Şehit ve Gazilik ile Lütuflanabilmek
18 Mart Çanakkale Zaferinin yıldönümü ve şehitler haftası olması sebebiyle bu haftaki vaazımızda Şehitlik ve gaziliğin öneminden, Ecdadımızın Çanakkale’de göstermiş olduğu üstün başarıdan söz etmeye, bu yüce duyguları anlamaya, anlatmaya çalışacağız.
Grup sayfamıza katılmak için >>> TIKLAYINIZ
DiniHaberler.com.tr: 18 Mart Çanakkale Zaferinin yıldönümü ve şehitler haftası olması sebebiyle bu haftaki vaazımızda Şehitlik ve gaziliğin öneminden, Ecdadımızın Çanakkale’de göstermiş olduğu üstün başarıdan söz etmeye, bu yüce duyguları anlamaya, anlatmaya çalışacağız. Yüce Ecdadımızın bütün savaşlara başlarken ifade ettiği önemli bir söz, İslam Dininin vermiş olduğu manevi duygular ile, geçmişten getirdiğimiz kültürümüzün özümsenerek birleştirilmesi neticesinde ortaya çıkan bir söz: “Ölürsem şehit, kalırsam Gazi” Bu söz Müslüman Milletimiz ile ne kadar özdeşleşmiştir. Bu duygulara aynen sahip olmaktan şeref duyuyoruz. Yüce Ecdadımızın vatanının düşmana terk etmediği gibi bizlerde aynı şekilde vatanımızı çiğnetmeyeceğimizi şerefle ifade ediyoruz.
Şehid: Arapça "şehide" fiilinden türemiş bir isimdir. Mastarı, şehâdettir. Şehidin çoğulu, "şuhedâ" ve "eşhâd" olarak gelir. Sözlük anlamıyla "şehid": "bildiğini söyleyen", "kesin bir haberi getiren", "bir yerde hazır bulunan", "bir olaya şahit olan" ve "şahitlik eden" gibi anlamlara gelmektedir. (Ragıb el-İsfahani, el-Müfredat, 267)Dinî bir terim olarak şehid ise; "Allah'ın rızasını kazanmak için O'nun yolunda savaşırken öldürülen müslüman" demektir.
Ona bu ismin verilmesinin sebebi,
- Cennetlik olduğuna şahitlik edilmiş olması veya
- Onun yüce allah'ın huzurunda yaşıyor bulunması yahut
- Ölümü sırasında meleklerin hazır bulunması yahut ta
- Ruhunun doğrudan doğruya daru's-selâm'da (cennet'te) bulunması veya
- Allah tarafından çeşitli mükâfatlarla mükâfatlandırılmış olmasıdır.(Turgay, Nureddin, ŞİA, "Şehid" Md.)
Şehadet: Hazır olma; kesin haber; insanın kat'i olarak bildiği bir şeyi, Yüce Allah'ın huzurunda olduğu kanaatiyle dosdoğru haber vermesi, şahitlik etme, tanıklık; açık belirti; şehîd olma, şehîdlik; yemin, bildiği şeyleri itiraf etme.
Şehid kelimesi -tekil olarak- Kur'an'da 35 yerde, "şehideyn" şeklinde ikil olarak bir yerde, "şüheda" şeklindeki çoğuluyla ise 20 yerde kullanılmıştır. Bu kullanımlardan tekil ve ikil olanların tamamı ile çoğul kullanımların 32 si sözlük anlamıyla şahit karşılığı olarak, üç tanesi ise, dini terim olan şehid anlamında kullanılmıştır.
اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِنٖينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ يُقَاتِلُونَ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا فِى التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْجٖيلِ وَالْقُرْاٰنِ وَمَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِهٖ مِنَ اللّٰهِ فَاسْتَبْشِرُوا بِبَيْعِكُمُ الَّذٖى بَايَعْتُمْ بِهٖ وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظٖيمُ
“Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah'tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alışverişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır.” (TEVBE 111)
Din mukaddes değerler ve vatan uğrunda canını feda eden müslüman, Allah katında peygamberlik mertebesinden sonra en büyük beşeri mertebe olan şehitlik mertebesini kazanırlar. İnsanın en fazla değer verdiği varlığı canıdır. İnsan canı tehlikeye girdiği zaman canı için her şeyinden vazgeçer. İnsan son derece önem verdiği canını Allah rızası için feda ettiği için Allah (cc) verdiği mükafatta o derece büyüktür.
