Haftanın Vaazı, Hz.Peygamber ve İnsanlık Onuru
Hz.Peygamber ve İnsanlık Onuru... Kur’an-ı Kerim, insanlığın üzerine aydınlık bir güneş gibi doğdu. Onunla karanlığın yeri aydınlık, zulmetin yeri nur oldu.
Kur’an-ı Kerim, insanlığın üzerine aydınlık bir güneş gibi doğdu. Onunla karanlığın yeri aydınlık, zulmetin yeri nur oldu. Onunla hak, hukuk, güven, huzur, barış ve mutluluk geldi. Onunla erdemli insanlar arttı. Kur’an-ı Kerim insanlara kötülüklerden arınmayı öğretti.Kur’an-ı Kerim insanlara paylaşmayı öğretti.Kur’an-ı Kerim insanlara dostluğu, kardeşliği öğretti.Kur’an-ı Kerim insanlara barışı ve sevgiyi öğretti.Kur’an-ıKerim insanlığa medeniyeti öğretti.
İnsan onuru sözlüklerde, izzetinefis, haysiyet, özsaygı, şeref, erdem, vakar, gurur, saygınlık, kendine saygı duyma ve başkalarını da kendine saygılı kılma olarak açıklanmakta.[1]
Peygamberimizin Veda Hutbesi onun yirmi üç yılda gerçekleştirdiği ve uygulamaya koyduğu inkılabın özetidir. Yani o, söylediklerini bizzat hayata geçirmiş ve son kez bir kere daha insanlığa hatırlatmıştır. Onun yıllardır birbirleriyle savaşan Mekkeliler, Evs ve Hazreç kabileleri, diğer insanlar arasında kurduğu kardeşlik hem dillere destan hem de tüm insanlığa örnektir.
Veda Hutbesi)”Ey İnsanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes gün. Bu aylar nasıl mukaddes bir ay, bu şehriniz nasıl mübarek şehir ise canlarınız, Mallarınız namuslarınız da öyle mukaddestir. Her türlü tecavüzden korunmuştur”
Veda Hutbesinde Hz. Peygamber,Sözümü iyi dinleyiniz! İyi anlayınız… Bu vasiyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildirilen kimse, burada bulunup ta işitenden daha iyi anlayarak, muhafaza etmiş olur diyerek bizden söz almış ve tüm söylediklerine Yüce Allah’ı şahit tutmuştu.
“Sevgili Peygamberimizin (sas) kutlu doğumu vesilesiyle bugün bir kez daha hatırlatmak isterim ki insanın ucuzladığı, bir meta haline dönüştüğü, insan onurunun göz ardı edildiği, zedelendiği, ayaklar altına alındığı, insanlığın kaybolmaya yüz tuttuğu, insanı onursuzlaştırma, itibarsızlaştırma, değersizleştirme ve değerlerinden soyutlama gayretlerinin küresel ölçekte politikalar haline geldiği günümüzde, bütün alemleri onurlandırmak için gönderilen rahmet yüklü adalet, hikmet yüklü ahlak peygamberinin onur mücadelesini ve insana bakışını yeniden keşfetmeye ve bu keşfimizi toplumun bütün katmanlarına açmaya her zamankinden daha fazla muhtacız” (DİB,Başkan Görmez)
İnsan, Rabbimizin, başka varlıklara vermediği özelliklerle yaratmış olduğu bir varlıktır. Fizikî, ruhî ve aklî özellikler açısından onu en güzel bir biçimde yaratmıştır. İlk yaratılış aşamasında ona en güzel biçimi verdikten sonra “kendi ruhundan” üflemiş ve melekleri ona secde ettirmiştir. En hassas dengeleriyle, yerde ve gökte ne varsa onun emrine vermiştir. Allah gökyüzünü onun için yıldızlarla süslemiştir. Yeryüzünü onun için döşek kadar rahat edebileceği şekilde yaratmıştır. Türlü türlü ve tertemiz yiyecek ve içecekleri onun zevkine sunmuştur.
