Fetöcü İhanet Darbesi ve Risale-i Nur Cemaati
İslam âlemi ve Türkiye tam bir buçuk asırdır, şu anda Türkiye\'nin yaşadığı İslami inkişafı ve maddi refahı yaşamamıştır. III. Selim\'den beri arzulanan hedefler, bugün birebir gerçekleşmektedir. Ne hizmet erlerine, ne medreselere, ne Kur\'an kurslarına ve ne de hiçbir İslami hizmete engeller çıkarılmak şurada dursun, kapıları aralanmakta ve destekler yağmaktadır. Abdülhamdi\'den beri yapılmamış dini eserler ve vakıf eserleri tamirleri yapılmıştır.
Grup sayfamıza katılmak için >>> TIKLAYINIZ
FETÖCÜ İHÂNET DARBESİ VE RİSÂLE-İ NUR CEMÂ’ATİ
İslam âlemi ve Türkiye tam bir buçuk asırdır, şu anda Türkiye'nin yaşadığı İslami inkişafı ve maddi refahı yaşamamıştır. III. Selim'den beri arzulanan hedefler, bugün birebir gerçekleşmektedir. Ne hizmet erlerine, ne medreselere, ne Kur'an kurslarına ve ne de hiçbir İslami hizmete engeller çıkarılmak şurada dursun, kapıları aralanmakta ve destekler yağmaktadır. Abdülhamdi'den beri yapılmamış dini eserler ve vakıf eserleri tamirleri yapılmıştır.
Şu muzafferiyetteki hârikulâde nimet-i İlahiye bir şükür ister ki devam etsin, ziyade olsun. (Tarihçe-i Hayat 139).
15 Temmuz Fetöcü İhânet Darbesi meydana geldiği günden beri, yüzlerce program yapıldı. Her gün gazetelerin çoğu sayfaları bu ihânet haberlerini ve de bizzat olayları sayfalarına taşıdılar. Haklı olarak Televizyon kanalları da bu büyük felâketi 24 saatlik canlı yayın yahut bitmeyen diziler halinde yayınlıyorlar.
Tabii ki, yorumlar, haberler ve makaleler arasında çoğu hakkı haykırıyordu. Aralarında, kendini Ebüssuud yerine koyup fetvâ verenler ve tekfir mührünü elinden düşürmeyenler de vardı. Bunlar içinde mutlaka vuzuha kavuşturulması gereken hususlar bizce şunlardı:
1.Bu hareket ve bu ihânetin sahipleri İslamî açıdan hangi sıfatla sıfatlanmalıdır? Kafir midirler, münafık mıdırlar? Haramî midirler? Bâğî midirler?
2.Bu ihânet şebekesini tertip edenler kimlerdir?
3.Bu ihânet darbesinin hedefi nedir ve kimlerdir?
4.İhânet hareketinin neticeleri ne olmuştur?
5.İhânet darbesi ile Risâle-i Nur Cemaatinin arasında ilişki kuranlar haklı mıdırlar?
6.Gülen denilen hâinin günah galerisinden bazı müşahhas noktalar nelerdir?
İşte bu sorulara, hem İslam Hukuku hükümlerini ve hem de Bediüzzaman’ın Risâle-i Nur Külliyâtını nazara alarak tahliller yapacağız.
1-BU HAREKET VE BU İHÂNETİN SAHİPLERİ İSLAMÎ AÇIDAN HANGİ SIFATLA SIFATLANMALIDIR?
KÂFİR MİDİRLER, MÜNAFIK MIDIRLAR? HARAMÎ MİDİRLER? BÂĞÎ MİDİRLER?
İslâm hukukunda bu ihânet darbesine yorumlanabilecek iki hüküm var: Ya devlete isyan eden bâğîler yani isyancılardır ki, bunlara karşı savaşı Kur’an câiz görmektedir, ya da İslam hukukunda hirâbe ve Türkçe’de haramilik diye ifade edilen ve Kur’an’ın bunlara karşı çok ağır müeyyideler yüklenmesini emrettiği durumdur.
Evvela birinciye ait âyeti dinleyelim:
“9-Eğer mü’minlerden iki tâife birbirleriyle vuruşurlarsa, hemen aralarını düzeltin! Artık onlardan biri (aralarında hüküm verdikten sonra yine de) ötekine haksızca zulmederse, o takdirde Allah’ın emrine dönünceye kadar, o saldıran (taraf)la savaşın! Fakat dönerse, o hâlde aralarını adâletle düzeltin ve adâletli olun! Şübhesiz ki Allah, adâletli olanları sever.”[1] Bu âyet, devlete isyan suçunun düzenlemektedir.
İkincisi hakkında ise şöyledir:
“33-Allah’a ve peygamberine karşı savaşan ve yeryüzünde fesad çıkarmaya çalışanların cezâsı, ancak (birini öldürmüşlerse, kendilerinin de) öldürülmeleri veya (malını da alarak öldürmüşlerse) asılmaları veya (sâdece mallarını zorla almışlarsa) elleri ile ayaklarının çaprazlama kesilmesi veya (tehdidle insanları korkutmuşlarsa, bulundukları) yerden sürgün edilmeleridir! Bu, onlara dünyada bir rezilliktir, âhirette ise onlar için (pek) büyük bir azab vardır!
34-Ancak, (siz) kendilerini ele geçirmezden önce tevbe edenler müstesnâ. Artık bilin ki şübhesiz Allah, Gafûr (çok bağışlayan)dır, Rahîm (çok merhamet eden)dir.”[2]
Büyük hırsızlık da denen yol kesme ve soyguna İslam hukukumuzda kat’-ı tarik veya hirâbe denmektedir. Bu suçta, devlete ve güvenlik kuvvetlerine rağmen anarşi çıkararak başkasının malını alenen ve cebr ile alma yani soygun söz konusudur. Başkasının malını almak gayesi ile yol kesen şahıs, hiç mal çalıp adam öldürmese de yine bu suçu işlemiş sayılır. Ancak cezası hafif ve diğerlerinden farklıdır. Bu suçun temelinde, mevcut devlet nizamına karşı çıkmak ve devlete rağmen mala ve cana kastetmek (muğalebe) bulunmaktadır. Kur’an, suçu ve cezasını açıkça belirtmiştir.[3]
Devlete karşı gelerek yol kesme ve soygun yapma suçunun cezaları ise farklıdır. a) Hem yol kesip hem de adam öldürenler had cezası olarak idam (salb) edilirler. b) Hem yol kesip hem de mal gasb edenlerin sağ elleriyle sol ayakları çaprazlama kesilir. c) Yol keserek hem adam öldüren hem de mal gasbedenler, önce el ve ayakları çaprazlama kesilir, sonra da idam edilirler. d) Sadece yol kesenler ise, tevbe edinceye kadar hapsedilirler. Bütün bunlar, had cezaları olduklarından affedilmezler. Ancak yakalanmadan önce faal nedamet duyarlarsa (tevbe ederlerse), cezaları affedilebilir.[4]
Bize göre İhânet Darbesi peşinde koşanlar, haramidirler ve bu âyetin hükümleri uygulanabilir. Bediüzzaman Hazretleri bu konuyu şöyle açıklamaktadır:
“Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlahîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlahiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz. Çünki asıl mes'ele bu zamanın cihad-ı manevîsidir. Manevî tahribatına karşı sed çekmektir. Bununla dâhilî asayişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir.
Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, asayişi muhafaza etmek içindir. وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى düsturu ile ki: "Bir câni yüzünden; onun kardeşi, hanedanı, çoluk-çocuğu mes'ul olamaz." İşte bunun içindir ki, bütün hayatımda bütün kuvvetimle asayişi muhafazaya çalışmışım. Bu kuvvet dâhile karşı değil, ancak haricî tecavüze karşı istimal edilebilir. Mezkûr âyetin düsturu ile vazifemiz, dâhildeki asayişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir. Onun içindir ki, âlem-i İslâm'da asayişi ihlâl edici dâhilî muharebat ancak binde bir olmuştur. O da, aradaki bir içtihad farkından ileri gelmiştir. Ve cihad-ı maneviyenin en büyük şartı da; vazife-i İlahiyeye karışmamaktır ki, "Bizim vazifemiz hizmettir, netice Cenab-ı Hakk'a aittir; biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz."
Haricî tecavüze karşı kuvvetle mukabele edilir. Çünki düşmanın malı, çoluk-çocuğu ganîmet hükmüne geçer. Dâhilde ise öyle değildir. Dâhildeki hareket müsbet bir şekilde manevî tahribata karşı manevî, ihlas sırrı ile hareket etmektir. Hariçteki cihad başka, dâhildeki cihad başkadır. Şimdi milyonlar hakikî talebeleri Cenab-ı Hak bana vermiş. Biz bütün kuvvetimizle dâhilde ancak asayişi muhafaza için müsbet hareket edeceğiz. Bu zamanda dâhil ve hariçteki cihad-ı maneviyedeki fark, pek azîmdir.”[5]
Bütün bu İslâmî izahlardan sonra, bu haramîlere kâfir, mürted yahut Medine münafıkları manasında münafık diyenler, manen mes’uldürler. Kaldı ki bunların içinde bahsedilen özelliklere sahip olanlar da vardır. Tavsiyemiz şudur:
“Sıfatın delaletinde (şekk) var. İmanın vücudunda da (yakîn) var. Şekk ise yakînin hükmünü izale etmez. Tekfire çabuk cür'et edenler düşünsünler!..”[6]
2-BU İHÂNET ŞEBEKESİNİ TERTİP EDENLER KİMLERDİR?
Bu ihânet şebekesini tertip edenlerin özellikleri farklı farklıdır.
-Koordinatör ve finansör, ABD, Almanya, İngiltere ve Fransa’daki karanlık güçlerdir. 16 yıldır yaşadığım Hollanda bile, işe karışmasa bile desteklemiş ve hatta başarısız olunca üzülmüşlerdir. Şu anda basınıyla ve hükümetleriyle, ihânet şebekesini finanse etmekte ve desteklemektedirler. Bunu devletimiz de bilmektedir.
-Kullandıkları lokomotif FETÖ ve ona bağlı haramîlerdir.
-Ancak ihânet şebekesinin özellikle ordu içindeki ateistlerin ve hatta PKK sempatizanlarının da bulunduğu unutulmamalıdır.
Mehmed Âkif bunları çok güzel tasvir etmektedir:
“Ne hayasızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle “bu: bir Avrupalı”
Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer
Kaynıyor kum gibi, Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
Osrtralya’yla beraber bakıyorsun; Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk.
Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela...
Hani tauna da zuldür bu rezil istila...”
Bu paralel örgüt, İslam tarihinde, Şi’adan sonra ortaya çıkan ve takıyyeyi esas alan en tehlikeli örgüttür. Bunun benzeri yoktur. Bütün İslam âlemi dikkat etmelidir.
3-GÜLEN DENİLEN ADAM BU DURUMA NASIL GELDİ? BEDİÜZZAMAN’IN ONA DAİR İŞARETLERİ VAR MI?
1965’de CHP’ye 5000 TL bağış yapan ve Ermeni soykırımını savunacak kadar ileri giden bu adam, bu hale nasıl geldi? Sorusunu cevaplandırmamız lazımdır.
Evvela Bediüzzaman Hazretleri sanki onu anlatırcasına Mektubat’ta şöyle demektedir:
“Mu'zam-ı Ümmet, cadde-i kübrada gidebilir. Başka hususî ve dar caddeye sevkedenler, idlâl ediyorlar.”[7]
Bu adam, 1971 darbesinde başta Av. Bekir Berk olmak üzere çok sayıda Nur talebesi ile birlikte İzmir Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından tutuklanınca, Nur talebelerini savunma için gelen başta Gültekin Sarıgül olmak üzere Nur’un avukatlarını “BEN NURCU DEĞİLİM, BENİ SAVUNMAYIN” diyerek Nur talebelerinden ayrılmıştır. Daha evvel Hizmet Vakfı toplantılarına gelen FETÖ, Bediüzzaman’ın rükün talebelerinin bulunduğu bu vakıfla da alakasını kesmiştir.
“Bir şey daha kaldı, en tehlikesi odur ki: İçinizde ve ahbabınızda, bu fakir kardeşinize karşı bir kıskançlık damarı bulunmak, en tehlikelidir. Sizlerde mühim ehl-i ilim de var. Ehl-i ilmin bir kısmında, bir enaniyet-i ilmiye bulunur. Kendi mütevazi de olsa, o cihette enaniyetlidir. Çabuk enaniyetini bırakmaz. Kalbi, aklı ne kadar yapışsa da; nefsi, o ilmî enaniyeti cihetinde imtiyaz ister, kendini satmak ister, hattâ yazılan risalelere karşı muaraza ister. Kalbi risaleleri sevdiği ve aklı istihsan ettiği ve yüksek bulduğu halde; nefsi ise, enaniyet-i ilmiyeden gelen kıskançlık cihetinde zımnî bir adavet besler gibi, Sözler'in kıymetlerinin tenzilini arzu eder tâ ki kendi mahsulât-ı fikriyesi onlara yetişsin, onlar gibi satılsın. Halbuki bilmecburiye bunu haber veriyorum ki:
"Bu dürûs-u Kur'aniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müçtehidler de olsalar; vazifeleri -ulûm-u imaniye cihetinde- yalnız yazılan şu Sözler'in şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir. Çünki çok emarelerle anlamışız ki: Bu ulûm-u imaniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enaniyet-i ilmiyeden aldığı bir his ile, şerh ve izah haricinde birşey yazsa; soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklidcilik hükmüne geçer."[8]
Eğer Bediüzzaman’ın ifadelerini dikkatlice okursanız, bu sözlere muhatab olan tek kişi görebilirsiniz: FETÖ. Risâle-i Nura mukabele edercesine, kendi kitaplarını Risâle-i Nur yerine koyduğu gibi, Sızıntı gibi dergilerde yayınlanan başyazılarını da Lahikalar’ın üstünde tutmuştur.
