Müftü ve Vaizler Hakkında Bir Rapor
Fuat Sezgin Biyografisine Mütevazı Bir Katkı: Müftü ve Vaizler Hakkında Bir Rapor... Ülkemizin medar-ı iftiharı, dünyaca tanınan bir ilim adamı ve ilim tarihçisi olan Prof. Dr. M. Fuat Sezgin, 30 Haziran 2018 tarihinde, 94 yaşında vefat etti. Vefatı üzerine hakkında pek az faniye nasip olacak kemiyet ve keyfiyette yazılar yazıldı, konuşmalar yapıldı.
Ülkemizin medar-ı iftiharı, dünyaca tanınan bir ilim adamı ve ilim tarihçisi olan Prof. Dr. M. Fuat Sezgin, 30 Haziran 2018 tarihinde, 94 yaşında vefat etti. Vefatı üzerine hakkında pek az faniye nasip olacak kemiyet ve keyfiyette yazılar yazıldı, konuşmalar yapıldı. Hayatı, ilmî kişiliği, özgüveni, bitmez tükenmez azim ve gayreti, eserleri, ilim dünyasına kazandırdıkları, kurduğu muhteşem kütüphanesi hak ettiği şekilde, sitayişkâr bir tarzla anlatıldı. Biz de bu yazımızla, onun, bir görevlendirme üzerine müftü ve vaizlerin vazifelerini daha etkin bir tarzda yerine getirebilmeleri için alınması gereken tedbirler üzerine hazırladığı bir raporunu tanıtarak biyografisine mütevazı bir katkıda bulunmak istiyoruz.
Hazırladığı rapora attığı imzadan ve resmî mercilerin yazılarından anlaşıldığına göre, Hoca, İstanbul Üniversitesinde doçent olduğu bir sırada, 1957 yılında Diyanet İşleri Başkanlığında bazı tetkikler yapmak üzere görevlendirilmiştir. Genç bilim adamımız, ne kadar süre devam ettiğini tespit edemediğimiz bu görevlendirme sırasında, yaptığı araştırmaların sonuçlarını raporlar hâlinde Başvekâlet'e sunmuştur. Bu yazıda tanıtmaya çalışacağımız rapor, onun Başkanlık'la ilgili üçüncü raporu olmaktadır ve müftü ve vaizlerin daha etkin hizmet sunabilmeleri için alınmasını öngördüğü bazı tedbirleri içermektedir.
Raporunun girişinde Hoca, Başkanlık teşkilatının o günkü vaziyetine çok kısa bir göz attıktan sonra hazırladığı ve hazırlayacağı raporlar hakkında kısa bir malumat sunmaktadır.
Benim henüz ulaşamadığım; ancak bu üçüncü raporunda bizzat Hoca'nın düştüğü kayda göre, Sezgin, ilk raporunda “Türkiye’de din müessesesinin ıslahı için gerekli personeli yetiştirme meselesi” üzerinde durduğunu, bu ve sonraki raporlarında ise, “din müessesesinin memleketimizdeki tedvir organı” olan ‘Diyanet İşleri’ teşkilatında alınmasını zaruri gördüğü tedbirler üzerinde duracağını, bu cümleden olarak öncelikle de bu raporunda müftü ve vaizlerin hizmetlerinin üst düzeylere çıkartılabilmesi için yapılmasını zaruri gördüğü işleri tespite çalışacağını belirtmektedir.
Sezgin’e göre, süreç içindeki gelişmelerine bakıldığında, kadro yönünden bazı gelişmelerine rağmen Reislik hâlen donmuş bir müessese olarak karşımıza çıkmakta, kuruluşundan bu raporun hazırlandığı 1957’ye kadar aradan otuz üç yıl geçmesine rağmen ciddi bir tadile tabi tutulmamıştır. Hoca şöyle demekte: “Cemiyetimizde dinin ehemmiyetli veya bazen zararlı olduğu iddiaları nasıl sosyal bir problem olarak ilmî metotlarla etüd edilip cevaplandırılmamış ise, Diyanet İşleri Teşkilâtının bünye ve ehemmiyeti üzerinde (de) bugüne kadar ciddi bir şekilde durulmamış (olduğu) görünüyor.”
Bu girişten sonra Hoca, her şeye rağmen dinin fert ve toplumumuz üzerinde “kuvvetli deruni muhasebe unsuru” olduğunun altını çizerek şu kanaatini ortaya koymaktadır: "Gerekli tedbirlerin alınması hâlinde, Reislik sadece dinin inanç ve ibadetleriyle ilgili işlerini görmekle kalmaz, memleketin maddi ve manevi kalkınmasında da önemli fonksiyonlar icra edebilir; ülkenin faydasına olan birçok işe öncülük yapabilir. Nitekim bütün kısıtlamalara ve imkânsızlıklara rağmen geçen süre içerisinde, “klasik faaliyetlerin hudutlarını aştıkları” takdirde bazı müftü ve vaizler, sundukları din hizmetlerinde ülkenin maddi kalkınmasında da iyi sonuçlar aldıklarını ispat etmişlerdir. Ne ki, bu örnek kişiliklerin gayretlerinden faydalanma cihetine gidilmediği gibi, bunların örnek faaliyetleri kamuoyunda hak ettikleri karşılığı da bulamamıştır."