لاَّ يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ غَيْرُ أُوْلِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فَضَّلَ اللّهُ الْمُجَاهِدِينَ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِدِينَ دَرَجَةً وَكُـلاًّ وَعَدَ اللّهُ الْحُسْنَى وَفَضَّلَ اللّهُ الْمُجَاهِدِينَ عَلَى الْقَاعِدِينَ أَجْراً عَظِيماً
“Mü’minlerden özür sahibi olanlar dışında oturanlarla, malları ve canları ile Allah yolunda savaşanlar bir olmaz. Allah malları ve canları ile savaşanları, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı. Gerçi Allah hepsine cennet vaat etmiştir, ama savaşanları oturanlardan çok büyük ecirle üstün kılmıştır.” (Nisa,95)
Allah’a ve O’nun Peygamberine imandan sonra, insanı en çok Allah’a yaklaştıran amel, hiç şüphe yok ki Allah yolunda savaşmaktır. Ebu Zerr gelen rivayete göre:
عن أبى ذر قال: قلت يا رسول الله أى العمل أفضل؟ قال: الإيمان بالله والجهاد فى سبيل الله.
Ebû Zer (r.a.) diyor ki. Peygamberimize: - Ey Allah'ın Resulü, hangi amel daha faziletlidir? diye sordum.
Peygamberimiz: - Allah'a iman etmek ve O'nun yolunda savaşmaktır, buyurdu. (Müslim, İman, 36)
Allah (cc) müslümanlara va’di cennettir. Şehidlerin kul hakları hariç bütün günahları Allah (cc) tarafından affedilmiştir.
Gazi ise Allah yolunda ve vatan uğrunda savaştığı ve şehid olmayı arzu ettiği halde, sağ kalan kimseye verilen isimdir. Gazi de şehid olmak ve bu mertebeye yükselmek için savaştığından dolayı o da şehidler derecesindedir. Hatta Peygamber efendimiz bu konu daha da geniş tutmuş ve şöyle buyurmuştur.
من سال الله الشهادة بصدق بلغه الله منازل الشهداء و ان مات على فراشه
“Bir kimse Allah yolunda şehit olmayı can-u gönülden isterse, yatağında ölse bile, Allah onu şehitler derecesine ulaştırır.” (Müslim, İmare. 157. II, 1517)
Allah (cc) Kur’an- ı Kerimin’de şehidlerin zahiren bu dünyadan ayrılsada hakikatte ölmediğini bize bir çok ayet-i kerimesinde bildirmektedir.
وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ اَمْوَاتٌ بَلْ اَحْيَاءٌ وَلٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ
“Allah yolunda öldürülenlere «ölüler» demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız.” (BAKARA 154)
وَلَا تَحْسَبَنَّ الَّذٖينَ قُتِلُوا فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ اَمْوَاتًا بَلْ اَحْيَاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ
فَرِحٖينَ بِمَا اٰتٰیهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِهٖ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذٖينَ لَمْ يَلْحَقُوا بِهِمْ مِنْ خَلْفِهِمْ اَلَّا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Allah'ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar”. (ÂLİ IMRÂN 169, 170)
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى تِجَارَةٍ تُنْجٖيكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَلٖيمٍ ﴿١٠﴾
تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِهٖ وَتُجَاهِدُونَ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿١١﴾يَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَيُدْخِلْكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرٖى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً فٖى جَنَّاتِ عَدْنٍ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظٖيمُ ﴿١٢﴾
“Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allah'a ve Resûlüne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi zemininden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur”. (SAFF 10-12)
Kul hakları hariç şehidin bütün hakları Allah tarafından affedilmektedir. Cibril (as) peygamberimize bildirdiğine göre kul hakkı şehidlikte bile affedilmemektedir. Şehidliğin kefaret olduğu günahlar ve hatalar Allah’a ait haklardır. Bu bizler için son derece ibret alınması gereken bir husustur. Bizlerin her halükarda bu dünyadan kul hakkı almadan gitmemizi gerektiğini gösteren çarpıcı bir misaldir. Allah (cc) şehidin borçlu olduğu kulu da razı ederek şehidini cennetine sokar.
قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ مَنْ فِي الْجَنَّةِ قَالَ النَّبِيُّ فِي الْجَنَّةِ وَالشَّهِيدُ فِي الْجَنَّة
"Ey Allah’ın Peygamberi kimler cennettedir” diye Hz. Peygambere soruyorlar. Hz. Peygamber ise; “Peygamberler ve Şehidler cennettedir." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 22278) buyurmuştur.
Şehidler şehid oldukları andan itibaren cennete gidip orayı görürüler. Diğer Mü’minler ise mahşer günü hesap verdikten sonra cennete girecek ve orayı görebileceklerdir. Bunu bilen ve şehidliğin günahlara kefaret olduğu müjdesini alan sahabilerde canlarını büyük-küçük yaşlı-genç demeden Allah yolunda savaşmışlardır. Öyleki Hz. Peygamberin sahabilerinden yatağında ölen çok azdır. İ’la-yı kelimetullah yani İslam dinini yaymak uğruna dünyanın dört bir tarafına dağılmışlardır. İstanbulda 70 kusur sahabi medfundur. Bunlardan en meşhuru Hz. Peygambere ev sahipliği yapan Ebu Eyyüb el-Ensari’dir. 80 yaşını geçkin olduğu halde İstanbul’un fethine katılmış ve İstanbul surları önünde şehid olmuştur. Sahabe efendilerimiz İslamı yayma hususunda hiçbir fedakarlıktan kaçınmamışlardır. Çocuklar hatta kadınlar bile kendilerine düşen görevleri yerine getirmişlerdir.
Sevgili Efendimiz şehitliğin derecesiyle ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ مَا أَحَدٌ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ يُحِبُّ أَنْ يَرْجِعَ إِلَى الدُّنْيَا وَلَهُ مَا عَلَى الْأَرْضِ مِنْ شَيْءٍ إِلَّا الشَّهِيدُ يَتَمَنَّى أَنْ يَرْجِعَ إِلَى الدُّنْيَا فَيُقْتَلَ عَشْرَ مَرَّاتٍ لِمَا يَرَى مِنْ الْكَرَامَةِ
"Hiç kimse cennete girdikten sonra-bütün dünyaya sahip olsa bile- tekrar dünyaya dönmeyi istemez. Yalnız şehitler, gördükleri keramet (ve erdikleri nimetler) sebebiyle dünyaya dönüp on defa şehit olmayı arzu ederler." (Buhari, Cihad, 5; Müslim, İmare, 29.)
Bizzat Efendimiz, bir defa değil birkaç defa şehit olmayı istemiş ve şöyle buyurmuştur:
والذى نفس محمد بيده لوددت أنى أغزو فى سبيل الله فاُقْتَلَ ثم أغزو فاُقْتَلَ ثم أغزو فاُقْتَلَ.
"Ruhumu kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, Allah yolunda savaşıp öldürülmemi, sonra tekrar dirilip savaşarak tekrar öldürülmemi, yine dirilip savaşta öldürülmemi arzu ederim." (Buhari, Cihad, 7; Müslim, İmare, 28)
Şehitlik olmadan vatan olmaz. Evet, vatan bir toprak parçasıdır, ama her toprak parçası vatan değildir. Vatan, uğruna şehitlerin kan akıttıkları toprak parçasıdır. Toprak, eğer uğruna ölen varsa vatandır. sözü, ne güzel bir sözdür. Bugün sahip olduğumuz bu cennet vatan, kahraman atalarımızın her karışını kanları ile sulayarak bize emanet ettikleri topraklardır.
Vatanı Korumak Dinimizin Emridir.
Ünlü şâir Mithat Cemal KUNTAY, bu gerçeği şöyle dile getirir.
Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır,
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa; Vatandır.
Atalarımız dünyanın en güzel ve bereketli topraklarını vatan olarak seçmişler ve bize emanet etmişlerdir. Bu cennet vatanı yüzlerce yıl ecdadımız canları ve kanları pahasına korumuşlar ve binlerce âbide dikerek üzerinde bir medeniyet kurmuşlardır. Bu vatanın, bu millete ait olduğunu camileri, türbeleri, çeşmeleri, sarayları, mezar taşları, hanları ve hamamları ile adeta tescil etmişlerdir.
Vatan, bizim en kıymetli varlığımızdır. Bu bakımdan "anavatan” tabiri, bizim milletimiz arasında önem kazanmış ve ata sözlerimize kadar girmiştir.