Bu arada şunu belirtelim ki, FETÖ’ye deccal diyecek kadar ve hatta Beşinci Şu’adaki bazı hadisleri ve Bediüzzaman’ın yorumlarını ona tevil edecek kadar ifrat edenler bulunmaktadır. Bu, doğru değildir. Zira İslam Deccalı olan Süfyan belli olduğu gibi, Büyük Deccal da ortadadır. Ancak FETÖ’ye İslam Deccalına yardım eden ulemadan biri ve hatta en tehlikelisi demek mümkündür. Bilindiği gibi Deccâl’a yardım eden âlimlerin başını ilk Diyanet İşleri Başkanı İbrahim Rıfat Börekçi çekmiştir. Bunu başkanlardan 1960 ihtilâli başkanı Tevfik Gerçeker ve Kemalist Dr. Lütfü Doğan devam ettirmiştir. Elbette ki, Yaşa Nuri Öztürk gibileri de unutmamalıyız.
Bunu, Bediüzzaman’ın şu hadisle alakalı yorumundan anlıyoruz:
“Yedinci Mes'ele: Rivayette var ki: "Süfyan büyük bir âlim olacak, ilim ile dalalete düşer. Ve çok âlimler ona tâbi' olacaklar."
Vel'ilmu indallah, bunun bir tevili şudur ki: Başka padişahlar gibi ya kuvvet ve kudret veya kabîle ve aşiret veya cesaret ve servet gibi vasıta-i saltanat olmadığı halde, zekâvetiyle ve fenniyle ve siyasî ilmiyle o mevkii kazanır ve aklıyla çok âlimlerin akıllarını teshir eder, etrafında fetvacı yapar. Ve çok muallimleri kendine tarafdar eder ve din derslerinden tecerrüd eden maarifi rehber edip tamimine şiddetle çalışır, demektir.” [9]
FETÖ’NÜN HADDİNİ AŞAN İDDİALARI BU NKTALARI DA AŞMIŞ VE HATTA İTİKADî AÇIDAN İSLAMIN SINIRLARINI TECÂVÜZ EYLEMİŞTİR. Bazı yaşadığım müşahhas misalleri takdim etmek isterim:
BİRİNCİ YAŞADIĞIM OLAY:
1978 yılında merhum Nâzım Gökçek Ağabey’in Gaziantep’teki Aydın Baba Medresesinde FETÖ’nün en yakın talebelerinden biriyle Yatsı namazından Sabah namazına kadar onun Mesih İsa olup olmadığı konusunda tartıştık. Ben olmadığına dair deliller getirsem de İzmir İlahiyat mezunu olan FETÖ’nün talebesi aksini iddia etti ve münakaşa ederek ayrıldık.
İKİNCİ MÜŞÂHEDEM: 1980 ihtilâli sonrası, artık Mesih İsa olmaktan tenzil-i rütbe ederek kendisini Mehdi ve Bediüzzaman’ı ise kendisini hazırlayan şahıs olmakla vasıflandırmıştır. Bunu bütün talebeleri iddia etmektedir.
Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî kitabındaki bir mektubda bahsi geçen, “sonra gelecek o mübarek zât” hakkında her kesimden biri geliyor ve her biri başka birini işâret ederek diyor ki; o zât "şu zâttır". Yâni Bedîüzzaman Said Nursî Hazretlerinden sonra gelmiş başka şahıslar gösterilip, bahsedilen zâtın o zât olduğu iddia ediliyor. Hatta bazılarına göre ise hâlen gelecek olan başka bir zât bekleniyor.
“Sonra gelecek o mübarek zât” hakikatte kimdir ve hangi alâmetlerle bilebiliriz ki O’ndan başkası değildir?
İşte bu soruya FETÖCÜ’lerin cevabı, bu zat Gülen’dir ve Hz. Mehdi’dir.
Bakalım Bediüzzaman ne diyor:
“Ümmetin beklediği, âhirzamanda gelecek zâtın üç vazifesinden en mühimmi ve en büyüğü ve en kıymetdarı olan iman-ı tahkikîyi neşr ve ehl-i imanı dalaletten kurtarmak cihetiyle, o en ehemmiyetli vazifeyi aynen bitamamiha Risale-i Nur'da görmüşler. İmam-ı Ali ve Gavs-ı A'zam ve Osman-ı Hâlidî gibi zâtlar, bu nokta içindir ki, o gelecek zâtın makamını Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsinde keşfen görmüşler gibi işaret etmişler. Bazan da o şahs-ı manevîyi bir hâdimine vermişler, o hâdime mültefitane bakmışlar.
Bu hakikattan anlaşılıyor ki; sonra gelecek o mübarek zât, Risale-i Nur'u bir proğramı olarak neşr ve tatbik edecek. O zâtın ikinci vazifesi, Şeriatı icra ve tatbik etmektir. Birinci vazife, maddî kuvvetle değil, belki kuvvetli itikad ve ihlas ve sadakatle olduğu halde; bu ikinci vazife, gayet büyük maddî bir kuvvet ve hâkimiyet lâzım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin. O zâtın üçüncü vazifesi; Hilafet-i İslâmiyeyi İttihad-ı İslâma bina ederek, İsevî ruhanîleriyle ittifak edip din-i İslâma hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakârlarla tatbik edilebilir. Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymetdardır; fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede ve şaşaalı bir tarzda olduğundan umumun ve avamın nazarında daha ehemmiyetli görünüyorlar. İşte o has Nurcular ve bir kısmı evliya olan o kardeşlerimizin tabire ve tevile muhtaç fikirlerini ortaya atmak, ehl-i dünyayı ve ehl-i siyaseti telaşa verir ve vermiş.. hücumlarına vesile olur. Çünki, birinci vazifenin hakikatını ve kıymetini göremiyorlar, öteki cihetlere hamlederler.”[10]
Dikkat edilirse o Zat’ın en önemli vazifesinin iman ve Kur’an hakikatlarının neşri olduğunu ve diğer iki vazifenin ise farklı şahıslar ve cemaatler tarafından ifa edileceğini açıkça belirtmektedir. Dolayısıyla bunu kendisine mal etmesi akılsızlıktır. Bunun ayrıntılarını biraz sonra ele alacağız.
