Hasan Kamil Yılmaz: Önce Eş, Sonra İş ve Aş!
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Hasan Kâmil Yılmaz Hocamızla Ankara’da, Diyanet İşleri Başkanlığı’nda dosya konumuz olan evlilik konusunu konuştuk. Evlenmek isteyen gençlere, evliliğin her safhasındaki çiftlere ve evlatlarını evlendirecek ailelere, çok değerli tavsiyeleri var. Birlikte okuyalım:
Grup sayfamıza katılmak için >>> TIKLAYINIZ
Hocam, dergimizin bu sayısını evliliğe ayırdık. Sizin bu konudaki fikirlerinizi almak istiyoruz. Evlilik konusunda hayaller ve beklentiler fazla olabiliyor. Sizce evlilikten gaye nedir, ne olmalıdır? İnsan nasıl bir duygu ve düşünceyle evliliğe yaklaşmalı?
Evlenmek, yuva kurmak, âile sâhibi olmak insan neslinin devamı için olmazsa olmazlardan birisidir. İnsanın vücudunda hücre nasıl en küçük yapıyı teşkil ediyorsa ve hücrelerin oluşumundan beden meydana geliyorsa, toplum dediğimiz bu büyük organizma da âile dediğimiz oluşumların ve kuruluşların, yekûnu ile oluşmaktadır. Hücrelerin sağlığı, beden sağlığı için ne kadar önemliyse toplum dokusunun ve hayatiyetinin devamı da sağlıklı âile yapısının teşkiline, sağlıklı yuvaların kurulmasına bağlıdır. Bu açıdan evlenmeyi, evlenip yuva kurmayı sadece gençliğin verdiği bir heves gibi düşünmemek ve onu neslin devamı için olmazsa olmaz bir kurum olarak görmek gerekir.
Rûm Sûresi’nde bir takım mûcizelerden bahsediliyor. Orada sıralananlar arasında insanların eşler olarak yaratıldığı ve birbirilerinde sükûnet/sekînet bulsunlar diye aralarında dostluk, muhabbet ve rahmet konulduğu zikredilmektedir. Bu âyette âile çatısının üç önemli fonksiyon icrâ ettiği söyleniyor: Biri sükûnet veya sekînet, ikincisi meveddet, üçüncüsü merhamet. Aslında bu, insan hayatı içerisindeki safhaları da ifade ediyor. Sükûnet safhası; “sükûn” bir yere yerleşmek mânâsına geldiği gibi insanın huzur bulması anlamına da geliyor. O mânâda, evlilik söz konusu olduğunda doyum ve tatmin olma, gençlik döneminde evliliğin tabii sonucu olarak, 45 yaşına kadar olan süre şeklinde ifade edilebilir. Ondan sonra meveddet dönemi vardır. Meveddet muhabbet, dostluk ve sevgidir. 20 yılı aşkın süre evli olan çiftlerin kendi ortak ürünleri olan evlâdlarının büyüdüğünü, hatta yuvadan uçma zamanının geldiğini gördükleri dönemdir. Çocukları üzerine konuştukları bir dönemdir. Ondan sonra ise merhamet dönemi vardır. 65-70 yaşından sonra artık eşlerin ihtiyarlık dönemine girdikleri, yavaş yavaş elden ayaktan düşmeye başladıkları bir dönem ki, birbirlerine baston ve destek oldukları, şefkat ve merhametle birbirlerinin hayatlarına katkı sağladıkları dönemdir.
Âile yuvası, evlilik kurumu aslında insanların önce ferdi hayatlarına katkı sağlıyor. Yani onların tatminine, meveddetine, muhabbetine ve rahmetine vesîle oluyor. Dolayısıyla evliliği insanın huzur duyduğu, mutlu olduğu bir kurum olarak görmek gerekiyor.
Hocam sizce bir genç ne zaman evlenmeli? Sağlıklı bir evlilik için psikolojik ve fizyolojik açıdan hangi özellikleri taşımalı?
Evlilik çocuk oyuncağı değil. İnsanlar, evliliğin farkına vardığı ve bunu bir ihtiyaç olarak gördükleri andan itibaren evlenmelidir. Bu çok ileri yaşlara taşınmamalı. Yani yirmili yaşlarda evlilik gerçekleşmeli. Çünkü insanların kariyer yapmak, para kazanıp eşya düzmek, konfor temin etmek gibi hesaplarıyla yaş ilerliyor. Bu sefer, beğenmek ve beğenilmek problemleri ortaya çıkıyor. Sonunda her iki taraf, zaten ekonomik özgürlük sahibi olduğu için birbirinin kahrını çekmeye yanaşmıyor, evlenmiyor.
