Halil İnalcık özelinde şimdilik iki not daha
“Bugünü anlamak için” sloganı ile çıkan #tarih dergisinin Ekim 2015 tarihli 17. sayısının sürmanşetinde şu ifadeler dikkatimi celbetti:...
Halil İnalcık gibi uluslararası seviyede bir tarihçinin adını herkes bildiğine ve daha yenilerde onun ismini kitaplarının kötü neşri vesilesiyle iki defa gündeme getirdiğime göre, bu tartışmayı niye tekrar açma gereği duydum? Meselenin aslını okuyucularımız bildiğinden uzun bir girişe gerek yok. Söyleşilerin ve söyleşi kitaplarının hem faydasını hem tahrip ediciliğini göstermek dahası tarihçimize ve etrafındakilere karşı haklı olarak edinmiş olabileceğimiz önyargılardan kurtulmaya katkı sunacağı için hemen konumuza geçmek fena olmayacaktır. Çok kafa karıştıran bir “söyleşiye” değineceğim ilkin.
“Bugünü anlamak için” sloganı ile çıkan #tarih dergisinin, Ekim 2015 tarihli 17. sayısının sürmanşetinde şu ifadeler dikkatimi celbetti: “Asırlık tarihçi Halil İnalcık: Kürt Meselesinde Devlet Hatalı.” [Sonraki günlerde derginin sosyal medya adresine baktığımda elimdeki nüshadan farklı bir sürmanşetle karşılaştığımı da belirtmeliyim.] Derginin dördüncü sayfasındaki başlık ise şöyleydi: “Halil İnalcık: Kürtlere İyi Muamele Yapmadık”. Bu ifadeleri okur okumaz, Halil İnalcık’ın daha evvelki söyleşileri aklıma geldi gelmesine, lakin burada ne dediğini de merak etmedim değil. Fakat bir türlü bu söyleşiyi bütünlüklü olarak okuyamadım. Okulların yeni açılması, sene başı yorgunluğu derken bir hafta benimle birlikte dolaştı durdu dergi.
GAYET NORMAL DEĞİL!
Söyleşi hakkında yazı yazmaya başladığım esnada Halil İnalcık Centre For Ottoman Studies (HİCOS)’te çalışmalarını sürdüren Sayın Ali Işık’tan Dünya Bülteni’ndeki Tarihe Düşülen Notlar kitabına dair eleştirime bir tekzip metninin geldiğini öğrendim. Metin, “İki Yıl Önce, İki Yıl Sonra: Tekrar Eden Cürümler” başlıklı yazımın “önyargılarla dolu olduğunu” iddia ediyordu. Herhalde, siyasî sebeplerle bazı söyleşilerle konuşmaların bilerek kitaba alınmadığı şeklindeki zannımdan olacak, kendisini ve yayınevini savunmak maksadıyla bunları söylüyordu yazar. Anlaşılan o ki, Ali Işık, iki yıllık bir çalışma sonucunda ortaya çıkardığı Tarihe Düşülen Notlar kitabının vasıflı hatta hocasına yaş armağanı olarak sunulmasını da dikkate alırsak, “yüzlük” bir derleme olduğunu düşünmekte. Çünkü söyleşi ve konuşmaların derlenmesi, kitaplaştırılması, sunuş yazılması vb. mühim mevzular üzerine “olabilirlik” içeren tek bir cümle yok tekzip metninde. Tarih alanına, kültür dünyasına yapılan büyük katkıya odaklanmanın getirdiği bir yüceltme söz konusu. Fakat ben kitabın kısa/zarif yazılarla yahut cafcaflı mülakatlarda ifade edildiği kadar vasıflı olmak bir yana Halil İnalcık Hoca için nitelikli bir armağan olmaktan fersah fersah uzak olduğu kanaatindeyim. Önce Ali Işık’ın yazdıklarıyla gerçekleri karşılaştıralım ki hakikat bir nebze de olsa tebellür etsin. Şöyle diyor Işık:
“Yayına hazırladığım bu değerli çalışmada, 2013 yılında neşredilmiş Söyleşiler ve Konuşmalar kitabından farklı olarak yeni metinlerin tespiti yapılmış ve okurlarla bu yeni eser buluşturulmuştur. Yeni metinlerin tespitinin yapılmış olması ve yayınevinin de değişmesi hasebiyle, Timaş yayınlarından neşr edilen söz konusu yeni eserde, hala satışta olan Profil yayıncılık bünyesindeki nüshada yer alan metinlere yer verilmemesi gayet normaldir.”[Vurgular bana ait.]