ÜÇÜNCÜ VE DAHA TEHLİKELİ MÜŞÂHEDEM İSE, herkesin YOUTUBE’dan dinleyebileceği herzeleridir. Allah’a sığınarak nakledelim. Artık FETÖ kâinat imamıdır ve haşa Hz. Resulüllah’ın bile işine karışmasını reddetmektedir.
“(Hizmet temsilcilerine kendi düsturlarının önemini anlatırken): Siz Resulullh bile huzurunuza gelse ona şöyle söyleyiniz: Ey Allah’ın Peygamberi! Sen bize Kur’an’ı tebliğ ettin ve sünnetini bıraktın. Artık işimize karşıma.”[11]
İşte bu noktada tehlikenin boyutu itikadî alana da kayıyor.
SON MÜŞÂHEDEM: 2005 yılının sonlarında Abdullah Aymaz iki defa bana geldi ve Rotterdam’da ziyaret etti. Rotterdam İslam Üniversitesini kendilerine devretmem için teklif getirdi. Ben ikisinde de reddedip bu üniversitenin mütevelli heyetinde her cemaatten insanlar var ve Nur talebeleri de var deyince cevabı çok çirkefti: “Bizim cemaat Nurcuları kendilerinden kabul etmiyor.”
Bunu 2006 yılında onlardan olan bir Haşhaşî’nin beni bıçakla öldürmeye gelmesi ve kapımı kapatmasaydım şu anda hayatta olmamam ihtimali takip etti.
4-GÜLEN MEHDİNİN İKİNCİ VAZİFESİNİ Mİ YAPMAKTADIR?
Maalesef Fetöcülerin iddialarından bir de, Bediüzzzaman’ın Emridağ Lahikasında bulunan âhir zamandaki Büyük Mehdi’nin vazifelerinden ikinci ve üçüncü vazifeyi kâinat imamı olarak yapacağı iddialardır.
Evvela şunu ifade edelim ki, Bediüzzaman’a göre mehdiyyet bir şahs-ı maneviyedir. İslama ihlasla hizmet eden dünyadaki bütün cemaatlerin ve fertlerin o şahsiyette payı bulunmaktadır. Bu mehdiyyet şahs-ı manevîsinin reisi konusunda ihtilaflar olabilir. Nur Talebeleri bunun Bediüzzaman ve Risâle-i Nur’un şahs-ı ma’veîsi olduğuna inanmaktadırlar. Başkaları kendi maneviyat reisleridir diyebilir. Hatta Adnan Oktar ve Haydar Baş gibi sahte mehdiler de çıkabilir. Fakat Risâle-i Nurda belirtilen en önemli hakikat, Nu Talebelerinin kıyamete kadar, sadece iman ve Kur’an hakikatlarının neşriyle meşgul olacaklarıdır. FETÖ ve ekibi bu iddialarıyla Nurlardan ayrılmaktadır.
Şimdi Bediüzzaman’ın dinleyelim:
“Mehdi-i Âl-i Resul'ün temsil ettiği kudsî cemaatinin şahs-ı manevîsinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cem'iyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i İlahiyeden bekliyoruz. Ve onun üç büyük vazifesi olacak:
BİRİNCİSİ: Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyyun ve tabiiyyun taunu, beşer içine intişar etmesiyle, her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır. Ehl-i imanı dalaletten muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tedkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden, Hazret-i Mehdi'nin o vazifesini bizzât kendisi görmeğe vakit ve hal müsaade edemez. Çünki hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) cihetindeki saltanatı, onun ile iştigale vakit bırakmıyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek. O zât, o taifenin uzun tedkikatı ile yazdıkları eseri kendine hazır bir proğram yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış olacak. Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve manevî ordusu, yalnız ihlas ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahib olan bir kısım şakirdlerdir. Ne kadar da az da olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar.
İKİNCİ VAZİFESİ: Hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ünvanı ile şeair-i İslâmiyeyi ihya etmektir. Âlem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddî ve manevî tehlikelerden ve gazab-ı İlahîden kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve hâdimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lâzımdır.
ÜÇÜNCÜ VAZİFESİ: İnkılabat-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur'aniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) kanunları bir derece ta'tile uğramasıyla o zât, bütün ehl-i imanın manevî yardımlarıyla ve ittihad-ı İslâmın muavenetiyle ve bütün ülema ve evliyanın ve bilhâssa Âl-i Beyt'in neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmayı yapmağa çalışır.
Şimdi hakikat-ı hal böyle olduğu halde, en birinci vazifesi ve en yüksek mesleği olan imanı kurtarmak ve imanı tahkikî bir surette umuma ders vermek, hattâ avamın da imanını tahkikî yapmak vazifesi ise; manen ve hakikaten hidayet edici, irşad edici manasının tam sarahatını ifade ettiği için, Nur şakirdleri bu vazifeyi tamamıyla Risale-i Nur'da gördüklerinden, ikinci ve üçüncü vazifeler buna nisbeten ikinci ve üçüncü derecedir diye, Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsini haklı olarak bir nevi Mehdi telakki ediyorlar. O şahs-ı manevînin de bir mümessili, Nur şakirdlerinin tesanüdünden gelen bir şahs-ı manevîsi ve o şahs-ı manevîde bir nevi mümessili olan bîçare tercümanını zannettiklerinden, bazan o ismi ona da veriyorlar. Gerçi bu bir iltibas ve bir sehivdir.”[12]
Burada açıkça ifade edildiği gibi, Risâle-i Nur Cemaati, kıyâmete kadar iman ve Kur’an nurlarının neşri ile mükelleftir. İkinci ve üçüncü vazifeyi dindar olan siyasi cereyânlar yapacaktır. Bize göre Tayyib ve ekibi ikinci vazifeyi yapmakta olanların başında gelmektedir.
5-BU İHÂNET DARBESİNİN HEDEFİ NEDİR VE KİMLERDİR?
FETÖCÜ İhânet darbesinin ve tertipleynelerin esas hedefi dünyada ehl-i sünneti temsil eden İslamiyettir; bunun mümessili olan Türkiye’dir ve özellikle Cumhurbaşkanımız Recep Tayyib Erdoğan’dır ve onun hükümetidir. Bu sebeple bütün İslamofobiciler, bütün ateistler ve Avrupa ile Amerika’daki İslam düşmanları, ihânetçi darbeyi hem hazırlamışlar ve hem de başarılı olamayınca üzülmüşlerdir.
Unutmayalım ki, Tayyib Erdoğan kanaatimize göre, 21. Asrın siyâsî müceddidir. Sadece Türkiye’nin değil, ümmet-i Muhammed’in reisidir. Bunun Müslümanların kahir ekseriyeti böyle kabul etmekte ve dua eylemektedir. Nitekim tarihte, Yavuz Sultân Selim de siyasî müceddid olarak kabul edilmiştir.