Her insan bizim gibi Allah’ın özenle yarattığı bir varlıktır. Dili, dini, rengi, cinsiyeti, sosyal statüsü, ekonomik durumu ne olursa olsun herkes kuldur ve o kulun Rabbi Allah-u teâladır. Bu sebeple İslam literatüründe insan hakları, “kul hakkı” olarak tabir edilmiştir. Kulun hakkına saygı göstermeyen o kulun Rabbine saygısızlık etmiş olur. Her insanın yaşama hakkı vardır. Can kutsaldır. Bir insanın yaşamına kıymak tüm insanların yaşamına kıymaktır. Bir insanın yaşamasına vesile olmak tüm insanlığı yaşatmak gibidir. Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Kim, bir cana kıymamış, ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış olan bir canı öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de onu(n hayatını kurtarmak suretiyle) yaşatırsa, bütün insanları yaşatmış gibi olur.” [2]
Her insanın malı kutsaldır. Yüce kitabımızda şöyle buyurulur: “Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka. Kendinizi helak etmeyin. Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir.” [3] Her insanın onuru kutsaldır. Dinimizde yalan, dedi kodu, gıybet (hoşa gitmeyeceği bir şeyi başkasının arkasından konuşmak), iftira, hakaret, kötü lakap takmak gibi insan onurunun zedelenmesine sebep olan şeyler, cezası çok büyük günahlardandır. Her insanın, başkalarının haklarını çiğnememek şartıyla inanma ve inancını yaşama hakkı vardır. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm‘de; hak ile batılın tam bir şekilde açıklandığını, dileyenin iman edip dileyenin inkar edebileceğini, hakikati kabul edip ona uyanları cennetin, aksini tercih edenleri ise cehennemin beklediğini, kimsenin müslüman olmaya zorlanamayacağını, peygamberin vazifesinin sadece hakkı insanlara tebliğ etmek olduğunu bildirmiştir.
Veda Hutbesinde yer alan “Ey İnsanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.” [4]
yüce Allah, insanın değerini göstermek için, “Biz insanı en uygun ve en güzel biçimde yarattık” [5] demektedir. Bu ve benzeri ayetler bize, Allah’ın yarattığı hiçbir varlığın küçümsenemeyecek kadar değerli ve önemli olduğunu ifade etmektedir.Peygamberimiz, bir hadislerinde “Allah sizin şekillerinize ve görünüşlerinize bakmaz, fakat kalplerinize ve işlerinize bakar” [6] buyurarak, bu gerçeği en net biçimde dile getirmektedir.
Bir gün, Ma’rur isminde bir kişi peygamberimizin arkadaşlarından Ebu Zer’e rastlamıştı. Ebu zer’in yanında bulunan kölesi gayet güzel ve temiz bir şekilde giyinmişti. Bunu gören Ma’rur, Ebu Zer’e, “ey Ebu Zer! Bu adamın üstündeki giysiyi alıp başka bir şey giydirsene” dedi. Ebu Zer, Ma’rur’a şunu anlattı: “Bu gördüğün köleyle benim aramda senin bilmediğin bir olay yaşanmıştır. Ben, bir gün bu adama sövmüş ve annesinin siyahi oluşundan dolayı ona hakaret etmiştim. Peygamberimiz bunu duyanca, ‘sende hâlâ Cahiliye döneminin izleri var. Bu insanlar sizin kardeşlerinizdir. Yediklerinizden onlara da yedirin, giydiklerinizden onlara da giydirin’ deyerek beni azarlamıştı” [7]
Sevgili peygamberimiz Veda Hutbe’sinde tüm insanların eşit varlıklar olduklarını şöyle dile getirmektedir: “Arab’ın Arab olmayana, Arab olmayanın da Arab’a bir üstünlüğü yoktur. Ey insanlar! Hepiniz Adem’in çocuklarısınız. Adem ise topraktandır” [8]
Peygamberimizin bu açıklamasında görüldüğü gibi insan, hangi topluma veya ırka mensup olursa olsun bir başkasını küçümseyemez; çünkü her insanın kökeni Hz. Adem’e dayanmakta, bu şekilde kardeş oldukları hatırlatılmaktadır. Peygamberimiz insanın ve onun sahip olduklarının kutsal olduklarını ilan etmiş, haklı ve geçerli bir neden olmaksızın insana ve sahip olduklarına dokunulamayacağını açıklamıştır.