Yukarıdaki alıntının başlangıç cümlesi ile ikinci cümlesinin ilk kısmı yayımlanan yazımda zaten vardı. Dolayısıyla yüksekten uçan talihsiz tekzipte yer alan bu cümle, kitaba dair yeni yahut farklı bir şey söylemiyor, yazımda dile getirdiklerimi tekrarlayarak çarpıtma ve mugalata yapıyor. Okuyucuları sıkmak pahasına daha evvelki yazımda yer alan şu satırları yeniden birlikte okuyalım:
“Tarihe Düşülen Notlar, Halil İnalcık’la, röportaj türünün iki binli yıllardaki kadar yaygın olmadığı yıllarda yapılan röportajları tekrar okuyucuyla buluşturması açısından önemli. Sözgelimi Yılmaz Öztuna’nın yaptığı Hayat Tarih’te 9 Eylül 1969’da yayımlanan röportaj bunlardan biri.”
Zannımca asıl problem, ikinci cümlenin sonunda ortaya çıkıyor. Zira bunu dikkate aldığımızda, hâlâ satışta olan Profil Yayıncılık bünyesindeki nüshada yer alan metinlerden herhangi birisinin Tarihe Düşülen Notlar kitabına dâhil edilmediğini düşünmek icap ediyor. Durum bu şekilde olsa, meseleyi “gayet normal” telakki edebilir ve benim önyargılar karanlığından birtakım sathi değerlendirmeler yaptığım ileri sürülebilirdi. Gelgelelim işin aslı sanıldığı gibi değil. Çünkü Profil Yayıncılık’tan çıkan Söyleşiler ve Konuşmalar kitabındaki metinlerin bazıları Tarihe Düşülen Notlar’da da aynen ( bazılarında soruların yerleri değişmiş tabiî) yer alıyor. Birkaçını sadece adlarını sıralayarak hatırlatalım da meslek ahlakı bakımından nerelerde olduğumuz daha iyi kavransın: 16. Türk Tarih Kongresi ile Polatlı’da Sakarya Zaferi’nin 85. Yılı vesilesiyle yapılan konuşmalar her iki kitapta da var. Nuriye Akman, (Sabah, 8 Nisan 2001), Devrim Sevimay, (Milliyet, 12 Kasım 2007), Burak Artuner, ( Sabah, 23-27 Ağustos 2009), Utku Çakırözer, (Milliyet, 11 Kasım 2011), Enis Tayman, ( Tempo, 2 Ağustos 2009) röportajları da ortak. En iyisi gerisini “Tarihçinin Tarihi: 2000’lerde Halil İnalcık Kitaplarının Yayın Seyri” başlıklı akademik bir çalışmaya bırakmak.
Dolayısıyla, önceki kitapta bulunan metinlerin bu kitapta yer almaması gibi bir prensip kararı söz konusu olmadığından, ilk kitapta bulunan fakat iki ciltlik bu kitapta yer almayan vasıflı veya tarihi önemi herkesçe takdir edileceği aşikâr metinlerin dışarda bırakılması “gayet normal” görülemez. Elbette, daha önceki yazımda da belirttiğim gibi Tarihe Düşülen Notlar kitabının arşiv niteliğinde olan kısımları var, bunu inkâr etmiyor, kesinlikle görmezden gelmiyorum. Gündeme getirmek istediğim husus “konuşmaların” ve “röportajların” herhangi bir kıstasa dayanmaksızın gelişigüzel seçilerek hazırlanmış olmasından duyduğum ıstıraptır. (Geçerken şunu da belirtelim; iki yıl evvel neşredilen Söyleşiler ve Konuşmalar kitabı, iç düzen, özen ve akış bakımından pir û pak değildi hatta düpedüz perişandı!)