Hainlerin temsilcilerinden olan Hollanda Leiden Üniversitesi Türkologlarından Prof. Dr. Zürcher Tayyib Erdoğan’a olan düşmanlığının asıl sebeplerini şöyle NRC Gazetesindeki makalesinde şöyle açıklamaktadır:
“Ben Tayyip Erdoğan’a üç sebepten dolayı karşıyı ve barış ödülünü geri iade ettim:
1.Tayyip Erdoğan, Türkiye’de İslamî değer ve normları hâkim kılmak istiyor. (Müslüman bir ülke için başka ne düşünülebilir ki?)
2.Tayyip Erdoğan, Türkiye’de ibadet yerlerini çoğaltıyor; ama içki içilen yerlerin sayısını gittikçe azaltıyor (Elhamdülillah).
3.Tayyip Erdoğan, Türkiye’de PKK adı altında Kürt militanlarına karşı mücadele ediyor.”
Gördüğünüz gibi,
Şecâaat arz ederken merd-i kıptî sirkatin söylüyor.
Unutmayın ki, Bediüzzaman’ın Hz. Mehdi’nin ikinci vazifesi olarak açıkladığı şu hakikatta Tayyip Erdoğan ve hükümetinin de büyük payı bulunmaktadır:
“Hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ünvanı ile şeair-i İslâmiyeyi ihya etmektir. Âlem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddî ve manevî tehlikelerden ve gazab-ı İlahîden kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve hâdimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lâzımdır.” [13]
6-İHÂNET HAREKETİNİN NETİCELERİ NE OLMUŞTUR?
Evvela, bu ihânet darbesi Allah’ın izni, Cumhurbaşkanımızın şecaati ve milletin imanlı direnişi ile sonuçsuz kalmıştır. Kur’an-ı Kerim’de Resûlüllah hakkında nâzil olan şu ayet, onun yolunda giden Cumhurbaşkanımız ve milletimizde mâsadak bulmuştur:
“30-(Ey Habîbim!) Bir zaman inkâr edenler seni tutup bağlamak veya seni öldürmek veya seni (yurdundan) çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kuruyorlardı(1) (ama) Allah da (onlara) tuzak kuruyordu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.”[14]
Fakat bize göre en önemli netice şudur: Bu ihanet darbesi ortaya çıkması MİT’in Bylock ve benzeri programları çözmesiyle, kahraman ordumuzdaki sadece FETÖ’cüler değil, bütün vatan, millet ve din düşmanları, atesitler ve hainler temizlenmiştir. Büyük bedel ödedik ve şehidler verdik; ancak mükâfatı da büyük olsaydı.
Diyebilirim ki, eğer işler yolunda gidip sadece FETÖ’cüler temzilenseydi, Avdupa ve Amerika’daki İslam düşmanları bu kadar kudurmayacaklardı ve biz de onların köopeklerini devletin içinden temizleyemeyecektik.
Bediüzzaman’ın dediği gibi:
“Musibet cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddemesidir.”[15]
Şunu belirtelim ki, kimsenin, bin sene İslâm'ın bayraktarlığını yapan bu orduyu, muvakkat ârızalarla çürütmeye ve milletin gönlündeki itimadı yıkmaya hakkı yoktur. Yüce Allah, bu milletin ordusunun kılıcını, kendi ayağına vurdurmayacaktır. Ancak bu hâdiselerin Ordumuz ve Devletimiz açısından da bazı neticeleri kaçınılmaz olacaktır. Bu neticeler, hoş olmayan bazı halleri doğursa da, devlet ve ordusu sarsılmayacak; belki bu muvakkat haller, devleti ve onun muazzam ordusunu, daha da güçlendirecektir.
Ordumuz ve Devletimiz açısından, hâdiselerin doğuracağı netice, Devleti'n ve ordunun kangren olmuş bazı yaralarının temizlenmesidir. Hem bu hâdiseler ve hem de diğer gelişmeler göstermektedir ki, Anadolu insanlarını bir arada yaşatacak ruh ve bir nevi manevî tutkal, bazı iddiaların ve Cumhuriyetin ilk yıllarındaki tatbikatın aksine, kuru bir Türkçülük değildir. Doğu'daki din kardeşlerimiz bilmeli ve herkes de dikkat etmelidir ki, bu ruh ve manevî tutkal, Kürtçülük de değildir. Bir şahsın sevgi veya nefreti de değildir. Devlet, bir şahsa muhabbet ile devlete muhabbet kavramlarını birbirinden mutlaka ayırmalıdır. Bir şahsı sevmek veya sevmemek, devleti ve onun şanlı ordusunu sevmek veya sevmemek demek değildir.
“Bu memleket insanlarının makine-i tekemmülâtının buharı diyanettir.”[16]
“Hakikaten bence, müslüman neslinden gelen bir adamın akıl ve fikri İslâmiyet'ten tecerrüd etse bile, fıtratı ve vicdanı hiç bir vakit İslâmiyet'ten vazgeçemez. En ebleh ve en sefih bile, sedd-i rasîn-i istinadımız olan İslâmiyet'e bütün mevcudiyetiyle tarafdardır; lâsiyyema siyasetten haberdar olanlar...” [17]
7-İHÂNET DARBESİ İLE RİSÂLE-İ NUR CEMAATİNİN ARASINDA İLİŞKİ KURANLAR HAKLI MIDIRLAR?
Yüzde yüz haksızdırlar. Şunu belirtelim ki, 15 Temmuz İhânet Darbesinin fırsat bilen bazı din düşmanları, münafıklar, bazı dindar gazeteler, gazetelerdeki yazarlar, diyanet ve ilahiyat canibinde yer alan bazı karanlık şahıslar, kafatasçılardan bazıları ve nihayet tarikat adı altında mehdiliklerini ilan eden bazı sahte mehdiler, sapla samanı karıştırarak, Nur Cemaati mensupları hain Fetöcüleri kasden karıştırılmak istemektedirler. Halbuki, Risâle-i Nur Cemaati, hatta Tayyib Erdoğan’a bile siyaseten muhalefet eden Yeni Asya mensupları dahi, bu ihanet hareketinin karşısında durmuşlar ve şehidler vermişlerdir. Maalesef Hükümetin yahut Hükümet bürokrasisinin içinde de yangına körükle gidenlerin olduğunu ve hatta hizmete karşı operasyon yürütenlerin bulunduğunu biliyoruz.