Kendilerinden gereği gibi istifade edilmeleri hâlinde memleketin maarif davasında da yükün önemli bir kısmını müftü ve vaizlerin çekebileceğini ileri süren genç bilim adamı Sezgin, bunun için onları eski şekillerinden ayrı bir nizama sokmak, birtakım imkânlardan yararlandırmak gerekecektir, görüşündedir.
Müftü ve vaizlerin, ülkemizin maddi ve manevi imarında etkili bir şekilde istihdamını sağlamak amacına yönelik alınması gereken tedbirlere gelince; o, öncelikle şu öneride bulunmuştu:
"Başkanlığın merkez teşkilatında ana hizmet birimi durumunda olan Müşavere Heyeti’nden ayrı olarak, bizzat Diyanet İşleri Başkanı’nın riyasetinde 'Manevî Kalkınma Bürosu' veya benzeri uygun bir adla bir organizasyon, bir büro teşkili cihetine gidilmelidir. Bu büro, olabildiğince 'modern formasyona sahip mütehassıslardan' ve kısmen de, belirli saatlerini bu işe ayırabilecek üniversite hocalarından oluşacaktır."
Raporunda, o yıllarda devam etmekte olan bir sıkıntıya da işaret ederek bunun devletçe çözümünü talep eder: Hâlâ birçok ilçede müftüler hizmetlerini kendi evlerinde yerine getirmeye çalışmaktadırlar. Buna göre, en kısa zamanda bütün ilçelerde müftülük daireleri oluşturup bir devlet memuru olan müftüyü evinde değil, bu mekânlarda toplumun huzuruna çıkarmak, açılacak müftülük binalarında imkânlar ölçüsünde kitaplıklar oluşturarak buralardan halkın istifadesini de sağlamak lazımdır. “Aksi takdirde şekil üzerinde fazlaca hassas olan bir nesil, kendisi ile din müessesesi arasında daima bir mesafe bulacaktır…”
Raporunun son kısmında Fuat Sezgin Hocamız, ekipler oluşturarak kasaba ve köylere kadar irşat hizmetini yaygınlaştırmanın yollarının araştırılmasını da talep eder.
Sezgin, 1 Ağustos 1957 tarihini taşıyan bu raporunu, “Diyanet İşleri Reisliğinde tetkikle görevli Doç. Dr. Fuat Sezgin” şeklinde imzalamıştı.
Fuat Sezgin’in raporu, havale edildiği Başvekâlet bünyesindeki “Mütehassıs Müşavirliği”nde incelenmiş ve rapor hakkında, isim tasrih edilmeden “Mütehassıs Müşavir” imzası ile 8 Ağustos 1957 tarihini taşıyan bir bilgi notu hazırlanmıştı. Buna göre, müftü ve vaizler konusunda raporda ileri sürülen düşünceler genel olarak yerinde görülmüştür. Bir öneri olarak, Doç. Dr. Fuat Sezgin’in Başkanlık hizmetleriyle ilgili diğer raporlarının da alınmasından sonra bunların birlikte değerlendirilmesinin yerinde olacağı kaydedilmiştir ki, Hoca'nın zikredilen tarihten sonra belli bir müddet daha araştırmalarına devam ettiği anlaşılmaktadır.
Sezgin’in, alınacak tedbirlerin önce pilot olarak seçilecek bölgelerde uygulanması, sonuçlarına göre de ülke geneline teşmil edilmesi şeklindeki önerisi de sözü edilen müşavirlikçe uygun görülmüştü.
Sonraki yıllarda, bilhassa Başkanlık için yeni bir teşkilat kanunu hazırlık çalışmaları yapılırken Sezgin’in hazırladığı bu raporların da dikkate alındığına işaret etmek istiyorum. Şöyle ki;
633 sayılı “Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun”un 22 Haziran 1965 tarihinde kabulünden önce, teşkilat için yapılacak kanun için siyasi ve resmî kurumlar yanında sivil toplum örgütleri de görüş ve düşüncelerini paylaşıyor hatta bazen kanun tasarıları öneriyorlardı. Bu tür çabalar yıllarca sürmüştü. Mesela, Türkiye İlahiyat Tedrisatına Yardım Eden Dernekler Federasyonu da, “Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilâtına Ait Kanun Tasarısı Hakkında Düşüncelerimiz” başlığıyla 1962 yılında bir kanun tasarısı hazırlayıp matbu hâle getirerek (Ankara 1962, 39 sayfa) senatör ve milletvekillerine göndermişti. Sözü şuraya getirmek istiyorum: Bu tasarının “gerekçe” kısmında, Federasyonca dermeyan edilen görüşlere baktığımızda, Başkanlıkta bir “Manevi Kalkınma Bürosu” kurulması gibi, Sezgin’in raporunda yer verdiği bir kısım önerilerin bu tasarıda da yer aldığına şahit oluyoruz ki bu da Sezgin’in düşüncelerine atfedilen önemin bir başka örneği olmalıdır.