Ali Işık’ın tekzip metninden öğrendiğimize göre ilgili “konuşmaların” ve “röportajların” kitap şeklinde basılması, Kral Faysal Uluslararası ödülüne dair belgeler ve yazışmalar, Halil İnalcık’ın bilgisi dâhilinde gerçekleşmiş. Herhalde kitapta sayfalarca yer tutan bu ödül, Arapların Osmanlı tarihini Türkler aleyhine öğretmeleri durumunun değişmesinin göstergelerinden birisi olarak mütalaa edilmiş. Ama bunun için bile olsa bu kadar abartılı bir biçimde kitapta yer alması işlevsel olmamış. Bundan dolayı, Tarihe Düşülen Notlar özelinde yazdıklarımız, “suizan dolu bir eleştiri” olmaktan ziyade “bereketli tarlanın” patronaj münasebetlerinin fark edilmesine katkı olarak mütalaa olunmalıdır. Nihayetinde bu neşirlerden bir ders çıkarmak lazımdır. O sebeple hocaya nice yıllar ve kitaplar dilerken “Nice nitelikli kitaplara” diye şerh düşülmesinin elzem olduğu kanaatindeyim.
HALİL İNALCIK’IN ÜÇLEMİ
Patronaj demişken, Halil İnalcık’ın tarihçiliğinin aktüel meselelere temasını anlamak bakımından onun ikileminden değil üçleminden bahsetmek sanırım doğru bir değerlendirme olacaktır. Türkiye dışında özellikle Batılı mahfillerde söyledikleriyle, Ortadoğu veya İslâm âlemine dair söyledikleri arasında bir farklılık hatta taban tabana zıtlık söz konusudur. İlkinde mümkün mertebe hakkaniyet ikincisinde ise Kemalizm’in dolayısıyla “Cumhuriyet” anlatısının tortuları bariz hatta yer yer anti-ümmetçidir. Sözgelimi 2005’te Milliyet’te yayımlanan söyleşisinde “Ilımlı İslâm diye bir şey olmaz. Bir İslâm vardır, bir de köktenci İslâm” diyecektir. Endişeli modernlerce mahalle baskısı tezviratının yapıldığı yıllarda, İslâmî kanadın, tabanını pekiştirmek için İmam Hatipleri benimsemesini ve apartmanlara mescit açılmasını talep ettiği takdirde popülizme düşeceğini belirtecek ve şunu ekleyecektir: “ Bakın devletin İslâmlaşması demek hilafet demektir ama biz laik bir Türkiye’yiz.” Türkiye’de ve buraya dair söylediklerinde de devlet-merkezlilik diyebileceğimiz bir yaklaşımdan bahsedilebilir kanaatindeyim.
Yazının girişinde bahsettiğim #arih dergisindeki Halil İnalcık söyleşisini, Gürsel Göncü yapmış. Göncü, Halil İnalcık’ın NTV Tarih’te yayımlanan makalelerini, derginin adını anmadan Osmanlı Tarihi'nde Efsaneler ve Gerçekler adıyla kitaplaştıran NTV Yayınlarıyla olan husumetini de işin içine katarak gayet hesaplı kitaplı uzunca bir giriş yazmış! Keza bu mülakat, klasik söyleşilerden de hayli farklı, neticede sohbet havasında gelişen bir metin çıkmış ortaya. Belli konularda, devlete ta’n edilmesinden hoşnut olamayacak bir zihniyete sahip olduğundan kimsenin şüphe edemeyeceği Halil İnalcık, nasıl olduysa aktüel konularda itidalli olmayan ve yayın kurulu üyesi olduğu bir dergiye konuşmuş. Sanki derginin genel yayın yönetmenince konuşmasının nasıl sunulacağını düşünemeden anlatmış anlatacağını. Söyleşinin sondan bir önceki sayfasının sol alt köşesinde bir kutu içerisinde Tarihe Düşülen Notlar kitabının tanıtımına/”reklamına” yer verilmiş. Ayrıca yanlış bilmiyorsam, #tarih dergisi okuyucularından bazılarına bu kitabı armağan etmiş. Galiba bu ödül siyaseti de patronajla yakından alakalı bir durumdur.
