Teravih Namazında Bestelenen İlahi

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
0
Terâvih namazı, oruçtan önce başlar. Ramazan’ı istikbâl eder. Terviha kelimesinin çoğulu olan terâvih, “rahata erdirmek, dinlendirmek” mânâsına geliyor. Dört veya iki rekatta bir selâm verilince biraz oturup dinlenme arası verilmesinden kaynaklanıyor.

Grup sayfamıza katılmak için >>> TIKLAYINIZ

DiniHaberler.com.tr:  Terâvih namazı, Peygamberimiz(S.A.V)’in bizzât cemaate kıldırması ile başladı. Ancak, Efendimiz, artan cemaatin sünneti farz gibi algılamasından endişe ettiği için evinde kılmaya devam etti. Hz. Ebubekir zamanında da böyle ferdi olarak kılındı. Hz Ömer, artık farz zannedilmesi endişesi ortadan kalkınca, Übey b. Ka’b’dan cemaate kıldırmasını istedi. Böylece, terâvih namazının cemaatle kılınması gelenek hâline geldi.

Terâvih, bir istisnâ dışında İslâm târihi boyunca kılındı. Aklî dengesi yerinde olmayan Fâtımî hükümdârı Hâkim Biemrillah, 1009 yılında terâvih namazını yaklaşık on yıl yasakladı.

ENDERUN TERÂVİHİ

Büyük Itrî’ye eskiler derler

Bizim öz mûsıkîmizin pîri

O kadar halkı sevkedip yer yer

O şafak vaktinin cihângîri

Nice bayramların sabâh erken

Göğü, top sesleriyle gürlerken

Söylemiş saltanatlı Tekbîr’i.

Yahya Kemal, büyük bestekâr Buhûrîzâde Mustafa Itrî’yi, böyle anlatıyor. Evet, salât-ı ümmiyeyi, saltanat-ı seniyenin Tekbir’ini besteleyen büyük ustanın, Mustabey armudunu yetiştirmeye kadar pek çok uğraşı vardı. Çiçeklerle de meşgûl olduğundan, kokuyla uğraşan anlamına gelen “Itri” mahlası verildi.
Salat-ı ümmiyeyi, Tekbir’i besteleyen Itrî’nin bütün eserleri, elbette çok kıymetli. Ancak “Enderun terâvihi” denilen öyle güzel bir kokuyu miras bırakmış ki asırlardır Ramazan gecelerinde mis gibi kokular saçıyor.



RÛHÂNÎ BİR NEŞVE

Farsça sarayın iç kısmı demek olan Enderun, Osmanlı’ya devlet adamı yetiştiren saray mektebinin adı. Enderun terâvihi, sarayda kılınmaya başlanıp zamanla halka yayıldığı için bu adı aldı. Başta selâtin câmileri olmak üzere câmi, tekke ve konaklarda asırlarca kılındı. 1950’lerde ortadan kalktı. Sebebi, icrâ edecek mûsikî eğitimi olan müezzin olmaması. 1996’da Mehmet Kemiksiz Hoca’nın gayreti ile yeniden icrâ edilmeye başlandı.

Enderun terâvihini, her imam ve müezzinin icrâ etmesi mümkün değildi. Güzel ses, yeterli nota, makam ve usûl bilgisi istiyor; namazın farklı makamlarla kıldırılması esâsına dayanıyordu. Amaç, monotonluğu ortadan kaldırarak rûhânî bir neşve meydana getirmekti. Yahya Kemal’in “Kalbimiz yıkanmış gibiydi.” diye tasvir ettiği Eyüb Sultan’daki terâvih namazı, muhtemelen Enderun usûlündeydi.

Eskiden câmi cemaati, Enderûn usûlü terâvîh namazını anlayacak kadar mûsikiye âşinaydı. Hiç olmazsa terâvih namazında kullanılan makamları bilirlerdi. Terâvihe geç kalanlar, makamdan terâvihin hangi bölümünün kılındığını anlarlardı. İstanbul’un güzel sesiyle meşhûr hâfızları ve kurrâları terâvih namazını hep aynı mekânlarda kılmazlardı. Ramazan boyunca “gezici terâvîh grupları” oluşturarak farklı câmileri dolaşır; hem Enderûn usulü hem de bilinen usûlle terâvih namazını kıldırır; halkın gönlünü birbirinden güzel ilâhilerle hoş ederlerdi. Böylece müminler, orucun verdiği yorgunluğu üzerlerinden atar; kalpleri yıkanmış olarak sahura daha huzurlu hazırlanırlardı.



ENDERUN TERÂVİHİNDE YAPILAN BESTE

1831 yılının Ramazan’ı Ocak ayına tesâdüf etmişti. Topkapı Sarayı’nda terâvih namazı, Enderun usûlü kılınıyordu. Sarayın başimamı Zeynelabidin Efendi, mûsikî ile uğraşmıyordu ama şimdiki ifâdeyle müzik kulağı mükemmeldi. Fevkalâde Kur’an-ı Kerîm okuyordu. Başmüezzin ise bir mûsiki dâhisi Hammâmizâde İsmâil Dede Efendi’ydi.

Zeynelabidin Efendi’nin işi kolay değildi. Çünkü Hünkâr da dâhil olmak üzere arkasındaki cemaatin mûsiki bilgisi üst düzeydi. Gelenek üzere, her dört rekatta bir verilen aralarda, Dede Efendi ve diğer müezzinler hangi makamdan ilâhi okursa, o makamdan Kur’an-ı Kerîm okuması gerekiyordu. Zeynelabidin Efendi, vazifesini lâyıkıyla yapıyordu. Ancak müezzinlerin imamı zorlamaları, Sultan 2. Mahmud’un gözünden kaçmıyordu. Birgün İmam Efendi’ye, “Bizim Dede seni epeyce sıkıyor ama maaşallah sen de ondan hiç geri kalmıyorsun.” diye iltifât etti. Bu iltifâttan cesâret alan İmam Efendi , “Sultânım, müezzinbaşı kulunuza bendeniz de bir azizlik yapmak istiyorum ammâ…” deyince,“Hay hay! Hep o sana yapacak değil a!” karşılığını aldı.
Sultan’ın desteğini alan Zeynelâbidin Efendi, Dede Efendi’ye bir oyun etmeye karar verdi. Sultân III. Selîm döneminde Musâhib Seyyid Ahmed Ağa tarafından terkîb edilen ferahfezâ makamında ilâhi bestelenmediğini biliyordu. Son dört rekata girilirken gelenek üzere yapılması gereken acemaşîran yerine ferahfezâ yapacaktı. Bu makamda bestelenmiş ilâhî olmadığından, Dede Efendi, acemaşîran bir ilâhî okumaya mecbûr kalacaktı.

Ertesi günün terâvih namazında, son dört rekattan önce müezzinler, acemaşîran salâvat-ı şerifeler okudular. Dede Efendi, daha birinci rekatta Zeynelabidin Efendi’nin ferah fezâ makamına geçişini hissetti. İkinci rekatta emin olunca müezzin mahfilinin bir köşesine çekildi. Namaz bitene kadar Yunus Emre’nin “Şûride vü şeydâ kılan” dizesiyle başlayan ilâhisini ferahfezâ makamında besteledi.

Terâvih namazı bittiğinde yerine geçen Dede Efendi, müezzinlere “Bana peyrevlik edin!” yani “Beni dikkatle izleyerek eşlik edin” diyerek ilâhiyi okumaya başladı. Müezzinlerde kusursuz bir şekilde eşlik ettiler.

Şûride vü şeydâ kılan
Yârin cemâlidir beni
Âlemlere rüsvâ kılan
Yârin cemâlidir beni
…...
Kaddim büküp yây eyleyen
Bağrım delip nây eyleyen
İşim gücüm vay eyleyen
Yârin cemâlidir beni
……
Gözlerimi giryân eden
Ciğerimi büryân eden
Yunus’u sergerdân eden
Yârin cemâlidir beni

2. Mahmud Han mütebessim, Zeynelabidin Efendi şaşkındı. Terâvih tamamlandığında Sultân 2. Mahmud, Dede Efendi’yi yanına çağırıp, “Dede, bu makâmınızın adı nedir?” diye sordu. Dede Efendi, makâmı ve eseri nasıl bestelediğini anlatınca gülümseyerek, “Bu terkip benim pek hoşuma gitti, adı gibi ferahlık verdi…” dedi ve Dede’ye bir hayli iltifatta bulundu.

Şu medeniyete, şu kültür düzeyine bakar mısınız? İmam ve müezzin, makamlar üzerinden birbirine azizlik yapıyor ve bu azizlik, pâdişâhın gözünden kaçmıyor.

HAMMÂMİZÂDE İSMÂİL DEDE EFENDİ KİMDİR?



Bestekâr, hânende, neyzen ve bestekâr Dede Efendi, 1778’de İstanbul’da doğdu. Babası hamam işlettiği için “Hammâmîzâde”, Mevlevî dedeliği sebebiyle “dede” olarak bilindi.

Sesinin güzelliği ve müzik yeteneği çok küçük yaşta ortaya çıkınca, devrin meşhûr mûsikîşinaslarından Uncuzâde Mehmed Emin Efendi’den özel dersler aldı. 1798’de Yenikapı Mevlevîhânesi ‘ne bağlandı. Mevlevî çilesini tamamlayarak «dede» oldu. Kendisi de bestekâr olan 3. Selim Han’ın dikkatini çekti. Pâdişâh musâhipliğine ve müezzinbaşılığa atandı. Sultan III. Selim’den sonra Sultan II. Mahmud’dan da iltifat gördü.

İsmâil Dede Efendi, bir yandan saray fasıllarına hânende olarak katılırken, bir yandan da Enderûn’da ve Yenikapı Mevlevîhâne’sinde mûsikî dersleri verdi.
Başta Zekâî dede olmak üzere çok talebe yetiştirdi. Batı mûsikisine ilginin başladığı bir devirde klasik Türk müziğine dağlı kaldı. 1846’da
hac vazîfesini yerine getirmek üzere gittiği Hicaz’da hastalanarak vefat etti. Kaynak: Gazete Vahdet

Anahtar Kelimeler:

  • 0
    SEVDİM
  • 0
    ALKIŞ
  • 0
    KOMİK
  • 0
    İNANILMAZ
  • 0
    ÜZGÜN
  • 0
    KIZGIN
Alman Angelika Melek adını aldı Müslüman olduÖnceki Haber

Alman Angelika Melek adını aldı Müslüman...

İşte Atalay Filiz\'in yakalandıktan sonraki ilk fotoğrafıSonraki Haber

İşte Atalay Filiz\'in yakalandıktan sonr...

Yorum Yazın

Başka haber bulunmuyor!