Dikenler ve zehirli otlar, EMEKSİZ ÜRERLER…
Bu deist nesil nereden üredi? Bu başörtülülere saldıranları, Dîne ve dindarlara sövenleri, 15 Temmuzda müezzinlere saldırıları kim yetiştirdi? Bu hırsızlar, kapkaççılar, tecâvüzler, kadın cinayetleri, bankamatik soygunları nereden çıktı? Ve bu gibi sorunların en doğru cevabı, yazı başlığındaki cümledir.
Evet, elma, armut, üzüm, incir, ceviz, zeytin, portakal, domates ve diğer meyve ve sebze gibi çok faydalı ürünler için; mutlaka ilim, tecrübe, masraflar ve emekler gerektiği halde, “Dikenler ve zehirli otlar, EMEKSİZ ÜRERLER…” Sadece üreseler neyse, şayet engellenmezse, gayet verimli olan güzelim bahçeyi de İSTİLÂ ederler…
Aynen bunun gibi, insan da aileler tarafından “nasılsa devletin eğitim kurumları var” diye, evlâtlarına verilmesi gereken Din ve Îman ilimlerini ihmal ederlerse, deist, ateist, anarşist, hırsız, ayyaş ve madde bağımlısı olması kaçınılmazdır.
Üstelik te bu konuda bu olumsuzluklara ve suçlara teşvik ediciler, sözde ellerinden tutup dinsiz ve îmansız yetiştirici kurumlar da maalesef çoktur.
Hatta lâik Milli Eğitim sistemimiz de bunlar için mümbit bir zemin haline getirilmiştir. Tüm müfredattaki; tabiat bilgisi, biyoloji, kimya, coğrafya, TIP, fizik, fen bilimleri vs. kitaplarımız, “olayları, bitkilerin oluşumlarını, atomun ve hücrelerin faaliyetlerini, nehirlerin, yağmurların, rüzgârların, hatta hayvanların ve insanların hayat serüvenlerini”, tamamen tesadüflere bağlamaktadırlar.
Yani her şeyin kendi kendine oluştuğunu iddia ederek, Yüce Yaratıcı âdeta kamufle edilmekte ve üstü örtülmeye çalışılmaktadır.
Bilinçli aileler ve bazı bahtiyar ve kahraman kurumlar tarafından, asıl gerçekler, yani yağmur, rüzgâr, hortum, sel, deprem, corona virüsü, vs. gibi hiçbir olayın tesadüfen olmadığını, insanların başıboş bırakılmadığını, hayvanların ve bitkilerin insanların hizmetine ve tasarrufuna verildiğini elbette işlemektedirler. Ancak bunlar; tüm Eğitim Sistemlerimizin yanında devede kulak misali, çok az bir yekûn teşkil etmektedir.
Önceleri güzel ülkemizde, böyle bir eğitim sistemiyle ÎMANLI yetişen bir toplum ile bu günkü acı ahvalimizi mukayese ettiğimizde, bana tamamen hak vereceğinize tam inanıyorum.
Çok fazla değil, sadece 200 sene öncesine gidelim.
Ülkemizin her yerinde olduğu gibi, benim ciddi araştırmalar yaptığım sadece İstanbul’da bile mahallelerdekiler hariç, tam 160 merkezî yerde SADAKA TAŞLARI faaliyet halindeydi.
Bu ne demekti?
Gençlerimiz elbette anlamakta bile çok zorlanacaklar, fakat bizzat araştırdıklarında çok net göreceklerdir ki sadaka taşları; günün her saatinde içinde paralar ve altınlar bulunan ve herkese açık olan TAŞ OYUKLARDIR…
Fakir ve yoksullar, zenginlere karşı rencide ve minnettar olmasın diye, zenginler adaklarını, sadakalarını, infâklarını ve zekâtlarını loş bir karanlıkta o taşlara bırakıyorlar. Yoksullar ve fakirler ise o taşların başına gidip, birkaç günlük ihtiyaçları olan miktardaki para veya altını alıp, “diğerleri başka muhtaçların hakkıdır” diyerek ayrılıyorlardı.
O taşlardaki paralara ve altınlara, tamamen açıkta oldukları halde, hiçbir normal vatandaş el uzatmıyordu. Çünkü, îmanın 6 şartına tam inandığı için, Yüce Yaratıcımızın “oradaki para ve altınların yoksul ve fakirler için bırakılmayı emrettiğini, kendisini de her zaman ve o anda gördüğüne, bir yanlış yaptığında Âhirette cezalandırılacağını bildiği için” el uzatamıyordu. Yüce Rabbinin kendisine nasip ettiklerine razı olup şükürler ediyordu.