Evlilik öncesinde insanlar genellikle maske takıyorlar. Yani kendilerini olduğu gibi göstermiyor; olduğundan farklı göstermeye çalışıyorlar. Karşısındakinin beklentisine uygun olarak “ben senin aradığınım” demek için. Dolayısıyla maske takılması, insanların gerçek kimliğini tanımaya engel oluyor. Bunun için bence bir gencin evliliğe öncelikle psikolojik olarak hazır olması, evliliğin kutsallık ve önemine inanması lazım. Dindar bir genç; “yuva kurmam lazım, ortam da çok kötü, şartlar zor, ahlâksızlık da kol geziyor, hâl böyle olunca benim kulağımı, gözümü, nefsimi, neslimi korumak için evlenmeye ihtiyâcım var” diyerek karar verecek. Bundan sonrada kendisinin mânevî hayâtına katkı sağlayacak, Efendimizin hadîsinde ifâde ettiği gibi, dindar bir eş adayı bulacak. Ondan sonra da evlenecek.
Bunun ileri yaşlara taşınmaması önemli diye düşünüyorum. Çünkü ileri yaşlarda, dünyaya bakış değişiyor, karar vermek zorlaşıyor. Ben gençlere şöyle diyorum: İnsan yirmi yaşına kadar kendisi evlenir, yirmi beş yaşına kadar âilesi evlendirir, otuz yaşına kadar eş, dost, etraftaki insanlar destek olur, otuzdan sonra iki cihan bir araya gelse evlendiremez. Dolayısıyla bunun zamanını iyi belirlemek lazım.
Evliliğin sorumluluğunu taşıyamayacak kadar küçük, reşit olmamış bir çocuğu ya da genci evlendirmek de uygun değil. Ama reşit olmuşsa, evlenme talebinde bulunuyorsa ve şartlar da uygun ise geciktirmeden evlendirmek lazım ki kendini korusun, gözünü korusun ve sorumluluk idraki içerisinde hayatını devam ettirsin. Çünkü “her şey tamam olduğunda mutlaka bir noksan vardır” diye bir söz vardır. Çünkü hiçbir şey hiçbir zaman tamam olmaz. Kemâl, Allah’a mahsustur. Kervan yolda düzülür. Yani insanoğlu evlenir, eşyasını daha sonra tamamlar, eksiğini daha sonra giderir, idari ve akademik hedeflerini daha sonra bitirir. Bizim dönemimizdeki hemen hemen bütün arkadaşlarımız böyle yaptı. İnsanın her şeyi tamamladıktan sonra evlenmesi diye bir şeyi biz bilmiyoruz. Makul bir psikolojik ve manevi hazırlık varsa, insan evlenmede gecikmemelidir.
İnsan yirmi yaşına kadar kendisi evlenir, yirmi beş yaşına kadar âilesi evlendirir, otuz yaşına kadar eş, dost, etraftaki insanlar destek olur, otuzdan sonra iki cihan bir araya gelse evlendiremez. Dolayısıyla bunun zamanını iyi belirlemek lazım.
Hocam, üniversite yıllarında birbirini seven gençler olabiliyor. 18-19 yaşlarında. Ve ufukta görünen en erken evlilik yaşı ise 24-25 olabiliyor. Bu durumdaki insanlar arada kalan bu zamanda çok yıpranıp, birbirlerini tüketebiliyor. Bu durumda olan insanlara ne gibi bir yol haritası çizilebilir?
Hani bir söz vardır: “Ateşle barut bir arada durmaz.” Bir arada okumanın, birlikte gidip gelmenin sonucunda gönüllerde birbirine karşı akım olabiliyor. Ve evlilikle noktalanmayan bu tür ilişkilerden sonra sıkıntılar oluşuyor. Bence bir insan, evlenmeyi düşünmüyorsa üniversiteyi bitirinceye kadar, böyle bir şeye kapı aralamamalı. Veya böyle bir zarûret çıktıysa karşısına annesini, babasını, âilesini ikna edip, herkesi haberdar ederek evlenmeli. Yani böyle uzun süreli bekletmenin anlamı yok. Âilesine: “Ben böyle bir durumla karşı karşıyayım, bana destek olun, benim niyetim samimi ve ciddi, yuva kurmak istiyorum. Karşımızda böyle bir aday var ama ben onu dört sene bekletemem” demeli. Anne-babalar da onaylamışlarsa bekletmenin anlamı yok, diye düşünüyorum.