Popüler mahiyeti olan yayın organlarında, alanında uzman kişilerle söyleşi yapılırken mütemadiyen, “Türkiye’nin en önemli meselesi sizce nedir?” sorusu karşımıza çıkar. Biz de sohbet havasında gelişen söyleşideki bu soru üzerinde “dört elif miktarı” nefeslenelim. Şüphesiz memleketin en mühim meselesinin ne olduğunun cevabı, yıllara, münasebetlere, habitusa göre birtakım farklılıklar gösterir. Sözgelimi Halil İnalcık, 2007’de Gerçek Hayat’ta yayımlanan mülakatında en önemli mesele olarak ekonomiyi zikretmişti. Günümüzde ise Türkiye’nin en önemli meselesinin Kürt meselesi olduğunu ifade ediyor.
Halil İnalcık, söyleşisinde 1960’lardan bu yana Kürt meselesi etrafında olup bitenleri 27 Mayıs 1960 darbesini merkeze alarak ana hatlarıyla anlatıyor:
“27 Mayıs 1960’tan hemen sonra Milli Birlik Komitesi bizi Doğu’daki vaziyeti anlamak üzere bölgeye gönderdi. Cemal Alagöz ve başka arkadaşlarla beraber bilimsel bir rapor hazırlamak üzere epey dolaştık, çok insanlarla konuştuk. Kürt meselesi için bizim ülkede yapılan ilk bilimsel çalışma denilebilir buna.”
Bu satırları okuyunca şu geldi aklıma: Hocanın 1947 tarihli “Orta Anadolu Gezisi Raporu” “konuşmaları” arasında yer alabildiyse, bu raporun da Tarihe Düşülen Notlar kitabının sonraki basımlarında “konuşmalar” cildinde yer almasına bir mani olmamalı. Kaynakları önemli olgular üzerinden incelemek, ayrıntıların tozuyla uğraşmak isteyenler için de büyük bir katkı olur zannımca bu raporun neşri. Talebesi İsmail Beşikçi’nin Kürt meselesi konusunda uzman hale gelişinden ve kitapları sebebiyle otuz yıla yakın hapiste kalışından bahsediyor. Dahası şu cümleyi kuruyor: “Ama Kürt meselesine olan ilgi benimle ve İsmail Beşikçi ile başladı.” İkinci isim konusunda kimsenin şüphesi yok ama ilki konusunda pek emin değilim. Zira İsmail Beşikçi’ye “armağan” olarak hazırlanan kitabın indeksinde Halil İnalcık adı bir kez olsun geçmez. 2009’da “Türk devletinin liberal koruyuculuğu” övgüsü yapan İnalcık’ta bariz bir farklılaşmanın olduğu gayet açık. Yoksa homo historicus her dönemin kavrayışlarına ya da teamüllerine göre mi hareket ediliyor? Umarım hoca meselenin popüler bir eğilim oluşundan yararlanma arzusunda değildir. Bunda sorun görülmese bile şu sorunlu: Bu söyleşide anlattıkları 2007’lerde söylediklerini biraz daha detaylandırıyor fakat önceki söyleşi ve konuşmalarında Kürt meselesini daha ziyade siyasî boyutlarıyla ele almaktan yana bir tavrı olan İnalcık Hoca, nedense şimdi, meselenin uluslararası siyasî cihetine neredeyse hiç temas etmemiş. Ayrılıkçı/ devrimci/hınçlı Kürt cephesi hakkında tek kelime etmemiş. Oysa 2007’de halkın “PKK cephesinin hain plan ve saldırıları karşısında milli bir galeyanla sokaklara dökülmesi”ni son derece “tabii” bulmaktaydı. Acaba Rizgârî gibi Kürdistanî platformlarda fikirlerinin eleştirilmesini hak mı verdi İnalcık Hoca? Şayet Kürt meselesini idrak biçiminin zenginleştiğinden bahsedeceksek, o yıllarda da Kürt raporu hazırlayan bir tarihçi olarak bunları zaten bilmiyor muydu? Kitap bilgisiyle meseleyi tartışmak isteyenler ise, söyleşisini Emine Çaykara’nın yaptığı, Tarihçilerin Kutbu; Halil İnalcık Kitabı’ndan “Dünyanın her tarafında Kürt milliyetçileri saldırı halindedir” cümlesini de hatırlayabilirler. Kanaatimce, eleştirel akla sahip bütün okurlarla, meslekten tarihçilerin çoğunun merak edeceği ve haklı olarak bir açıklama bekleyeceği konular bunlar.