Şurası iyi bilinmelidir ki insanı onurlu veya onursuz kılan temel ölçüt, davranışlarıdır. Davranışları kendisini onurlandırmayan kimseyi haricî hiçbir aidiyet onurlandıramaz. İnsan, ırk, renk, zenginlik, soy-sop gibi maddî, izafî ve geçici ölçülere göre değerlendirilmemelidir. “Nice kapılardan kovulmuş üstü başı perişan insan vardır ki, Allah’a yemin etse Allah onu yemininde haklı çıkarır” buyuran Sevgili Peygamberimiz (sas), insan onurunu maddî ölçütlerle değerlendirmenin yanıltıcı olabileceğine işaret etmiştir. İnsan bizatihi değerli ve onurlu bir varlıktır. Efendimizin (sas) nazarında onun siyahı da değerlidir beyazı da; fakiri de onurludur, hizmetçisi de.(DİB,Başkan GÖRMEZ)
İbn Mes’ûd anlatıyor: Peygamber (s.a.v.)’in meclisinde idik, birisi kalkıp gitmiş, bir başkası da arkasından onu çekiştirmişti, Peygamberimiz “Dişini ayıkla!” buyurdu. Adamın “Neden ayıklıyayım? Et yemedim ki!” demesi üzerine de “sen kardeşinin etini yedin” buyurdu.[9]
Hz. Âişe Efendisine, eşi Safiyye’nin kısa boylu olduğundan bahsedince şöyle buyurdu: “Öyle bir söz söyledin ki denize katsan onu kirletir!” [10]
Efendimiz ashâbına sordu:
– Gıybet nedir biliyor musunuz?
– Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.
– Din kardeşini, hoşuna gitmeyen bir şey ile anmandır (arkasından hoşlanmayacağı bir sözü söylemendir).
– Söylediğin gerçekten onda varsa gıybet etmiş olursun, söylediğin onda yoksa iftirâ etmiş olursun.[11]
«Bir müslümanın kardeşi ile üç günden fazla dargın durması helâl olmaz. Üç günü doldurunca hemen ona gidip selâm vermelidir; o da selâmına karşılık verirse ikisi ecirde (sevapta) ortak olurlar, karşılık vermezse o günaha batmış, selâm veren dargınlıktan çıkmış olur.» .[12]
«Hısımlık bağı arşa asılmıştır; şöyle der durur: Benimle ilişki kuranla Allah da ilgilensin, benimle ilişkisini kesenden Allah da alâkasını kessin!» . .[13]
«İlgi gösteren karşılık veren değil, sen ona ilgi göstermediğin halde akrabalık bağına riâyet edendir.» .[14] (Buhari. K. el-Edeb. 15.)
«Size namaz, oruç ve sadakadan daha üstün bir şey göstereyim mi?» «Evet Ey Allah‘ın Resulü» dediler. Devam buyurdu: «Arabulmak, barıştırmaktır; çünkü aranın bozulması kökünden kazır; saçı kazır demiyorum, dini kazır.» .[15] (Tirmizi, K. el-Kıyâmeh, 56; Ebû-Dâvûd, K. el-Edeb, «Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın; belki de onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da başka kadınları alaya almasınlar, belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinize dil uzatmayın, birbirinizi kötü lâkaplarla çağırmayın; inandıktan sonra yoldan çıkmış olmak ne kötü bir addır. Tevbe etmeyenler, işte onlar zalimlerdir» .[16]
— «Gıyabında din kardeşinin namus ve şerefini koruyan kimseyi Allah cehennemden azad edecektir.» .[17]
Mekke dönemine bakınız. Hangi sahabe diğerine küserek, davayı terk etti ve kaçtı. Aksine tam tersi oldu, Hz. Ebuzer (r.a) birgün Hz. Bilal’e (r.a) kara kadının oğlu dedi, [18] mesele Hz. Peygambere (s.a.v)`e intikal etti,
Peygamber (s.a.v), ben Ebuzer’de cahilliye kalıntıları görüyorum dedi. Bu sözleri duyan Hz. Ebuzer (r.a), Hz. Bilal’ın kapısının eşiğine yatarak bekledi, dışarıdan bir takım sesler duyan Hz. Bilal, kapıyı açar birde ne görsün, Hz. Ebuzer yerde yatmakta, kardeşim Ebuzer niye yerde yatmaktasın? kalk ayğa der, Hz. Ebuzer işittim ki, Hz. Peygamber (s.a.v) hakkımda şöyle buyurmuş:
Ben Ebuzer’de cahilliye kalıntıları görüyorum. Ey Bilal sana bu çirkin sözleri söyleyen dudakları ve yüzümü çiğnemediğin müddetce burdan kalkmayacagım. Hz. Bilal ise, bu yüz çiğnenecek yüz değil, bu yüz öpülecek yüz diyerek kardeşinin elinden tutar kaldırır ve bagrına basar ve böylelikle Helallaşmış olurlar.