Dünyada, namus ve şerefimizi koruyarak huzur ve güven içinde yaşamak, ancak bağımsız bir vatana sahip olmakla mümkündür. Dini görevlerimizi gereği gibi yerine getirmemiz de yine vatan sayesinde mümkün olur. Bu sebeple Yüce dinimiz vatanın korunmasına büyük önem vermiş, vatan sevgisini imandan saymıştır.Vatanı korumak hem dinî hem de milli bir görevdir. İslam Dîni, hiçbir insanın ezilmesine ve baskı altına alınmasına izin vermez. Düşmanlara karşı çarpışmayı emretmesi de, tamamıyla temel hak ve hürriyetlere saldırıyı ortadan kaldırmayı, adaleti ve hakkaniyeti yeniden kurmayı hedeflemesindendir. Bu konuda Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:
وَقَاتِلُوا فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ الَّذٖينَ يُقَاتِلُونَكُمْ وَلَا تَعْتَدُوا اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَدٖينَ
“Sizinle savaşanlara karşı, Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin. Çünkü Allah, aşırı gidenleri sevmez.” (Bakara 2/190)
Buna göre vatanımızı korumak Rabbimizin emridir. Dinimiz zorunlu olduğu hallerde savaşmayı, sevabı çok bir ibadet olarak göstermiştir. Savaşta da kurallar koymuş, aşırılıkları kesinlikle yasaklamıştır. Çocuklara, kadınlara, yaşlılara ve din adamlarına saldırıyı ve onları elleri silahlı olmadıkça öldürmemeyi emretmiştir.
Savaş, insanların yaşayışında arzu edilmeyen fakat millet hayatında bazen kaçınılması mümkün olmayan bir olaydır. Savaş için hazırlıklı olmayan, gerektiğinde vatanı, istiklal ve hürriyeti için maddî-manevî bütün varlıklarını veremeyen milletler, tarih sahnesinden silinmeye veya esâret altında yaşamaya mahkumdur. Bu itibarla istiklal ve hürriyetimizi korumak için her bakımdan güçlü ve muhtemel bir düşman saldırısına karşı her an hazırlıklı olmaya mecburuz. Bu konuda Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
وَاَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ وَمِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِهٖ عَدُوَّ اللّٰهِ وَعَدُوَّكُمْ وَاٰخَرٖينَ مِنْ دُونِهِمْ لَا تَعْلَمُونَهُمْ اَللّٰهُ يَعْلَمُهُمْ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَیْءٍ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ يُوَفَّ اِلَيْكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ
“Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, onunla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah'ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir, siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.” (ENFÂL 60)
Bu ayetteki “kuvvet” kavramı savaşta düşmana üstünlük sağlamaya yarayan her türlü silah, araç ve gereci içine alır. Top, tüfek, tank, cephane, uçak, gemi, yol, asker, kışla, depo, yiyecek, içecek, bilgi, fen, kültür, sanat, medeniyet, ekonomi, insan gücü gibi, maddi ve manevi her şey “kuvvet” kavramına dahildir.[1] Yeryüzünde şerefli bir millet olarak yaşayabilmek için bütün bunları tam ve eksiksiz bir şekilde hazırlamaya mecburuz. Dinen de bu konuda bütün gücümüzü kullanmakla yükümlüyüz.
Peygamberimiz (a.s.) de birçok hadislerinde vatan sevgisinin ve savunmasının önemli bir görev ve sevabı çok bir hareket olduğunu haber vermişlerdir.
لا تتمنوا لقاء العدو وا سا لوا الله العافية فاذا لقيتموهم فاصبروايا ايها الناس
“Siz düşmanla karşılaşmayı dilemeyiniz; Allah'tan afiyet isteyiniz. Düşmanla karşılaştığınız zaman da sabır ve gücünüzle karşı koyunuz.”,[2]
عينان لا تمسهما النار عين بكت من خشية الله و عين باتت تحرس في سبيل الله
“İki göze ateş dokunmayacaktır. Biri Allah korkusundan ağlayan göz; diğeri de Allah yolunda, gece vakti ( karakol) bekleyen (nöbet tutan) ve düşman gözleyen göz”[3]
رباط يوم و ليلة خير من صيام شهر و قيامه و ان مات جرى عليه عمله الذي كان يعمله و اجري عليه رزقه و امن الفتان
“Bir gün bir gece hudut boyunda nöbet tutmak, gündüzleri oruçla, geceleri de ibâdetle geçirilen bir aydan daha hayırlıdır. Vazife başında ölürse, yapmakta olduğu amelin sevabı ve rızkı devam eder ve kabir fitnesinden kurtulur.”[4]
Vatan olmaksızın millet, millet olmaksızın da devlet olamaz. Bir milletin varlığı, vatanın varlığına, aynı zamanda hür ve bağımsız olmasına bağlıdır.