Söyleşide İnalcık, 1970’li yıllarda birkaç üniversitede Doğu’yu ilmî usullerle incelemek maksadıyla Kürdoloji Enstitüsü kurulması teklifi verdiğini ama bu fırsatın çoktan kaçırıldığının altını çiziyor. [ Selim Aslantaş, Halil İnalcık Armağanı I adlı kitapta yer alan “ Halil İnalcık’ın Akademik Bibliyografyası” başlıklı yazısında teklif edilen enstitünün Güneydoğu Enstitüsü olduğunu belirtir. Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2009, s.13.] Ama bunlar yeni açıklamalar değil. Nitekim altı yıl önce şunları söylemişti:
“1960'ta 27 Mayıs darbesinden sonra Milli Birlik Komitesi orada valilik yapmış kimseleri ve bölge üzerinde tarihi araştırma yapanları bir toplantıya çağırdı, Kürt sorununu masaya yatırdı. Orada uzun uzadıya konuşuldu. Ben de toprak tarihi üzerinde araştırmalarım dolayısile oradaydım. Toprak meselesi, yarıcılık meselesi üzerinde konuştum. Aşîret toprak ağalarının o bölge sosyal hayatındaki önemini belirttim. Valiler birtakım projeler öne sürdüler. Benim ileri sürdüğüm proje, herşeyden önce Kürt kimliğini ve bölgedeki sosyal ve kültürel yapıyı araştırıp tanımanın gereği üzerindeydi. İlkin sosyal, ekonomik, kültürel sorunları araştırma konusu yapmak gerektiğini söyledim. Bunun için bir Doğu Anadolu veya Kürdoloji Enstitüsü kurulmasını önerdim.”
Halil İnalcık, söyleşide Kürtçü aydınların buna benzer güzergâhlardan geçerek fakat içeriğini değiştirerek birtakım faaliyetleri icra ve ihya ettiğine dikkat çekmekle iktifa ediyor. Gelgelelim, İnalcık Hoca’nın Doğu’ya bakışı birtakım ciddî problemleri gündeme getiriyor. Yukarıda belirttiğim gibi, Kemalizm’den ciddi ölçüde etkilenmiş ve hâlâ bunu muhafaza eden bir bakış açısı bu. Toplumun, insanın tarihini yapmayı öne çıkaran Hoca, 1960’larda ziyaret ettiği Doğu illerini kötücül Ortaçağ metaforuyla değerlendirmekten geri durmuyor. Kürt meselesinin ilmî usullerle ele alınması sadedinde serdettikleri ise modernleşme kuramının tipik tezlerinin tefsiri olmanın ötesine geçemiyor. Bilim adamlığı figürü üzerinden kendisini meselenin merkezine yerleştirme arzusu fark edilmiyor değil: “Benim sunduğum çözümler dikkate alınsaydı bugünkü çatışma durumunda olur muyduk, kendimize sormamız gerek.” Yaşar Kemal ve Köy romancılarını anımsatırcasına ağalar, yarıcılar ve halkın istismarı üzerinde durduktan sonra söyledikleri üzerinde düşünülmeye ve eleştirilmeye değer:
“Kürt halkının çok geri şartlarda yaşadığını gözlemledim. Şeyh, derviş kılıklı insanlar halkın üzerinde söz sahibi idiydi. Said Nursi mesela büyük etki yaratmıştı. Şimdi önemleri azalsa da hâlâ etkilerinin devam ettiği yerler var.”