Peygamber Efendimizin Bilâl’e ezanı okuma vazifesini vermesi, İslam düş¬manlarını çılgına çevirdi. Eskiden köleleri olan biri, bugün kalkıp onları açıktan açığa Allah’a çağırıyordu. Mekke’nin Fethi’nden sonra Hz. Bilâl, Kâbe’de ezan okur¬ken kendi aralarında konuşan İslam’ın amansız düşmanları, “Muhammed, ezan okutacak şu kara kargadan başka kimse bulamadı mı?!” diyecek küstahlığı gös¬teriyorlardı. Fakirlerin, zayıfların böylesine şeref kazanmalarını, İslamiyet’le yücelmelerini bir türlü hazmedemiyorlardı. Hattâ Hz. Peygamber’e, “Şu Bilâl gibi fakir ve kimsesiz kişileri yanından kovarsan sana iman edeceğiz. Bunlarla eşit olamayız.” diyorlardı.
Hz. Peygamber Efendimizin, Ebu Zerr hakkında övücü sözleri vardır: “Yeryüzünde, Ebu Zerr’den daha doğru sözlü birisi yoktur.”, ” Kıyamet gününde yeri bana en yakın olanınız, dünyadan benim bıraktığım gibi çıkanınızdır.” Ebu Zerr bu hadisi naklettikten sonra şöyle demiştir: “Vallahi benden başka hepiniz, bu dünyaya bir tarafından bulaştınız!” Peygamberimiz onun zühdünü (dünya nimetlerinden uzak yaşamasını) Hz. İsa’nın zühdüne benzetmiştir. O, bu zâhidâne hayatını ömrünün sonuna kadar sürdürmüş ve Müslümanlar zenginleştikten ve hazineden aldıkları maaş ile daha müreffeh yaşar hâle geldikten sonra da şöyle demiştir: “Vallahi benim, Resulullah zamanındaki günlük geçimliğim (dört çift avuç) hurma idi, bugün de onu arttıracak değilim. [19]
İslam tarihindeki yeri asla doldurulamayacak olan Ebu Zerr, Müslüman olduktan sonraki hayatının hemen hemen tamamını Osman tarafından Rebeze’ye sürgüne gönderilinceye kadar Peygamber Efendimiz ve Hz. Ali’nin yanında İslamı yaymak için mücadele ile geçirmiştir. Osman tarafından Rebeze’ye sürgüne gönderildikten sonra çok çileli ve sefil bir hayat yaşamış ve orada Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Öldüğünde sırtında yırtık bir elbiseden başka bir şey yoktu. Ölmeden önceki son günlerinde kızına üzülmemesini, Mekke tarafından bir kafile gelmedikçe ölmeyeceğini, zira bu kafile ile gelen bir gencin kendisine kefen getireceğini anlatıp arada sırada kızına “Bak bakalım, ufukta toz bulutu görüyor musun?” diyordu.
Hicrî 31 (M. 651-652) yılında bir gün ufukta bir kervan gözüktü. Kervan konakladıktan kısa bir süre sonra Hz. Ebu Zerr, dâr-i bekâ’ya göçtü. Ensardan bir genç (Malik Eşter) gelip onu kefenledi ve cenaze namazını kıldırarak Rebeze’ye defnetti. [20]
Cabir b. Abdullah (r.a.) şöyle nakletmiştir:
Yanımızdan bir cenaze geçmişti. Resulullah (asv) hemen o cenaze için ayağa kalktı. Biz de (ona uyarak) kendisi ile beraber ayağa kalktık ve: “Ey Allah’ın Resulü! Bu bir Yahudi kadınının cenazesidir.” dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber (asv):”Şüphesiz ölüm korkunç bir şeydir. Cenazeyi gördüğünüzde hemen ayağa kalkınız.” buyurmuştur. [21]
Kays b. Sa’dv’in (r.a.) rivayetinde İbn Ebu Leyla şöyle nakletmiştir:
Kays b. Sa’d ile Sehl b. Huneyf, Kadisiyye’de bulunurlarken yanlarından bir cenaze geçti. Bunlar ayağa kalktılar. Kendilerine; bu cenaze, bu yer halkından (yani zımmilerden) dir, denildiğinde Kays ile Sehl de: Resulüllah’ın (asv) yanından bir cenaze geçmişti. Allah Resulü, ayağa kalktı. Bunun bir Yahudi cenazesi olduğu kendisine bildirildiğinde: “Bu da bir insan değil mi?” buyurdu. [22]
Bedir savaşında Mekkeli müşriklerden bir miktar esir alınmıştı.Peygamberimiz (asv) bu esirlerle ilgili olarak ashabıyla istişarede bulundu. Ashabtan bazıları bunların derhal öldürülmesini teklif ederken, en yakın Müslüman akrabalarının bunu infaz etmelerini tavsiye etmişlerdi. Buna karşılık başta Hz. Ebu Bekir (ra) olmak üzere bazı sahabeler de bu esirlerin fidye karşılığında serbest bırakılmalarını teklif ettiler. Rasûlullah (asv) bu ikinci teklifi uygun buldu. Esirlerden dörder bin dirhem bedel alınarak salıverilmelerini emretti. Bu arada durumlarına göre, bedel olarak 3000, 2000 ve 1000 dirhem kendilerinden alınması kararlaştırılanlar da oldu.