Bu cennet Vatanın birer evlatları olarak bizler vatanımızı korumak, vatanımıza namahrem eli değmemesi için askerlik yapmakla mükellefimiz. Buda bizim hayatımızın en önemli zaman dilimidir. Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşımızda dile getirdiği üzere, Cennet Vatanımızı korumak hepimizin en başta gelen sorumluluğudur. Akif bu hususu ne güzel dile getirmiştir.
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hâyasızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyâları alsan da, bu cennet vatanı.
Vatan şâiri Namık Kemal ünlü “vatan” makalesinde; en küçüğünden en büyüğüne kadar bütün insanların, bağlanılan muhtelif şeylere karşı beslediği hissiyat ile vatan sevgisini birleştirir ve şöyle der: “...Henüz memede olan süt çocukları beşiğini, çocuklar eğlendiği yeri, gençler geçimlerinin temin edildiği yeri, ihtiyarlar, yalnız kaldıkları köşelerini, evlat anasını, baba ailesini ne türlü duygularla severse, insan da vatanını o duygularla sever.”
Şehitler Üç Çeşittir
Şehit denilince, Allah yolunda ve vatan uğrunda canını feda eden kimse akla gelir. İslam Alimleri şehitleri, kendilerine uygulanan dünya hükümleri ve Allah katındaki durumları itibariyle üç kısma ayırmışlardır.
1. Hem Dünya ve Hem de Ahiret Bakımından Şehit Olanlar
1. Savaşta gayr-ı müslimlerle veya eşkıya ve yol kesicilerle yapılan çatışma sonunda öldürülmüş olanlar, 2. Savaş alanında, üzerlerinde öldürülmüş olduklarına dair belirti olduğu halde ölü bulunanlar (üzerlerindeki öldürülme alameti, bunların savaşta öldürülmüş olduğunu gösterir.)
3. Kendisine haksız yere yapıldığı bilinen bir saldırı sonunda öldürülmüş olan ve bundan dolayı da varislerine diyet olarak bir mal verilmesi gerekmeyen herhangi bir müslüman,
4. Malını, canını ve ırzını korurken haksız yere öldürülmüş bulunan kimse, Nitekim Efendimiz şöyle buyurmuştur:
عن سعيد بن زيد قال: مَنْ قتِلَ دُونَ مِالِهِ فَهُوَ شَهِيدٌ، وَمَنْ قُتِلَ دُونَ دِينِهِ فَهُوَ شَهِيدٌ، وَمَنْ قُتِلَ دُونَ دمه فَهُوَ شَهِيدٌ.
(Nitekim Peygamberimiz: "Malını koruma uğrunda öldürülen şehittir.Canını koruma uğrunda öldürülen şehittir. Dinini koruma uğrunda öldürülen şehittir. Ailesini koruma uğrunda öldürülen şehittir." buyurmuştur. (Tirmizi, Diyat, 22; Buhari, Mezalim, 33; Müslim, İman, 62)
Bu gruptaki şehitler, yıkanmaksızın kanlı elbiseleri ile defnedilir, elbiseleri onların kefenleri yerine geçer. Üzerindeki silah ve başka ağırlıklar alındıktan sonra cenaze namazı kılınarak defnedilir.
2. Ahiret Şehidi
Ahiret şehidi; düşmanla veya devlete başkaldıran ve yol kesenlerle yani eşkıya ile savaşırken yaralandıktan sonra hemen ölmeyip; tedavi olan yemek yiyen, su içen veya bir süre uyuyan veya savaş alanında ölmeyip, başka bir yere nakledildikten sonra ölenlerdir.
Bunlar, Allah katında şehittir ve şehit mükafatı alacaklardır. Bunlar, diğer ölüler gibi yıkanır, kefenlenir ve namazları kılınarak defnedilirler.