Bedîüzzaman, sadece nazariyat insanı değil, aynı zamanda üç devir görmüş yani mut-lâkıyet, meşrutiyet ve cumhuriyeti yaşamış bir tatbikat adamıdır. Kendi şahsî ubûdiyetini asla ihmâl etmediği gibi, başta Osmanlı Devleti ve daha sonra da Türkiye olmak üzere, bü-tün âlem-i İslamda ve hatta tüm dünyada meydana gelen siyasî ve sosyal hâdiseleri de is-lamın ulvî düsturlarına göre değerlendiren ve tesbitini İslam’a göre yapan nâdide bir dava adamıdır. Zaman, hep onu haklı çıkarmış ve aksi fikirde olanları utandırmıştır. Bedîüzzaman, ömrü boyunca müsbet hareket etmeyi düstur edinmiş; "Birkaç adamın hatasıyla yüzer adamların zarar görmesine sebeb olunamaz" demiştir. Bunun içindir ki, yapılan o kadar gaddarane zulümler esnasında bir tek hâdise meydana gelmemiş ve Bedîüzzaman Said Nursî, talebelerine daima sabır ve tahammül ve yalnız iman ve İslâmiyete çalışmayı tavsiye etmiştir. Ve bu gibi evhamların, dinsizlik hesabına, maksad-ı mahsusla husule getirildiğini herkes anlamıştır.
Bedîüzzaman’a göre, Müslümanın Müslüman bir ülkede müspet hareket etmesi, dinimizin gereğidir. Bilirsiniz ki, iki tür hareket vardır;
Birincisi, rüzgârın hareketidir ki, gürültüsü patırdısı çoktur; ancak neticeleri, bir iki direk devirmek veya baca yıkmaktan başka tarih boyunca görülmemiştir.
İkincisi ise, güneşin hareketidir ki, sessizdir, sadâsızdır. Ancak neticeleri, saymakla bitmeyecek kadar çoktur. Meyvelerin pişirilmesinden tutun, dünyanın ısıtılmasına kadar çok güzel neticeleri vardır. Ayrıca güneş, kimseden darılmaz, kimseye küsmez; kendisinden rahatsız olup da, perdesini kapatanların dahi, küçük bir delik bulduğunda, evlerinin ta içine kadar girer. Bedîüzzaman’ın tabiriyle, İslâmiyet güneş gibidir; üflemekle sönmez; gözünü kapatan yalnız kendisine gece yapar[18].
Evvela müsbet hareketi nasıl tarif ettiğine bakalım:
Müsbet hareket etmektir ki; yani kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin adaveti ve başkalarının tenkisi, onun fikrine ve ilmine müdahale etmesin; onlarla meşgul olmasın.
Müsbet hareket, Bediüzzaman’ın ilim ve irfana, tebliğ ve iknaya, muhabbet ve şefkate dayanan irşad metodudur. Bu meslek bütün müceddidlerin ortak yoludur. Hepsi, Allah Re-sulü'nden (a.s.m.) aynı dersi almış ve asırlarının şartlarına göre bu yolda yürümeğe azamî hassasiyet göstermişlerdir. Gazzalîler, Rabbanîler, Geylanîler, Mevlânalar hep bu mukaddes yolun yolcularıdır. Hepsinin ortak gayesi, insanları Hakkın rıza çizgisine çekmek, ebedî saa-detlerine vesile olmaktır. "Âlimler peygamberlerin varisleridir" hadis-i şerifine en ileri mânâsıyla mazhar olan bu kutlu zevat içerisinde Bediüzzaman Hazretlerinin hususî bir yeri vardır. Onun bu hususiyeti, asrının dehşetinden ileri gelmektedir.
Bedîüzzaman, sadece Osmanlı Devleti ve Türkiye'de değil, bütün âlem-i islamda, islama hizmet için müsbet hareketi müdafa’a eden nâdide şahsiyetlerdendir. Ona göre, Türkiye dar-ı islamdır ve islam diyarı olan bir beldede, imana ve İslam’a hizmet, ancak müsbet hareketle ve dahilî emniyet ve âsâyişi asla zedelemeden, bilakis teyid etmekle mümkündür.
Risâle-i Nur Cemaatinin hayatî prensibi şudur:
“Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlahîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlahiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz. Çünki asıl mes'ele bu zamanın cihad-ı manevîsidir. Manevî tahribatına karşı sed çekmektir. Bununla dâhilî asayişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir.”[19]
“SAKIN, SAKIN, SAKIN! ÇABUK BU ŞİMDİYE KADAR DEMİR GİBİ KUVVETLİ TESANÜDÜNÜZÜ (DAYANIŞMANIZI) TAMİR EDİNİZ VE DEVAM ETTİRİNİZ” diyen Bediüzzaman Hazretleridir.
Maalesef son zamanlarda hükümet içindeki bazı münafıklar tarafından sapla saman birbirine karıştırılmakta ve hükümet za’fa düşürülmek istenmektedir. Çok sayıda Nur talebesi, Fetöcü diye ya gözaltına alınmış ya da görevlerinden uzaklaştırılmışlardır.
Risâle-i Nur adlı eserlerinin birçok yerinde defalarca okunmasını tavsiye ettiği Meyve’nin Dördüncü Mes’elesinde II. Dünya Harbi ile ilgilenmemesinin sebebini soran talebelerine şu önemli hakikatı açıklıyor;
“Ömür sermayesi pek azdır. Lüzumlu işler pek çoktur. İnsanın çevresinde birbiri içinde çok daireler var. Kalb, mide ve cesed dairesinden tâ vatan, memleket ve dünya dairelerine kadar. Her bir dâirede insanın belli bir vazifesi var. Ancak en küçük dairede, en büyük, ehemmiyetli ve devamlı vazifeler var. En büyük dairede ise, en küçük ve muvakkat ara sıra vazifeler bulunabilir. Fakat geniş dairelerdeki küçük vazifelerin câzibedârlığı cihetiyle, insanlar ve müslümanlar, küçük dairelerdeki lüzümlu ve ehemmiyetli vazifeleri bırakıp, bazen lüzumsuz ve âfâkî işlerle meşgul olurlar.
Gerçekten her insanın ve hususan her müslümanın başına II. Dünya harbinden daha büyük bir dava açılmış ki, bir insan dünyanın servetine de sahip olsa, o davayı kazanabilmek için aklı varsa sarf edecektir. Başta 124 bin peygamber ve 124 milyon evliyânın haber verdikleri bu dava, herkesin, iman mukâbilinde, bu zemin yüzü kadar bağlar ve saraylarla süslenmiş ve ebedî olan bir cenneti kazanmak veyahut kaybetmek davasıdır.”[20].
Bedîüzzaman bir başka eserinde bu hakikatı şöyle ifade etmektedir; “Bu zamanda üç mesele var: Biri hayat, biri şerî‘at, biri îmândır. Hakikat noktasında en mühimmi ve en büyüğü iman mes’elesidir. Fakat şimdiki umumun nazarında ve hal-i âlem ilcâatında en mühim mes’ele, hayat ve şerî’at görünmektedir.”[21]
8-GÜLEN DENİLEN HÂİNİN GÜNAH GALERİSİNDEN BAZI MÜŞAHHAS NOKTALAR NELERDİR?