Fidye ödeyemeyenlerden, okuma yazma bilenlerin Müslümanların çocuklarından onar kişiye okuma-yazma öğretmeleri istendi. Esirler Müslümanlar arasında dağıtıldı.
Hz. Peygamber (asv) onlara iyi muamele edilmesini istedi. Esirlerden elbisesiz kalmış olanlara giyecekler verildi. Bu esirler Müslümanlarla birlikte ve onlarla eşit şartlar altında yemeğe oturuyorlardı.
Hz. Peygamber (s.a.y)’in vahiy kâtipleri içinde Übey b. Kâb’dan sonra Medine’de en çok vahiy yazan Hz. Zeyd b. Sabit ayrıca tercümanlık yapmış âlim sahabelerin meşhurlarındandır. Okuma-yazmayı Bedir esirlerinden, fidye karşılığı olarak on çocuğa okuma-yazma öğrettikten sonra serbest bırakılmayı kabul edenlerden öğrendi.
Bir gün, bir Müslüman kadın Kaynuka çarşısına inmiş, alışveriş yapmak üzere bir kuyumcuya girmişti.Dükkân sahibi kadına yüzünü açmasını söyler, kadın tepki verince ısrarla kadının üzerine gider; fakat buna muvaffak olamaz. Kadınla Yahudi bu şekilde mücadele ederken, dükkânda bulunan bir başka Yahudi’de, kadına hissettirmeden giydiği çarşafın bir kenarını oturduğu yere rapteder. Müslüman kadın, kuyumcuda alış verişini yaptıktan sonra, çıkmak üzere ayağa kalktığında çarşafı üzerinden düşer ve avret yerleri görünür. Hadise karşısında orada bulunan Yahudiler gülüp eğlenerek kadınla dalga geçerler.
Müslüman kadın neye uğradığını şaşırmış, feryad–ü figan ederek, imdat ister. Kadının feryadını işiten bir Müslüman koşarak gelmiş, Müslüman bir kadın kasıtlı olarak aşağılanmış, namusuna helal gelmiştir. Ve Yahudi kuyumcuyu öldürür. Orada bulunan diğer Yahudiler de, Müslüman’ı şehit ederler. Hadise bu şekilde başladı, sonuçta büyüdü ve Müslümanlarla Beni Kaynuka Yahudileri arasında savaş çıkmasına sebep oldu.
Nihayetinde Kaynuka Yahudilerinin kaleleri kuşatıldı. Kuşatma yaklaşık on beş gün devam etti, Yahudiler Rasululah’ın ileri sürdüğü şartları kabul ederek, barış yapmak zorunda kaldılardı.
Hazreti Ömer, yine bir gün yaşlı bir dilenci ile karşılaşır. Dilencinin gayrimüslim olduğunu öğrenir. Gayrimüslim dilenciye:
–Gençliğinde senden cizye alıp yaşlanınca seni bu halde bırakırsak, biz sana karşı insaflı davranmış olmayız, dedikten sonra beytülmal görevlisine şu talimatı verdi:
–Bu adamın hâlını düzeltecek kadar maaş bağlayın.
