Kıraat araştırma merkezlerine ihtiyacımız var
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Erbaş, 'Kıraat alanının temel metinlerinin derinlemesine incelenmesini esas alan kıraat araştırmalarının yapıldığı araştırma merkezlerine ihtiyacımızın olduğu, gün geçtikçe kendini daha da hissettirmektedir.' dedi.
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından bu yıl ikincisi düzenlenen ‘Uluslararası Kıraat Sempozyumu’ İstanbul’da başladı.
Mushafları İnceleme ve Kıraat Kurulu Başkanlığı tarafından Ali Emiri Efendi Kültür Merkezinde düzenlenen ve İslâm ülkelerinin temsilcilerini bir araya getiren ‘Uluslararası Kıraat Sempozyumu’ Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ ve Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’ın katıldığı açılış programıyla başladı.
‘Mushaf’, ‘Tecvid’ ve ‘Kıraat’ ana başlıkları altında 9 oturum halinde düzenlenecek sempozyumun açış konuşmasını yapan Diyanet İşleri Başkanı Erbaş, sempozyumun amacının, bilimsel ve teknik anlamda kıraat ilmine sağlayacağı katkının yanı sıra; halkın inancına, kültür ve medeniyetine kaynaklık eden Kur’an-ı Kerim etrafında ortak duygu ve bilgi birlikteliği oluşturmak, onun evrensel değerleriyle olan ilişkiyi daha güçlü kılmak olduğunu belirtti.
Lafız ve mana boyutuyla Kuran’ın, çağlar üstü özelliğiyle tüm zaman ve mekânlarda insanlığa rehberlik ederek ebedi saadetin en önemli kaynağı olduğunu kaydeden Başkan Erbaş, “Kıraat ilmi, bizim geleneğimizde her zaman çok ayrı ve özel bir yere sahip olmuştur” dedi.
Kuran’ın, Hz. Peygamberin “güzel ahlak” olarak ifade ettiği bütün müspet vasıfları, tüm boyutlarıyla yeryüzüne hâkim kılmayı amaçladığının altını çizen Başkan Erbaş, sempozyumun açış konuşmasında şu hususların altını çizdi;
“Kıraat ilmi, Kuran’ın, Allah tarafından tescil edilen mucizevî yönüyle doğrudan ilintilidir…”
Esasen Kuran’ın, Yüce Mevla tarafından tescil edilen mucizevî yönüyle doğrudan ilintili olan kıraat ilmi, Cebrail vasıtasıyla indirilen vahyin, Hz. Peygamberin fem-i muhsininden sadır olduğu gibi telaffuz edilerek kıyamete kadar taşıma çabasının adıdır. Bu çabanın bir sonucu olarak kıraat ulemamız, Sahabe-i Kiramın Peygamberimizden öğrendiği tilavet şekillerini sonraki nesillere bir taraftan şifahen aktarmışlar, diğer taraftan da adeta her bir Kur’an harfinin edasının, yani icrasının nasıl olması gerektiğini, en ince ayrıntısına kadar kayda geçirmişlerdir. Bu şekilde, Kur’an’ın okunuşu ve nüzûl dönemindeki telaffuz biçimleri, sonraki nesillere tüm boyutlarıyla muhafaza edilerek taşınmıştır. Kur’an lafızlarının nasıl okunacağını, farklı okuyuşların hangi temele dayandığını inceleyen ilm-i kıraat, nüzûl döneminde Dâru’l-Erkâm’da başlayıp Ashab-ı Suffe ile adeta kurumsallaşarak, sahabe efendilerimiz vasıtasıyla nüzul sonrası döneme taşınmıştır. Tabiin dönemi ve sonraki sürece baktığımızda ise kıraat alanında uzmanlaşanların, tek kaynaktan gelen okuyuşları nakletme yerine, muhtelif kanallardan ulaşan kıraatler içinden seçkide bulunma yönünde bir çalışma yürüttüklerini müşahede etmekteyiz. Nitekim dönemin ileri gelen ilim merkezlerinden Medine’de, Nâfi’; Mekke’de, İbn Kesîr; Basra’da, Ebû Amr; Şam’da, İbn Âmir ve Kûfe’de Âsım kıraati, insanların teveccühüne ve üst düzey bir kabule mazhar olmuştur.
Bahse konu süreçten sonra “Dâru’l-Kur’an” adı verilen medreselerde yürütülen Kur’an hizmeti, Anadolu Selçukluları döneminde, kıraat ilminin okutulduğu “Dâru’l-huffâz”larda sistematik şekilde devam ettirilmiştir. İlm-i kıraat, hafız olanlara kıraat ilminin okutulup Kur’an tilavetinin inceliklerinin kavratıldığı; kısaca kurrâ yetiştiren enstitüler hüviyetindeki “Dâru’l-kurrâ”lar ile Osmanlılar döneminde zirveye ulaşmıştır.