Şimdi çok ciddi düşünelim, acaba bugün öyle mi?
Veya sizlere sorsam: Bugün o sadaka taşı sistemi işletilmeye çalışılsa, o taşlarda hiç para ve altın kalır mı?..
Kesinlikle hepiniz; “Yâ hocam, bugün şifreli kasalar, güvenlik kameralı bankamatikler, başkalarına ait hesaplar, yüksek tahsillilerin akıl almaz sahtekârlık planlarıyla boşaltılıyor. Yolda giden kadınların çantaları veya masum kişilerin telefonları bile gasp ediliyor. Hiç öyle bir sadaka taşı sistemi işletilebilir mi?” diyeceksiniz…
Peki, bu gün NE EKSİK te, halkımızın büyük bir kısmı bu durumlara düşmüş.
Net ve tek doğru cevap: “DİN, ÎMAN ve AHLÂK EĞİTİMİ…” Değil mi?
Mademki gerçekler böyle, o günkü ahlâka, güvene ve huzûra kavuşmak için, ne yapmak lâzım?
Yine net ve tek doğru cevap: “O KAYBETTİKLERİMİZİ, TEKRAR KAZANMAK LÂZIM…”
Yani, Milli Eğitim Sistemimizde, müfredata Din, İman ve Ahlâk eğitimimizin zorunlu hale getirilmesi şarttır. Böylece hem dünya hayatımızda güvenli, mutlu ve huzûrlu bir hayat yaşayacağız.
Hem de kabir, haşir, kıyamet, sırat, mahkeme-i Kübra denilen, Berzah hayatımızda ve Âhiret hayatımızda Cehennem tehlikesini atlatıp, Ebedî Cennetlere namzet olacağız, inşaallah… Vesselam.
Dikenler ve zehirli otlar, EMEKSİZ ÜRERLER…
Bu deist nesil nereden üredi? Bu başörtülülere saldıranları, Dîne ve dindarlara sövenleri, 15 Temmuzda müezzinlere saldırıları kim yetiştirdi? Bu hırsızlar, kapkaççılar, tecâvüzler, kadın cinayetleri, bankamatik soygunları nereden çıktı? Ve bu gibi sorunların en doğru cevabı, yazı başlığındaki cümledir.
Evet, elma, armut, üzüm, incir, ceviz, zeytin, portakal, domates ve diğer meyve ve sebze gibi çok faydalı ürünler için; mutlaka ilim, tecrübe, masraflar ve emekler gerektiği halde, “Dikenler ve zehirli otlar, EMEKSİZ ÜRERLER…” Sadece üreseler neyse, şayet engellenmezse, gayet verimli olan güzelim bahçeyi de İSTİLÂ ederler…
Aynen bunun gibi, insan da aileler tarafından “nasılsa devletin eğitim kurumları var” diye, evlâtlarına verilmesi gereken Din ve Îman ilimlerini ihmal ederlerse, deist, ateist, anarşist, hırsız, ayyaş ve madde bağımlısı olması kaçınılmazdır.
Üstelik te bu konuda bu olumsuzluklara ve suçlara teşvik ediciler, sözde ellerinden tutup dinsiz ve îmansız yetiştirici kurumlar da maalesef çoktur.
Hatta lâik Milli Eğitim sistemimiz de bunlar için mümbit bir zemin haline getirilmiştir. Tüm müfredattaki; tabiat bilgisi, biyoloji, kimya, coğrafya, TIP, fizik, fen bilimleri vs. kitaplarımız, “olayları, bitkilerin oluşumlarını, atomun ve hücrelerin faaliyetlerini, nehirlerin, yağmurların, rüzgârların, hatta hayvanların ve insanların hayat serüvenlerini”, tamamen tesadüflere bağlamaktadırlar.
Yani her şeyin kendi kendine oluştuğunu iddia ederek, Yüce Yaratıcı âdeta kamufle edilmekte ve üstü örtülmeye çalışılmaktadır.
Bilinçli aileler ve bazı bahtiyar ve kahraman kurumlar tarafından, asıl gerçekler, yani yağmur, rüzgâr, hortum, sel, deprem, corona virüsü, vs. gibi hiçbir olayın tesadüfen olmadığını, insanların başıboş bırakılmadığını, hayvanların ve bitkilerin insanların hizmetine ve tasarrufuna verildiğini elbette işlemektedirler. Ancak bunlar; tüm Eğitim Sistemlerimizin yanında devede kulak misali, çok az bir yekûn teşkil etmektedir.