Hz. Ömer’e göre fakir, müslümanların; miskin de gayri müslimlerin muhtaçlarını ifade eder. Hz. Ömer’in yaşlı ve kör bir yahudiyi, maaş bağlanması için beytülmâle gönderdiği ve görevliye “Bu adama ve benzerlerine bakın…. `Sadakalar (zekât), ancak fakirler, miskinler…içindir? âyetinde geçen fukaradan maksat, müslüman fakirler, mesâkînden maksat ise Ehl-i kitabın fakirleridir. Bu adam, kitap ehlinin miskinlerindendir” dediği nakledilir . [23]
Peygamberimiz (sav) ordularını savaşa gönderirken şöyle derdi: “Sizler Allah için, Allah adına sefere çıkıyorsunuz. Sakın insanlara zulmetmeyiniz. Savaşta müsle yapmayınız, yani insanların organlarını keserek işkence yapmayınız. Manastırlara, kadınlara, din adamlarına ve çocukları öldürmeyiniz. Kiliselerini yıkmayınız.” (Ebu Davud, Cihad, 120; Harac, 29-30) Necran Uskufu ile yaptığı anlaşma ve Emanname’demabedlerin garanti altında olduğu açıkça ifade edilmiştir.
Yine peygamberimiz (sav) gayr-i Müslimlerle yapmış olduğu anlaşmalarda onların canlarının ve mallarının güvende olduğunu özellikle vurgulamış ve maddeler halinde yazdırmıştır.
ilk müezzin Bilal-i Habeşi hazretleri de bir köleydi. Zenci cariye Ümmi Eymen’in oğlu Üsame bin Zeyd, 18 yaşında, birlik komutanı olmuştu. Babası Zeyd bin Harise de köleydi. Rum ordusuyla savaşırken İslam ordusunun komutanıydı.Hz. İbni Ümmü Mektûm, Medine’ye ilk hicret edenler arasındaydı. Medine’ye önce vardıklarından halka Kur’ân dersi veriyordu. Peygamberimiz, Medine’ye yerleştikten ve Mescid-i Şerif’i yaptıktan sonra ona en büyük şeref sayılan müezzinlik vazifesini verdi.Peygamberimizin Medine’de üç müezzini vardı: Bilâl, Ebû Mahzûre ve İbni Ümmü Mektûm (r.a.Hz. Bilâl olmadığı zaman Ebû Mahzûre, o da bulunmadığı zaman İbni Ümmü Mektûm ezan okurdu. İbni Ümmü Mektûm, Ramazan’da ezan okuyor, sahurun bittiğini insanlara bildiriyordu. Bunun için Peygamberimiz, “Bilâl ezanı gece okuyor. İbni Ümmü Mektûm ezan okuyuncaya kadar yiyip içiniz.” buyuruyordu.(Buhârî, Ezan: 10.)
Kaynak:
[1]Özön Mustafa Nihat, Osmanlıca Türkçe Sözlük, Bilgi Yayınevi, Ankara,1971
[2] Mâide, 5/32.
[3] Nisâ, 4/29
[4] Müslim, Hac 19; Tirmizî, Fiten 2; İbn Mâce, Fiten 2.
[5] 95-Tin-4
[6] Müslim, Birr, IV/1987
[7] Buhari, İman, I/13
[8] Berki ve Keskioğlu, 412.
[9] Taberânî
10] Tirmizî, K. el-Kıyâmeh, 51; Ebû, Dâvûd, K. el-Edeb, 35.
11] Müslim, K. el-Birr, 70; Ebû-Dâvûd, K. el-Edeb, 35; Tirmizî, el-Birr, 23.
[12]Ebu Davud, K. el-Edeb, 47; Buhari, K. el-Edeb, 57; Müslim, K. el-Birr, 23.
[13] Müslim. K. el-Birr. 17; Ahmed, Müsned, 2/164.
[16] el-Hucurât: 49/11
[17] Ahmed, Müsned, 6/461
[18] Ahmed, Müsned, 6/461 Ahmed Kastalânî. îrşadü’s-Sârî, 1, 1!3. 16.İbnSa”d.4,229.
[19] İbn Abdilber, İstî’âb, C. I, s. 214; C. IV, s. 62; İbn Hacer, İsâbe, C. IV, s. 63;Hacevî, age., C. I, s. 193. 87. Reşîd Rızâ, Tefsîr, C. X, s. 405 vd.)
[20] Hayreddin Zirikli, el-A’lâm, II, 140). Kaynak: Sunum Vaaz
- 0SEVDİM
- 0ALKIŞ
- 0KOMİK
- 0İNANILMAZ
- 0ÜZGÜN
- 0KIZGIN
Yorum Yazın