“Kıraat ilmi, bizim geleneğimizde, ecdadımızın zihninde her zaman çok ayrı ve özel bir yere sahip olmuştur…”
Kıraat ilmi, bizim geleneğimizde, ecdadımızın zihninde her zaman çok ayrı ve özel bir yere sahip olmuştur. Osmanlı döneminde Kur’an ilimleri içerisinde, hakkında en fazla kitap ve risale kaleme alınan konunun kıraat ve tecvid olması, bunu açıkça göstermektedir. Bu çerçevede, Anadolu’daki kıraat eğitim-öğretimi açısından dönüm noktası kabul edilen İbnü’l-Cezerî’yi, rahmetle anıyoruz. ‘Mısır tariki’ ve ‘İstanbul tariki’ olarak anılan iki ekolün gelişiminde başrol oynayan Eyüp Dâru’l-Kurrâ müderrisi Ahmed el-Mesyerî ile Ali el-Mensurî’yi şükranla yâd ediyoruz. Kıraat kaynaklarının muhtevasını, öğrenimi daha pratik hale getirecek şekilde sistematize eden, dolayısıyla da kıraat tedrisatında belli bir kolaylık sağlayan Abdülfettâh Pâluvî’yi ve Muhammed Emin Efendi’yi minnetle yâd ediyoruz.
“Kıraat ilmi, teorik ve pratik yönüyle erken dönemlerden günümüze kadar değerinden hiçbir şey kaybetmemiştir…”
Teorik ve pratik yönüyle erken dönemlerden günümüze kadar değerinden hiçbir şey kaybetmeyen kıraat ilmi; öncelikle, Kur’an’ın nüzûl dönemindeki okunuş biçimini tespit etme ve onu aslî şekliyle nakletme amacıyla neşet etmiştir. Söz konusu gaye merkezli çalışmalar, zaman içerisinde vakıf-ibtida ve mushaf imlâsı gibi muhtelif alt disiplinler çerçevesinde bir açılım sergileyerek, kıraat farklarıyla sınırlı bir muhtevadan uzaklaşmıştır. Kıraat farkları ve anılan alt disiplinler etrafında yürütülen çalışmalar, keyfiyet itibariyle farklılık arz etmiş ve on dört asırlık süre zarfında muhtelif şekiller almıştır. Bu bağlamda, kıraatlere yaklaşım noktasında zaman içerisinde farklı tasavvur ve telakkiler vücut bulmuş ve kıraat konusu, çeşitli izahlara konu olmuştur.
Diğer taraftan, Kur’an’ın estetik yönünün tebarüz ettiği ilm-i kıraatin üzerinde önemle durduğu tecvid ilmidir. Söz konusu disiplin, ‘tertîl’ tanımı içerisinde zikredilerek, kayda değer bir önem arz etmektedir.
“Kıraat ilmi, Diyanet İşleri Başkanlığının uhdesinde yer alan aşere-takrib kurslarıyla, aslına uygun bir şekilde sürdürülmektedir…”
Bu kadim gelenek, günümüzde Başkanlığımızın uhdesinde yer alan aşere-takrib kurslarıyla, aslına uygun bir şekilde sürdürülmektedir. Kur’an kursları ve tashih-i hurûf kurslarıyla da desteklenen söz konusu çalışmalara ilaveten, kıraat alanının temel metinlerinin derinlemesine incelenmesini esas alan ve kaynaklara vukûfiyeti daha üst düzeye taşıyacak kıraat araştırmalarının yapıldığı araştırma merkezlerine ihtiyacımızın olduğu, gün geçtikçe kendini daha da hissettirmektedir. Kıraat tedrisatı, mushaf imlâsı ve tecvid uygulamalarında görülen birtakım farklılıkların, ilmî ölçütlere dayalı olarak izahı ve sahih olanın ortaya çıkarılması da böylece daha mümkün hale gelecektir. Öte yandan, kıraatle ilgili yazma eserlerin envanterini çıkarma, gerekli görülenlerle ilgili neşir hazırlıkları gerçekleştirme, alanla ilgili akademik çalışmalar yapma ve yapılan çalışmaları destekleme yönündeki hedeflerin de böyle bir yapılanmanın gerekliliğine işaret ettiği ortadadır.
Açılış programına İslam dünyasından temsilciler, çeşitli üniversitelerden akademisyenler, alanında uzman hocaların katıldığı ve İstanbul Haseki Abdurrahman Gürses Eğitim Merkezinde devam edecek olan sempozyum üç gün sürecek.
- 0SEVDİM
- 0ALKIŞ
- 0KOMİK
- 0İNANILMAZ
- 0ÜZGÜN
- 0KIZGIN
Yorum Yazın