Önceleri güzel ülkemizde, böyle bir eğitim sistemiyle ÎMANLI yetişen bir toplum ile bu günkü acı ahvalimizi mukayese ettiğimizde, bana tamamen hak vereceğinize tam inanıyorum.
Çok fazla değil, sadece 200 sene öncesine gidelim.
Ülkemizin her yerinde olduğu gibi, benim ciddi araştırmalar yaptığım sadece İstanbul’da bile mahallelerdekiler hariç, tam 160 merkezî yerde SADAKA TAŞLARI faaliyet halindeydi.
Bu ne demekti?
Gençlerimiz elbette anlamakta bile çok zorlanacaklar, fakat bizzat araştırdıklarında çok net göreceklerdir ki sadaka taşları; günün her saatinde içinde paralar ve altınlar bulunan ve herkese açık olan TAŞ OYUKLARDIR…
Fakir ve yoksullar, zenginlere karşı rencide ve minnettar olmasın diye, zenginler adaklarını, sadakalarını, infâklarını ve zekâtlarını loş bir karanlıkta o taşlara bırakıyorlar. Yoksullar ve fakirler ise o taşların başına gidip, birkaç günlük ihtiyaçları olan miktardaki para veya altını alıp, “diğerleri başka muhtaçların hakkıdır” diyerek ayrılıyorlardı.
O taşlardaki paralara ve altınlara, tamamen açıkta oldukları halde, hiçbir normal vatandaş el uzatmıyordu. Çünkü, îmanın 6 şartına tam inandığı için, Yüce Yaratıcımızın “oradaki para ve altınların yoksul ve fakirler için bırakılmayı emrettiğini, kendisini de her zaman ve o anda gördüğüne, bir yanlış yaptığında Âhirette cezalandırılacağını bildiği için” el uzatamıyordu. Yüce Rabbinin kendisine nasip ettiklerine razı olup şükürler ediyordu.
Şimdi çok ciddi düşünelim, acaba bugün öyle mi?
Veya sizlere sorsam: Bugün o sadaka taşı sistemi işletilmeye çalışılsa, o taşlarda hiç para ve altın kalır mı?..
Kesinlikle hepiniz; “Yâ hocam, bugün şifreli kasalar, güvenlik kameralı bankamatikler, başkalarına ait hesaplar, yüksek tahsillilerin akıl almaz sahtekârlık planlarıyla boşaltılıyor. Yolda giden kadınların çantaları veya masum kişilerin telefonları bile gasp ediliyor. Hiç öyle bir sadaka taşı sistemi işletilebilir mi?” diyeceksiniz…
Peki, bu gün NE EKSİK te, halkımızın büyük bir kısmı bu durumlara düşmüş.
Net ve tek doğru cevap: “DİN, ÎMAN ve AHLÂK EĞİTİMİ…” Değil mi?
Mademki gerçekler böyle, o günkü ahlâka, güvene ve huzûra kavuşmak için, ne yapmak lâzım?
Yine net ve tek doğru cevap: “O KAYBETTİKLERİMİZİ, TEKRAR KAZANMAK LÂZIM…”
Yani, Milli Eğitim Sistemimizde, müfredata Din, İman ve Ahlâk eğitimimizin zorunlu hale getirilmesi şarttır. Böylece hem dünya hayatımızda güvenli, mutlu ve huzûrlu bir hayat yaşayacağız.
Hem de kabir, haşir, kıyamet, sırat, mahkeme-i Kübra denilen, Berzah hayatımızda ve Âhiret hayatımızda Cehennem tehlikesini atlatıp, Ebedî Cennetlere namzet olacağız, inşaallah… Vesselam.
A. Raif Öztürk
Yazarımızın Diğer Yazıları için TIKLAYINIZ
Diyanet Duyurular Sayfamız için TIKLAYINIZ
Diyanetliler Platformu Grup sayfamıza katılmak için >>> TIKLAYINIZ
Dini Haberler Grup sayfamıza katılmak için >>> TIKLAYINIZ
- 0SEVDİM
- 0ALKIŞ
- 0KOMİK
- 0İNANILMAZ
- 0ÜZGÜN
- 0KIZGIN
Yorum Yazın