Ayrıca hadislerde şehit oldukları bildirilmekte olan, yanlışlıkla veya haksız yere Bir hata sonucu öldürülen müslüma, yangında, denizde veya deprem, göçük, çığ, toprak veya bina altında can veren kişiler; veba, kolera gibi yaygın ve önlenmesi zor hastalıklar sebebiyle ölenler, ilim tahsili yolunda, helâl kazanç uğrunda, gerek kendisinin, gerekse başkalarının, can, mal ve namusları uğrunda ölenler, loğusa iken ölen ve cuma gecesinde ölen kimseler de bu grupta yer alan şehitlerdir.[5]
Nitekim Efendimiz şöyle buyurmuştur:
عن أبى هريرة قال: الشُّهَدَاءُ خَمْسَةٌ: الْمَطْعُونُ وَالْمَبْطُونُ وَالْغَرِيقُ وَصَاحِبُ الْهَدْمِ وَالشَهِيدُ في سَبِيلِ اللّهِ.
"Şehitler beştir: Vebâ'dan, ishalden ölenler, suda boğulanlar, duvar ve toprak altında kalıp ölenler ve Allah yolunda şehit düşenler." (Buhari, Ezan, 32; Müslim, İmare, 51)
3. Dünya Şehidi
Bu, Sadece dünya hükümleri bakımından şehit sayılanlar. Kalbinde nifak bulunmakla yani münafık olmakla birlikte, dış görünüşü itibariyle müslüman olduğuna hükmedilen ve müslümanların safında bulunduğu sırada düşman tarafından öldürülen kişiler bu grupta yer alır. Bunlar, dünyada yapılacak işler bakımından şehit muâmelesi görürler. Yıkanmadan namazı kılınarak elbisesiyle gömülür. Ancak, inancı olmadığı ve yalnız dünya ile ilgili amaçlar için savaşarak öldürüldüğünden Allah katında şehit değildir.
Şehid olmada ölçü, Allah'ın rızasıdır. Allah rızası için mücâdele eden, O'nun adını yüceltmek için çaba sarfeden, cihâd içinde bulunuş ve bu yolda canını veren de, şehid olmuş olur.
عَنْ أَبِى مُوسَى قَالَ سُئِلَ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- عَنِ الرَّجُلِ يُقَاتِلُ شَجَاعَةً وَيُقَاتِلُ حَمِيَّةً وَيُقَاتِلُ رِيَاءً أَىُّ ذَلِكَ فِى سَبِيلِ اللَّهِ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- مَنْ قَاتَلَ لِتَكُونَ كَلِمَةُ اللَّهِ هِىَ الْعُلْيَا فَهُوَ فِى سَبِيلِ اللَّهِ.
Bir a'râbî Hz. Muhammed (s.a.s)'in huzuruna gelerek: "Ya Rasulallah! Bir adam ganimet için, diğeri şöhret için, öbürü riya ve gösteriş için savaşır. Hangisi Allah yolundadır?" diye sorunca, Hz. Peygamber (s.a.s) şu cevabı vermiştir: Kim Allah'ın adını, hükmünü yüceltmek, her şeyin üstüne çıkarmak için savaşırsa, o Allah yolundadır" (Müslim, İmare, 5029/3524)
SONUÇ
Ne güzel ifade etmiş bu toprakların niceliğini Necmettin Halil Onan: "Dur yolcu!.. Bilmeden gelip bastığın Bu toprak, bir devrin battığı yerdir. Eğil de kulak ver: Bu sessiz yığın Bir vatan kalbinin attığı yerdir. Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda Gördüğün bu tümsek, Anadolu'nda İstiklâl uğrunda, namus yolunda Can veren Mehmed'in yattığı yerdir. Bu tümsek, koparken büyük zelzele Son vatan parçası geçerken ele Mehmed'in düşmanı boğduğu sele Mübarek kanını kattığı yerdir. Düşün ki: Haşrolan kan, kemik, etin Yaptığı bu tümsek amansız, çetin Bir harbin sonunda bütün milletin Hürriyyet zevkini tattığı yerdir."
FATMA SEHER (KARA FATMA) Belinde fişekleri, omuzunda mavzeri, ayağında çizmeleri ve elindeki kamçısıyla Erzurum'lu Fatma Seher (Kara Fatma). Yanındaki 96 yiğitle önce Aziziye Tabyaları'nda düşmanı darmadağın etmiş; sonra köylü kıyafetiyle gittikleri İzmit'te, Albay Neşet Bey'in komutasında stratejik konumu büyük olan "Fındıktepe"yi Yunanlılardan temizlemiş; sonra da müfrezesiyle birlikte Sakarya Meydan Muharebesi'nde düşmanın belinin kırılmasında büyük yararlıklar göstermiş. Dört kez yaralanmış, düşmana esir düşerek esaretin acısını tatmış. Esaretten kurtulduktan sonra da üsteğmen rütbesiyle taltif edilerek, "Vatanî Hizmet Tertibi"nden maaş bağlanmış, fakat maddî sıkıntılar çekmesine rağmen hizmetlerini bir karşılık sebebiyle değil, vatan aşkı için yaptığını söyleyerek maaşını Kızılay'a bağışlamış ve 1955 yılında da bu fâni hayata veda ederek Hak'kın rahmetine kavuşmuş.