Tüm görüşlerine katılır ya da katılmazsınız ama memleket insanı hakkındaki yaklaşımları birtakım klişelerden uzak olmalı değil midir tarihçilerin? Yoksa eğer Halil İnalcık ne söylüyorsa bunu kanıtlayacak delilleri vardır deyip, bizim onun üstüne söyleyecek sözümüz olamaz diye mi düşünmeliyiz? Gürsel Göncü, bu satırlarda dile getirilen yaklaşımları mevcut siyasî tarafgirliğinin de tesiriyle hiç itiraz etmiyor. Dahası Göncü, herhalde onun araladığı kapıdan biraz daha içeri girebilmeyi istemiş olacak ki, yukarıdaki alıntının ilk cümlesinin önüne itiraf gibi olan “Kürtlere asimilasyon siyasetinin nasıl tatbik edildiğini, kötü muameleleri orada gördüm” cümlesini de ilave ederek, ilgili kısımların dergi okuyucuları tarafından daha çok fark edilmesini amaçladığını ihsas etmiş.
Kimi zaman ruh halinin itidalli ve soğukkanlı olmasına büyük önem atfettiğini hatırlatan Halil İnalcık Hoca, konuşmasının başında #tarih dergisini öteden beri bildiğini ve beğendiğini söylemiş. [Hocanın bunları yayın kurulu üyesi olduğu bir dergi hakkında söylediğini unutmayalım. Boşuna patronaj demedim, İnalcık adının derginin kamusal itibarı noktasında önemli bir katkısı var ama dergiden pek haberi yok sanki! ] Aktüel konuları tarihle bağlantılı takip etmelerinden duyduğu memnuniyeti ifade etmiş fakat siyasî tarafgirliğin ön planda olmasından duyduğu kaygıyı söylemeden de geçememiş. Ne dese bir tarafa çekileceğinin farkında olarak yalnızca tarihten taraf olduğunu belirtmiş, bir zamanlar “tarih tarafsız olmaz” dediğini unutarak. Keza daha evvel demişti zaten “unutkanlık başladı. O yüzden artık ilmî şeyler yazmayacağım.”
İnalcık, sosyal gelişimde ekonomiyi merkeze alan çeşitli etnik grupları Türkiye birliği içinde benimsemekten bahsediyor. Türkiye’nin yirmi yedi farklı etnik grubu kapsayarak bir siyaset belirlemesi gerektiğini iddia ediyor. Tabiî İnalcık Hocanın öğrencisi ve derginin yayın danışmalarından İlber Ortaylı’nın söz konusu söyleşiyi görüp görmediği, görüp okuduysa bu sözleri tarihçi olarak onaylayıp onaylamayacağı apayrı bir konu. Son dönemde ortaya çıkan etnik konular, Türk ve Türkiyelilik gibi hususlarda çıkardığı röportaj kitaplarında Kürt meselesinde İnalcık’tan farklı düşündüğü görülen Ortaylı’nın bu röportajı okuyup okumadığı daha mühim hale geliyor. Hâsılı “Tarihçiler röportajlarla tartışıyor.” Tarihçilerin tarihini yazması beklenen romancılar ise henüz sahada değiller.
Asım Öz/ Dünya Bülteni - Kültür Servisi
- 0SEVDİM
- 0ALKIŞ
- 0KOMİK
- 0İNANILMAZ
- 0ÜZGÜN
- 0KIZGIN
Yorum Yazın