Geçenlerde, Cumhurbaşkanımızın kendisine “FETÖ’nün dine aykırı hallerini kitapçık halinde yazsanız” ricada bulunduğu makam sahibi bir ilahiyat Prof’u, bir özel sohbetimizde bana şunları söyledi:
“Hocam ben araştırdım. 600 CD’sini topladım. Ama Kur’an ve Sünnet’e pek aykırı tarafını göremedim.” Bunu duyunca şaşkına döndüm ve kendisine dedim ki, ben size bazılarını sayayım:
8.1 Kur’an’ın Açık Emrine Rağmen, Kur’an Ayetlerini Dünyanın Cam Parçalarına Satarak Açıkça Dine Hıyânet işlemiştir.
Bedîüzzaman’a göre muhâlefet iki kısımdır: Birincisi, ilmen ve fikren muhâlefetdir ki, Bedîüzzaman bu muhâlefeti yapmaktan asla geri durmamıştır. İkincisi ise, siyâseten ve kuvvetle muhâlefettir ki, bunun yolları siyasî parti kurmak yahut isyan etmektir ki, Bedîüzzaman bütün hayatı boyunca müsbet hareketi tercih ederek bu yolun caiz olmadığını her zaman haykırmıştır.
Bir şeyi reddetmek ayrıdır, kalben kabul etmemek ayrıdır... Ve amel etmemek bütün bütün ayrıdır. Ehl-i hükümet ele bakar, kalbe bakmaz. İdare ve asayişe ilişmeyen şiddetli muhalifler her hükümette bulunur. Hatta Hazret-i Ömer'in (R.A.) taht-ı hâkimiyetindeki Hıristiyanlar, kanun-u şeriatı ve Kur’ânı inkâr ve Peygamber Aleyhissalatü vesselam'a adavet ettikleri halde onlara ilişmiyordu. Hürriyet-i fikir ve serbestiyet-i vicdan düsturu ile Risâle-i Nur’un bir kısım şakirdleri idareye dokunmamak şartıyla, rejim ve usulünüzü ilmen kabul etmezse ve muhalif âmel etse, hatta rejimin sahibine adavet de etse, onlara kanunen ilişilmez.
Eğer başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa, her gün biri kesilse; hakikat-ı Kur’âna feda olan bu başı, zındıkaya ve küfr-ü mutlaka eğmem. Ve bu hizmet-i İmaniye ve nuriyeden vazgeçmem ve geçemem.[22]
Bedîüzzaman’ın siyâsetle olan münasebetlerini ve muhâlefet anlayışını şu ifadeleri en güzel şekilde ortaya koymaktadır:
"Ne için siyâsetten çekildin? Hiç yanaşmıyorsun?"
Elcevab: Dokuz-on sene evveldeki Eski Said, bir mikdar siyâsete girdi. Belki siyâset vasıtasıyla dine ve ilme hizmet edeceğim diye beyhude yoruldu.. ve gördü ki; o yol meşkuk ve müşkilâtlı ve bana nisbeten fuzuliyane, hem en lüzumlu hizmete mani ve hatarlı bir yoldur. Çoğu yalancılık ve bilmeyerek ecnebi parmağına âlet olmak ihtimali var.
Hem siyâsete giren, ya muvafık olur veya muhalif olur.
Eğer muvafık olsa; madem memur ve meb'us değilim, o halde siyâsetçilik bana fuzulî ve malayani bir şeydir. Bana ihtiyaç yok ki, beyhude karışayım.
Eğer muhalif siyâsete girsem, ya fikirle veya kuvvetle karışacağım. Eğer kuvvet ile ve hâdise çıkarmak ile muhâlefet etsem, husulü meşkûk bir maksad için binler günaha girmek ihtimali var. Birinin yüzünden çoklar belaya düşer. Hem on ihtimalden bir-iki ihtimale binaen günahlara girmek, masumları günaha atmak; vicdanım kabul etmiyor diye Eski Said, sigara ile beraber gazeteleri ve siyâseti ve sohbet-i dünyeviye-i siyasiyeyi terketti.
Gördüm ki: Siyaset cereyanlarında hem muvafıkta, hem muhalifte o nurların âşıkları var. Bütün siyaset cereyanlarının ve tarafgirliklerin çok fevkinde ve onların garazkârane telakkiyatlarından müberra ve safi olan bir makamda verilen ders-i Kur'an ve gösterilen envâr-ı Kur'aniyeden hiçbir taraf ve hiçbir kısım çekinmemek ve ittiham etmemek gerektir. Meğer dinsizliği ve zındıkayı siyaset zannedip ona tarafgirlik eden insan suretinde şeytanlar ola veya beşer kıyafetinde hayvanlar ola...
Elhamdülillah, siyasetten tecerrüd sebebiyle, Kur'anın elmas gibi hakikatlarını propaganda-i siyaset ittihamı altında cam parçalarının kıymetine indirmedim. Belki gittikçe o elmaslar kıymetlerini her taifenin nazarında parlak bir tarzda ziyadeleştiriyor.[23]
Bediüzzaman’a göre kendini tamamen Kur’an ve İslam hizmetine adayan ehl-i ilim ve irşâdın devlete isyân tarzında menfi muhâlefet yapmasını Kur’an kıyamete kadar yasaklamaktadır. Bu özellikle Risâle-i Nur Cemâati için geçerlidir. Aksi takdirde şu âyetin yasapına karşı gelmiş olunacaktır:
“Ve âyetlerimi, (karşılığında ne alsanız) az (düşecek) bir fiyata satmayın.”[24]
FETÖ ve arkadaşları Kur’anın bu âyetini ihlal ederek 17-25 Aralık hadiselerinden beri değil on yıllardı bu âyete muhâlefet etmektedirler. Müslüman bir memlekette, Müslümanların kanına, canına, devleti mallarına ve devletin bütün kurumlarına baş kaldırmak, bu âyete muhalefettir. Zira karşılığında, dünyanın geçici iktidarını mala ve makamlarını istedikleri açıkça ortadadır.