Fakat hocam, âileler çoğu zaman râzı olmuyorlar üniversite yıllarında evlenmeye…
Bence yanlış. Âilelerin yapacağı iş, çocuklarına destek olmaktır. Çocukların tercihlerine olabildiğince, tabii yanlış tercih yapmıyorlarsa, destek olmaktır. Öbür türlü onların daha çok günaha girmelerine fırsat verilmiş olur. Şartlar değişti, kırk, elli sene önceki durum artık yok. Görücü usulü ile “kızı görürüm, oğluma alırım” kalmadı. Üniversite okuyan gençler böyle şeylerle karşı karşıya kalıyorlar. Okutuyorsan, bunun sonucuna katlanacaksın. Anne babalar bunu göze alarak çocuklarını üniversiteye göndermeli. Böyle bir şey karşılarına çıktığı zaman, çocuklarına yardımcı olmalı.
Birbirleriyle gerçekten evlenmeyi düşünen gençler, evlilik imkânı bulamadıkları için ve günaha girme korkusuyla kimseye haber vermeden dini nikâh kıyabiliyor. Bu konuda neler söylersiniz?
O en büyük cinâyet… Böyle zamanlarda en çok kaybeden kızlar oluyor, hanımlar oluyor. Çünkü insanlar, dini nikâhı bir nimetten yararlanma olarak görüyor. Fakat külfetine gelince kimse katlanmıyor. Dolayısıyla nikâh dediğimiz şey, dini ve resmi şeklinde ayrılmamalıdır. Bu çok ciddi bir karardır. Bu karar verilmişse resmisi dinisi birlikte olmalı ve asla resmi nikâhtan önce dini nikah olmamalı. Çünkü bunun çok ağır faturaları var. Toplumda bunun çok ağır bedel ödeyen taraflarını gördük. Dört beş sene nikâhlı kalmışlar, kimsenin haberi yok, ondan sonra da ayrılmak zorunda kalmışlar. Böyle zamanlarda kaybeden hanımlar oluyor. Onun için erkeklerin bu konuda ciddiyetlerini korumaları lazım, adam gibi evleneceklerse resmi nikâhıyla evlensinler, işi ciddiye alsınlar. Kızlar da böyle bir yanlışa asla düşmesinler. Çünkü insanlar nimet taksiminde varlar, külfet taksiminde ise yoklar.
Hocam Kur’an’da Nûr Sûresi 32. âyette: ‘‘Sizden bekâr olanları, kölelerinizden ve câriyelerinizden durumu uygun olanları evlendirin. Eğer bunlar yoksul iseler, Allah onları lütfuyla zenginleştirir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir” buyruluyor. Bu âyeti nasıl anlamamız gerekiyor? Bu konudaki duygu ve düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Bu âyet-i kerîme aslında evlenmek isteyenlere bir vüs’at/genişlik veriyor. Topluma da sorumluluk yüklüyor. Bugün insanlar “önce iş, aş, eş” sıralaması yapıyor. Bu âyet-i kerîmede Allah, yapılması gerekenin önce eş, sonra iş ve aş olduğunu ifâde buyuruyor. Çünkü Allah Teâlâ: “Onlar eğer fakirlerse, Allah onları fazlıyla zengin kılar” buyuruyor. Evlenmeye karar vermiş olmak bir bereketin başlaması demektir. İşin önünün açılması demektir. Sorumluluğu sırtlanmak demektir. Bu yüke râzı olana Allah yardım ediyor. Bizim kültürümüzde şöyle bir tabir vardır: “Ev alana ve evlenene Allah yardım eder.” Bu söz, âyet-i kerîmenin şümûlüne dâhildir. O yüzden her zaman bu iş, aş, eş sıralaması doğru olmaz. Yerine göre ezberi bozmak lazım. Yani bazen önce eş daha isabetli olabilir. Tabi eşi yönetebilecek, arkasından aş ve iş için de birikimi olan birisi, önce eşi alır sonra iş ve aşa kavuşur. Yani “en iyi işi, en iyi aşı temin edeyim, ondan sonra en iyi eşi bulayım” şeklindeki evdeki hesap her zaman çarşıya uymuyor. Yapılması gereken, Allah’ın bu vaadine güvenerek biraz risk almaktır. Yerine göre tarafların birbirine olan güvenleriyle ve Cenâb-ı Hakk’a güvenerek: “Allah’a tevekkül ettim” deyip yola çıkmasıdır.
Mehmet Emin GÜL / Genç Dergi
- 0SEVDİM
- 0ALKIŞ
- 0KOMİK
- 0İNANILMAZ
- 0ÜZGÜN
- 0KIZGIN
Yorum Yazın