“İslâm Düşüncesinin İlâhi Tarafı”
Fuat Sezgin’in Başkanlık hizmetleri için kaleme aldığı rapordan/raporlardan söz etmişken, burada onun, sözünü ettiğimiz çalışmalarının çok öncesinde, Başkanlık yayımlarına da tercüme bir eserle katkıda bulunduğunu hatırlatmam yerinde olacaktır.
Ezher Üniversitesi İlahiyat Fakültesi felsefe profesörü Muhammed el-Behiy’in üç cilt halinde yayınladığı eserin birinci cildi, Fuat Sezgin tarafından “İslâm Düşüncesinin İlâhi Tarafı” adıyla tercüme edilerek Başkanlık yayınları arasında 1948 yılında yayımlandı. (Eserin tam bibliyografik bilgisi: Muhammed el-Behiy, İslâm Düşüncesinin İlâhi Tarafı, çev. Fuat Sezgin, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Yayın No: 27, İstanbul 1948, 210 sayfa.) Bilimsel metotlara dayalı olarak hazırlanan ve felsefi karakterli bir eser olan bu kitapta ağırlıklı olarak “Varlık Problemi” üzerine fikirler serdedilmiştir.
Sezgin, tercümeye yazdığı kısa ön sözde, kendisini bu eseri tercüme etmeye yönlendiren kişinin, dönemin Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki olduğunu belirterek Akseki Hoca’ya teşekkür etmektedir. Bu bilgi, aynı zamanda merhum Akseki’nin de çok daha önceleri Fuat Sezgin’i keşfettiğini ortaya koyar.
Sonuç yerine
Önce şöyle bir tespitin yanlış olmayacağını düşünüyorum: Başkanlıkça veya hükûmet yetkililerince, Diyanet hizmetlerinin iyileştirilmesi noktasında tetkikler yapılmasına ihtiyaç duyulunca, bu iş için İstanbul Üniversitesinde genç bir doçent olan M. Fuat Sezgin’in seçilmesi -bu yıllarda Ankara’da bir İlahiyat Fakültesi olduğunu da hatırda tutarsak- bir değerin, bir yeteneğin erkence keşfedildiğini de gösterir. Ancak, gelişen siyasi ve sosyal şartlar, bu ve benzeri ateşin zekâlardan ülke namına gereği gibi istifade etme imkânını engellemiştir.
Bu ve benzeri çaba ve teşebbüsler, geçen uzun yıllardan sonra 1950’li yıllarda Diyanet ve din hizmetleri alanında artık birtakım çabaların, çalışmaların içine girildiğini, bu tür araştırmaların ciddiye alındığını göstermektedir.
Bilhassa müftü ve vaizlerden ülkemizin maddi ve manevi imarında daha etkin faydalanma noktasında Sezgin Hoca’nın derpiş ettiği düşünce ve teklifleri o yılların şartları içerisinde değerlendirmek icap eder; günümüzde gelinen noktayla mukayese ederek bunları sığ ve dar çerçeveli bulmak haksızlık olur.
Kuşkusuz Sezgin’in arzu ettiği düzenlemelerin, iyileştirmelerin tamamına yakını zamanla Başkanlık'ta gerçekleştirilmiştir ve bu teşkilatımız adına sevindirici bir durumdur. Bununla birlikte, mesela Hoca'nın müftü ve vaizlerin kendilerini mesleki bilgi yönünden sürekli geliştirmeleri noktasındaki önerilerinin güncelliğini koruduğu kanaatindeyim.
Ümit ederiz ki, Hoca teşkilattaki gelişmeleri görmüş ve 50 yıl önce işaret ettikleri hususların çoğunun tahakkuk etmesinin verdiği huzurla Beka Yurdu’na göçmüştür.
Bu vesile ile M. Fuat Sezgin hocamıza bir kez daha rahmetler diliyoruz.
Yazan Dr. Mehmet BULUT | DİB Başkanlık Müşaviri
- 0SEVDİM
- 0ALKIŞ
- 0KOMİK
- 0İNANILMAZ
- 0ÜZGÜN
- 0KIZGIN
Yorum Yazın