaygara... Köy halkı başına toplanır. Bam başka bir Türkçe şivesi. Bilal başlar; bu köyden olduğunu, askere gidişini, serencamlı askerlik dönemini kısa kısa anlatmaya başlar.
Bu arada sık sık da evinin kapısını gözetleyip, eşi Fadime hanımın girip çıkışını beklemektedir. Hiç sesi yok, kapısının açılıp kapandığı da yok. Allah sabır.. Bu sırada komşularından; " Kardeşin Bilal gelmiş, kapısı önündeki dut ağacının gölgesinde oturuyor" haberini alan âbisi Kavcu Ali de gelir.
" Vay kardeşiiim" deyip kollar açılır, sarmaş dolaş olurlar. Nasıl sarılmazlar ki; 15 yıllık hasret... Birbirinin yüzünü görmeyen bir ruh, iki can ve kardeş. Sevinç göz yaşları sel olur. Ancaaak!.. Evet ancak; bu sevince gölge düşürecek bir acı haber verecek âbisi Ali efendi ister istemez.. Hoş-beşten ve kısa bir hal hatır sorduktan sonra, Ali:
" Sevgili kardeşim Bilal, üzülerek bir haber sana. Sakın içine atıp, dertten derde girme. Sen yıllarca beklendin. Yemen'de şehit düştüğün sanıldı. Eşin Fadime hanım, Allah'ın emri, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in kavli ve İmam-ı Âzaam efendimizin de içtihadı üzere, Caro Ali evlendi. Sana da inşallah bir helal süt emmiş bulur, yeniden bir yuva kurarsın" der...
Amma velakin, bu acı haber; karşısında şok olan Bilal efendinin, sessiz silahtan çıkan bir kurşun gibi ciğerine saplanır, gizlice bir yara açar âdetâ... Bu acı haberden aldığı yarayı da bildirmemeye çalışır.
Fakat bir konuşmama hastalığına düşer. Çııkla, benzetmede hata yok; Celâ kökenli ( Dörtyol İlçesi İcâdiye köyünde türbesi mevcut) Belenli Şeyh Alibaba'nın 7 yıl konuşmama orucu tutması misâli sanki konuşmama orucuna niyet eder. Hiç mi hiç konuşmaz.. Bu konuşmama bir ay devam eder..
Abisi Kavcu Ali'nin öğüt ve tesellisi hiç mi hiç fayda vermez... İçten içe erir, erir. 30 günün dolmasının ardından kaderi ilahi hayata veda edip Allah'a kavuşup , şüphe yok ki; böylece şehitler kervanına katılır." ( Un Sandığı 5, M. Göçer, say.265-266-267)
Sonuç yerine;
İşte, aziz millet evlatları böyle bir evlattır. Nice nice esir Bilal'ler, Yemen çöllerinde telef olduğu, kimileri de, Kafkas'lar da, Balkanlar'da Plevne'de şehit düşmüş, günümüz de mezarlarından bihaberiz.
Anadolu evleri, Türkiye köyleri, yerleşim birimleri bir bir sorulsun, soruşturulsun, karşınıza nasıl bir taplo çıkacaktır acaba?
Dünkü ecdadımız niçin canından, teninden vaz geçmiştir acaba?.. Nice nice yıllar ve asırlar sonra gelen Müslüman Türk evladı huzur içerisinde yaşasın, vatanlarında mutlu olarak barınsınlar diyedir!..
Tüm bunlar, Tarih bilgisini bilen millet çocukları için muteber ve geçerlidir. Tarihini bilmeyen milletler, coğrafyasının nasıl elde edildiğini ve üzerinde yaşanılan vatanın ne tür şartlarda ve nasıl vatan yapıldığını takdir edemezler. Dolayısıyla,
Bu milletin esir Bilal'leri eksik olmayacak, 1915'lerde Yemen çölleri söz konusu iken, günümüzde de Suriye kırsalı, Irak bozkırı söz konusudur. Şairin dediği gibi:
" Dedenin topukları, hafifçe yarık idi,/ Ayağına giydiği postalsa, çarık idi./Çarıklarla aldılar, sana onlar toprağı/ Çarıklarla yıktılar, korkunç surlardan ağı/ Sizlere ne oldu ki, unuttunuz ecdadı/ Ecdadı tanımadan olmaz hayatın tadı.." Selam ve dua ile...
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın