Neşeli dindar kızlar, mutsuz İslamcı delikanlılar
0
Gazeteci yazar İsmail Kılıçarslan, bugün yayınlanan köşe yazısında, dindar kızların ve İslamcı delikanlıların durumunu değerlendirdi.
İşte o yazının ilgili bölümü:
Ne zamandır yazılmayı bekleyen bir yazı bu. Sürekli olgunlaştırmaya çalıştığım, derdimi tam olarak anlatabilmek için beklettiğim bir yazı. Ancak baktım ki bu dünyada 'derdini tam olarak anlatabilmek' muhal. Ben de 'yarım yamalak da olsa yazayım' diyerek sarıldım klavyeye.
Önce yargımı ortaya koyayım: Bence bugün dindar kızlar neşe ve yaşam kültürü bakımından İslamcı delikanlılardan fersah fersah ilerdedir. Dahası, hayatı tanıma, farklılıklara saygı, duyarlılık geliştirme, dünyayı çok daha geniş bir pencereden anlama ve anlamlandırma konusunda kızlar öndedir. Daha da dahası, hayata aktif katılım konusunda delikanlılar, kızların eline su dökemezler.
Sürekli 'dünyayı kurtarmaktan bahseden' delikanlıların aksine kızlarımız, bizatihi dünyayı kurtarma sektöründe faaliyet göstermektedirler. Geçtiğimiz 1 yıl içerisinde bana bir şekilde ulaşıp yetimhane, su kuyusu, kültür merkezi, çocuk eğitimi ve benzeri alanlarda uyguladıkları projelerini anlatan insanların tamamı kızlardır mesela. Yaptıkları ayraçlarla, topladıkları minik minik paralarla, kurdukları küçük küçük okuma gruplarıyla sürekli olarak 'dünyayı değiştiren' kızlarımızdır. Delikanlılarımız ise milli içecekleri nargile eşliğinde 'dünyayı kurtarmamız gerekiyor' geyiğinin dibini bulmaktadırlar. Bilinen sözdür: 'Dünyayı konuşan değil, yapan kurtarır.'
Sürekli 'dünyayı kurtarmaktan bahseden' delikanlıların aksine kızlarımız, bizatihi dünyayı kurtarma sektöründe faaliyet göstermektedirler. Geçtiğimiz 1 yıl içerisinde bana bir şekilde ulaşıp yetimhane, su kuyusu, kültür merkezi, çocuk eğitimi ve benzeri alanlarda uyguladıkları projelerini anlatan insanların tamamı kızlardır mesela. Yaptıkları ayraçlarla, topladıkları minik minik paralarla, kurdukları küçük küçük okuma gruplarıyla sürekli olarak 'dünyayı değiştiren' kızlarımızdır. Delikanlılarımız ise milli içecekleri nargile eşliğinde 'dünyayı kurtarmamız gerekiyor' geyiğinin dibini bulmaktadırlar. Bilinen sözdür: 'Dünyayı konuşan değil, yapan kurtarır.'
Eğitim hayatında kendini geliştirebildiği kadar geliştirme konusunda da birincilik kızlarımızdadır. Bizim delikanlılarımız aşk acısı çekip inlerken okulda derece yapan, ikinci dil öğrenen, o seminer senin bu konferans benim, o okuma grubu senin bu panel benim dolaşan onlardır. Onlarcasına katıldığım, yüzlercesini izlediğim panellerin, konferansların hiçbirinde delikanlıların sayısı kızların sayısından fazla olmayı başaramamıştır.
Bir ders halkasında İslami ilimler ve çağdaş düşünce dersi veren bir arkadaşım şöyle yakınıyor mesela: "Azizim, derse gelen kızların her biri birbirinden donanımlı. Öyle dikkatle ve bilgiye aç şekilde takip ediyorlar ki dersi; hayranım onlara. Erkeklere gelince… Zaten erkek öğrencim yok denecek kadar az. Olanların da tamamı 'hoca, senin bu anlattıklarını ben zaten biliyorum' havalarında. Elifi görse mertek sanacak herif, bana Kur'an Müslümanlığı pozu atıyor."
Peki, bu makas farkı nereden kaynaklanıyor? O konudaki fikrimi de yekten söyleyeyim: En çok pek muhterem hocalarımızdan… İslamcı delikanlılara gaz vermeye bayılan hocalarımız çocuklarımıza durmadan 'olmayan bir sosyolojinin içinden' anlatıyorlar. 'Erkeklerin üstünlüğü' meselesinden işe başlayan bu muhteremler, öyle bir 'ideal eş' tarifi yapıyorlar ve bunu yaparken delikanlılarımızı öyle bir uçuruyorlar ki… Sanırsınız bizim toplasan üst üste yirmi kitap okumamış, üç cümleyi yan yana koyup derdini anlamlı bir bütün olarak anlatmayı beceremeyen delikanlımız dünyanın en mühim insanı. Kızlarımız ise, bu donanımlı delikanlılarımız için 'çocuk üretecek' birer işçi. Gazı alan delikanlı başlıyor asıp kesmeye. Öyle bir anlatıyor ki… Sanırsınız bu pek muhterem hocalarımızın tarifine uygun giyinmeyen kızlarımız sapkınlaşmış durumdalar. Düşük belli kotla, kaslarını gösteren daracık tişörtle dolaşan dangoz, sarık takıp cübbe giyermiş havalarına bürünüp veriyor veriştiriyor kızlarımıza.
Gelelim şu neşe ve yaşam kültürü meselelerine. Yanlış yerinden politikleşen delikanlılarımızın aksine kızlarımız politika ile ilişkilerini olması gereken sınırda tutup yaşamın kendisiyle daha yakından ilgilenme yolunu seçiyorlar. Yaşamla yakından ilgilenmek de 'neşe'yi beraberinde getiriyor. Dostluğun, çayın, kahvenin, kafenin, caminin hakkını kızlarımız veriyor. Delikanlılarımız ise genellikle 'taburelerin üzerine tüneyip gündelik politika konuşmak'la tüketiyorlar nefeslerini.
Bana çok kızacaklarını biliyorum, ama söyleyeyim. Duygularını tanımayan, dahası onları tanımlayamayan, kendisini ifade etmekte zorluk yaşayan, donanım noktasında sıfırın az üzerinde bir delikanlı gündelik politikadan anlasa ne olur, anlamasa ne olur?
Bence yapılması gereken şudur: Delikanlılarımız, ellerine geçen her fırsatta kızları çekiştirip durmak yerine onların niçin kendilerinden daha neşeli, daha kültürlü, daha donanımlı, daha anlayışlı, dünyaya daha açık olduklarını araştırmalılar.
Bir yerden bir yere ulaşmayı kafaya koyduysan trene bakmanın bir faydası yok. İlk istasyonda bilet alıp atlamak lazım.
Bu neyin kafası tam olarak?
Yardımlaşma bahsinde ölçümüz nettir ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez: 'Sağ elin verdiğini sol el görmeyecek.'
Niçin böyledir bu? Şundan: İhtiyaç sahibi birinin ihtiyacını, onun insanlık onurunu zedeleyerek gidermenin dinimizde, geleneğimizde, örfümüzde yeri hiç olmamıştır, bundan böyle de olmayacaktır.
En nihayet, sadaka taşını bulmuş bir topluluğuz. Elini içine soktuğunda para mı bırakıyorsun, para mı alıyorsun kimsenin bilemeyeceği bir düzeneği yani. Ya da Ramazan'da bir bakkala girip veresiye yani zimem defterinden rastgele fakir insanların vereceklerini kapatan insanların torunlarıyız.
Dolayısıyla birkaç gündür sosyal medyada ve gazetelerde dolaşan 'Elazığ Belediyesi yardım dağıtma' görüntüleri canımı çok sıktı. İçinde 100 lira yüklü (isterse 1 milyon lira yüklü olsun) yardım kartlarını insanlara dağıtırken fotoğraf çektirip bunu basınla paylaşmak en hafif tabirle görgüsüzlüktür. O insanların onurunu çiğnemektir. Çaresizliklerini siyasete alet etmektir.
Umut ediyorum ki bu skandala imza atan Elazığ Belediye Başkanı Mücahit Yanılmaz'a gereken uyarılar yapılmıştır.
Ve yine umut ediyorum ki, bundan böyle ortaya çıkabilecek bu ve benzeri meselelere mahal vermemek için gereken önlemler alınacaktır.
Yardım etme duygumuzu zedelemeye kimsenin hakkı da yoktur, cüreti de.
Dünyayı kurtaracak on çocuk
Bana diyorlar ki 'birader, sen sadece eleştirmeyi mi bilirsin?' Doğrusu bu ya, eleştirmeyi ve durum tespiti yapmayı çok seviyorum. Aslında 'seviyorum' yanlış oldu. Eleştirmek ve durum tespiti yapmaktan başkası kolay kolay elimden gelmiyor. Fakat şu da var. Yazılarımı takip edenler pek çok örneğini hatırlayacaktır bunun: Memlekette güzel şeyler olduğunda dile getirmeye de ayrıca bayılıyorum.
'Memlekette olan güzel şeylerden biri' bu aralar İstanbul'un Sultanbeyli ilçesinde gerçekleşiyor. Hem de sadece on çocuk için yapılıyor bu güzellik. Geçenlerde Sultanbeyli Belediye Başkanı Hüseyin Keskin ile bir sahur yaptık. O projeyi anlattıkça ben heyecanlandım.
Kısaca şudur: Senenin başında Süheyb Öğüt ve arkadaşları Hüseyin Keskin'e bir proje önermişler. Bu projeye göre Sultanbeyli sınırları içerisinde bulunan 650 parlak zekâlı lise birinci sınıf öğrencisi sınava sokulmuş. Karakter tahlili testi ve kompozisyon sınavı sonucu öğrenciler önce 300'e düşürülmüş. Sonra yapılan kademeli sınavlarla rakam önce 100'e, ardından 25'e, en son da 10'a düşmüş.
Bu olağanüstü kabiliyetli 10 çocuğa lise hayatları boyunca, yani 4 yıl sürecek bir eğitim öğretim planlaması yapılmış. Buna göre ilk yıl felsefe ve düşünce, ikinci yıl sosyoloji ve sosyal hareketler tarihi, üçüncü yıl psikoloji ve psikanaliz, dördüncü yıl da siyaset ve iktisat teorileri öğretilecek. Hedef, bu on çocuktan en az birini dünyanın en iyi üniversitelerinden birine göndermek, geri kalanların tamamının eğitimini de yurtdışında çok saygın okullara kabul edilebilecekleri donanıma ulaştırmak.
İşte ağızlara sakız edilen ve kendisini ortada bir türlü göremediğimiz 'vizyon' budur. 14 yaşında bir çocuğu alıp onu sonraki 8-9 yıl boyunca yetiştirmektir vizyon. Asıp kesmek yerine doğru isimlerle doğru projeler üretip hayata geçirmektir vizyon. '10 çocuk için değer mi' sorusunu sordurtmadan 'bir teki için bile değer' diyebilmektir.
İnşallah Sultanbeyli'nin bu güzel girişimi tüm yerel yönetimlere örnek olur.
- 0SEVDİM
- 0ALKIŞ
- 0KOMİK
- 0İNANILMAZ
- 0ÜZGÜN
- 0KIZGIN
Yorum Yazın