İşte şehitlerimiz kanlarını akıtarak bu cennet vatanı bize emanet etmişlerdir. Bize düşen de bu toprakları imar etmek, korumak ve bizden sonraki nesillere devretmektir. Bunu yapmadığımız takdirde hem vatanımıza ve hem de şehitlerimize karışı görevlerimizi yapmamış ve onların ruhlarını incitmiş oluruz.
NOT:Çok eski zamanlarda hazırlamış olduğum bu vaazda istifade ettiğim kaynakları yazmamışım. Kaynak sahiplerinden özür beyan ediyor dua ve hürmetlerimi sunuyorum.
İdris YAVUZYİĞİT
Şehitlerin yakınlarını gözetmek / iyi muamelede bulunmak gerekir
Hz. Peygamber, şehitlerin geride bıraktıkları çocuklarına özel ilgi göstermiştir. Onun özel iltifat ve ilgisine mazhar olan şehit çocuklarından birisi Uhud şehitlerinden "Abdullah b. Amr" 'ın oğlu Câbir'dir. Babası şehit olduğunda Câbir on sekiz yaşlarında bulunuyordu. Hz. Peygamber Uhud savaşından bir gün sonra Hamrâaülesed Gazvesi'ne giderken, sadece bir gün önce Uhud'a katılanların gelmesine müsade ettiği halde, babası bir gün önce şehit olan Câbir b. Abdullah'a özel izin vermiştir. Câbir, Hz. Peygamber'e gelerek, Uhud Savaşı'na, kızkardeşlerine bakacak başka kimsesi bulunmadığı için katılamadığını bildirmiş ve sefere iştirak etmek için izin istemiştir. Çoğu alacaklıları, hurmaların toplanma mevsimi geldiğinde Câbir'den babasının borçlarını isterler. O da hurma bahçesinden başka gelirleri olmadığını ve o yılki ürünün de borcunu karşılamaya yetmeyeceğini Hz. Peygamber'e bildirir. Hz. Peygamber toplanan hurmaları birkaç öbek halinde yığdırır. Bunlardan en büyük öbeğin yanına oturarak ölçeği eline alır ve herkese alacağı nisbetinde hurma vermeye başlar. Hz. Peygamber'in bir mucizesi olarak Câbir'in bütün borçları ödendikten sonra hurmaların eksilmediği rivayet edilir.[857]
Hz. Peygamber, maddî sıkıntı içinde bulunan şehit ailelerine yardımlarda bulunurken, onları ezikliğe sevkedecek davranışlardan da kaçınmıştır. Hz. Peygamber'le birlikte Zâtürrikâ' Gazvesi'ne katılan Câbir b. Abdullah, ona maddî sıkıntı içinde olduğunu bildirir. Hz. Peygamber Câbir'den kendisine devesini satmasını ister. Uzun süren pazarlıktan sonra Medine'ye varınca teslim etmek şartıyla deveyi satın alır. Câbir Medine'ye dönünce deveyi teslim etmek için götürdüğünde Hz. Peygamber ona borcunu öder ve deveyi de kendisine hediye eder.Câbir o sırada tanıdığı bir Yahudiye rastlar ve durumu ona anlatır. Yahudi buna hayret eder ve "Demek o senden deveyi satın aldı, parasını verdi, sonra da deveyi sana hediye etti ha"! diyerek bu hayretini gizleyemez. Câbir de "Evet" cevabını verir.[858]
Hz. Peygamber'le Mûte Savaşı'nda şehit düşen Câfer-i Tayyar'ın oğlu Abdullah arasında geçen bir olayı buna örnek olarak kaydedebiliriz. Peygamberimiz bir gün çocuklarla birlikte pazarda satış yapan "Abdullah b. Câfer" 'in yanına uğramış, kendisiyle ilgilenmiş ve "Allahım! Onun satışını bereketli kıl" diye dua etmiştir. Abdullah b. Câfer Hz. Peygamber'in vefatında 10 yaşında olduğuna göre[859] bu olay, çocuk yedi ilâ on yaşları arasında iken meydana gelmiş olmalıdır.