8.2 FETÖ’cüler 17-25 Aralık Hadiselerinden Beri, Kur’an’ın Ayetlerini Açıkça Çiğnemektedir
Başta açıklaığımız gibi, 17-25 Aralık hadiselerinden beri, FETÖCüler tamamen Kur’an’ın şu emrine açık muhâlefet etmektedirler:
“59-Ey îmân edenler! Allah’a itâat edin; peygambere ve sizden olan ülü’l-emre (emir sâhibi idârecilerinize) de itâat edin! O hâlde bir şey hakkında ihtilâfa düşerseniz, Allah’a ve âhiret gününe îmân ediyorsanız, artık onu Allah’a ve peygambere arz edin! Bu hem hayırlı, hem de netîce i‘tibârıyla daha güzeldir.”[25]
Dolayısıyla 17-25 Aralık’tan beri yaptıkları açıktan bu âyete muhalefettir ve devlete isyândır. Bediüzzaman’ın 31 Mart isyanında isyancılara söylediklerini herhalde FETÖcülwer asla okumamışlardır:
“Sağlam dindar, hakperest ulü-l emre itaat farzdır. Sizin ulü-l emriniz, üstadınız; zabitlerinizdir. Nasılki mahir mühendis, hâzık tabib bir cihette günahkâr olsalar, tıb ve hendeselerine zarar vermez. Kezalik münevver-ül efkâr ve fenn-i harbe aşina, mektebli, hamiyetli, mü'min zabitlerinizin bir cüz'î nâmeşru hareketi için itaatınıza halel vermekle Osmanlılara, İslâmlara zulmetmeyiniz! Zira itaatsizlik yalnız bir zulüm değil, milyonlarca nüfusun hakkına bir nevi tecavüz demektir. Bilirsiniz ki, bu zamanda bayrak-ı tevhid-i İlahî sizin yed-i şecaatinizdedir. O yed'in kuvveti de itaat ve intizamdır. Zira bin muntazam ve mutî asker, yüzbin başıbozuğa mukabildir. Ne hacet, yüz sene zarfında otuz milyon nüfusun vücuda getirmediği böyle pekçok kan döktüren inkılabları siz itaatınızla kan dökmeden yaptınız.”[26]
“Evet Kur'an-ı Hakîm'de, Yahudi ve Nasranilere başta benzememek için ona dair âyet olduğu gibi, يَا اَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اَطِيعُوا اللّهَ وَ اَطِيعُوا الرَّسُولَ وَ اُولِى اْلاَمْرِ مِنْكُمْ âyeti, ulü-l emre itaati emreder. Allah ve Resulünün itaatine zıd olmamak şartıyla, o itaatin emir kuluyum diye hareket edebilir.” [27]
8.3 Fetöcüler, Diyalog Noktasında İslam’ın Temel Esaslarını Çiğnemişlerdir
Kur’an-ı Kerim’de ehl-i kitâb olan gayr-i Müslimler ile diyaloga müsâde edilmiştir. Ancak mülhidler, ateistler, gaylar, Şintoistler ve benzeri müşriklerle diyaloga asla müsaade edilmemiştir.
“46-İçlerinden zulmedenler hâriç, ehl-i kitabla ancak o en güzel olan (sûret)le mücâdele edin ve deyin ki: “(Biz,) bize indirilene de size indirilene de îmân ettik; bizim İlâhımız da sizin İlâhınız da birdir ve biz ancak O’na teslîm olanlarız.”[28]
“İslam’dan taviz vererek İslâm’a hizmet etmek mümkün değildir” düsturu, Nur Cemaatinin ve bütün Müslümanların hayat düsturudur. Zira yeri gelince, mesela şapka kanunu münâsebetiyle,
“17 milyon değil, belki 7 milyon da değil, belki rızâsıyla ve kalben kabulüyle ancak yedi bin Avrupa-perest sarhoşların kıyâfetlerine, ruhsat-ı şer’iyye ve cebr-i kanunî cihetiyle girmektense, azimet-i şer’iyye ve takvâ cihetiyle, yedi milyar zatların kıyâfetine girmeyi tercih ederim. Divanelerle ciddi konuşmak dahi bir divanelik olmasından, sizin gibilerle konuşmayı terk ediyorum”[29] demekten çekinmemiştir.
Şu sözleri nasıl İslâmî manada diyaloga sokabilirsiniz?
“Haçlının ülkenizi işgal etmesi, çok tehlikeli değildir; çünkü sizin ve onların arasında kırmızı çizgiler vardır. Bir kere onlar, sizin kadınlarınıza kızlarınıza ilişmezler, mâbedinize ilişmezler; ilişmemiş Haçlılar."[30]
Bu alçak adam, herhalde Haçlıların İstanbul, Anadolu ve Kudüs yollarında ne tahribatlar yaptıklarını da bilmemekte yahut çarpıtmaktadır.
FETÖ grubunun İslam’a açıktan aykırı olan hareketleri saymakla bitmez. Başörtüsü ile alakalı açıklamaları Kur’an âyetlerini çiğnemek demek olduğu gibi, son ihânet darbesi ise, yukarıda açıkladığımız üzere yine Kur’an ayetine açık ve seçik muhalefettir.
9-DİYALOG İLE ALAKALI BEDIÜZZAMAN’A SIÇRATILMAK İSTENEN ÇAMURLARA BELGELERLE CEVAPLAR
Bir belgesel veya YouTube videosunda, ya cehaletlerinden ya da Nura düşmanlıklarından dolayı, son fitne hadisesini de fırsat bilerek Bediüzzaman ile fitne başı Gülen’i aynı kefeye koyan bazı hezeyanlar yayınlanmıştır. Hata ve yalanlarla dolu bu iddiaları çürütmek bizim vazifemizdir.
Bediüzzaman Hazretleri, Papa’ya mektup falan göndermemiştir. Tam tersine Hz. Muhammed’in peygamberliğini isbat eden Zülfikar Mecmuası adlı eseriyle tevhidi isbat eyleyen Asasy-ı Musa kitabını 1951 yılında Papa’ya göndermiştir. Kaldı ki, Bediüzzaman’ın “İslam’dan taviz vererek İslam’a hizmet edilmez” düsturu hayat prensibidir. Bediüzzaman’ın şu sözlerini önceden hatrırlatmak istiyoruz:
“Nasraniyet, ya intifa ya ıstıfa bulacak. İslâm'a karşı teslim olup terk-i silâh edecek.” Sözler ( 703)
“Dinsiz bir millet yaşamaz. Asya, din noktasında Avrupa’ya benzemez. Ve İslâmiyet, hayat-ı şahsiye ve uhreviye cihetinde Hıristiyanlığa uymaz. Ve dinsiz bir müslüman, başka dinsizler gibi olmaz.”
“Ben ise bütün Avrupa'ya boykot yapıp, yalnız memleketimin mamulâtını giyerim”
“Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın şahsiyet-i maneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlahiyenin semasından nüzul edecek; hâl-i hazır Hristiyanlık dini o hakikata karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslâmiye ile birleşecek; manen Hristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılab edecektir. Ve Kur'ana iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı manevîsi tâbi' ve İslâmiyet metbu' makamında kalacak; din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet b
- 0SEVDİM
- 0ALKIŞ
- 0KOMİK
- 0İNANILMAZ
- 0ÜZGÜN
- 0KIZGIN
Yorum Yazın