Hz. Peygamber şehitlerin geride kalan yakınlarını teselli için elinden gelen çabayı sarfederdi. Hârise bir yetimdi ve babası Sürâka hicretten önce ölmüştü. Kendisi de hicretten sonra annesi ile birlikte Müslüman olmuştu.Hârise, yaşının küçük olması nedeniyle Bedir Savaşı'na mücâhit olarak katılamadı. Bu arada savaş alanının gerisinde bir su birikintisinden su içerken atılan bir okla isabet aldı ve bu savaşın ensardan ilk şehidi oldu. Annesi ve kızkardeşi Hârise'nin öldüğünü duydular. Peygamberimiz Bedir'den Medine'ye dönünce bu kadın oğlunun durumunu sormak üzere onun huzuruna gelerek "Eğer oğlum cennette ise sabreder, sevabını beklerim; değilse onun için var gücümle ağlarım" dedi. Hz. Peygamber Hârise'nin cennette, üstelik Firdevs cennetinde olduğunu bildirdi. Bunun üzerine annesi oğlu için asla ağlamayacağını açıkladı.[862]
Hz. Peygamber'in bir şehit annesini teselli edişiyle ilgili şu olay da son derece mânidardır: O, Uhud şehitlerini defnettikten sonra atına binerek gazilerle birlikte Medine'ye doğru hareket etttiği sırada ensar kadınları kendisini karşılamak üzere yola çıkmışlardı. Bunların arasında Hz. Peygamber'in atının dizginini tutan Sa'd b. Muaz'ın annesi Kebşe bint Ubeyd de vardı. Bu kadının diğer oğlu Amr şehit düşmüştü. Sa'd b. Muaz, "Yâ Resûlallah! Annem"! diyerek onu takdim etti. Hz. Peygamber Kebşe bint Ubeyd'e "Merhaba"! diye hitap etti. Kebşe Hz. Peygamber'e yaklaşarak "Seni sağ salim gördüm ya, felaket hiç gelir bana" dedi. Peygamberimiz ona oğlu Amr b. Muaz için başsağlığı diledikten sonra onun ve diğer şehitlerin cennetlik olduğunu belirtip şöyle dua etti: "Allahım! Kalplerindeki üzüntüleri gider. Musibetlerinden dolayı mükâfatlandır. Şehitlerin geride bıraktıklarına güzel muamelede bulunacak iyi halefler eyle".[863]
İslâm ordusu Uhud savaşından Medine'ye döndüğünde kadınlar savaşa katılan yakınlarından haber sormak üzere Hz. Peygamber'in yanına gelirler. Baldızı Hamne bint Cahş'a kardeşi Abdullah'ın ve dayısı Hamza'nın şehit olduğunu söyler. Hamne soğukkanlılık gösterir ve Allah'tan onların bağışlanmasını ister. Hz. Peygamber kocasının şehit düştüğünü söyleyince üzülür ve feryat eder. Bunun üzerine Hz. Peygamber, kadınların yanında kocalarının ayrı bir yeri olduğunu söyler. Ona niçin böyle yaptığını sorduğunda, "Yâ Resûlallah! Yetim çocuklarını hatırladım; beni ürpertti" der. Hz. Peygamber o çocukların iyi yetişmesi için dua eder, onlarla ilgilenir. Hamne'ye Hayber'de yiyecek yardımında bulunur.
Hz. Peygamber'in gazilere, şehitlere ve şehit çocuklarına verdiği değerden sahâbe de etkilenmiştir.Hz. Ebû Bekir kucağında küçük bir kız çocuğunu seviyorken yanına bir adam girer ve çocuğun kim olduğunu sorar. Hz. Ebû Bekir "O benden daha hayırlı olan bir adamın kızıdır. Bu Sa'd b. Rebî'in kızıdır"[868] cevabını verir. Sa'd b. Rebî' ise Bedir Savaşı'na katılmış bir gazi idi; Uhud Savaşı'nda şehit düşmüştü.
- 0SEVDİM
- 0ALKIŞ
- 0KOMİK
- 0İNANILMAZ
- 0ÜZGÜN
- 0KIZGIN
Yorum Yazın