Dergilere günlüklerle bakmak

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
0
Kendisine kitaplardan, yazdıklarından, dostluklardan oluşan bir dünya kuran ve hiç şüphesiz “öykünün bir kader gibi” sarıp sarmaladığı...

Geçmişin dergileri, uzman olan olmayan pek çok kişinin de ilgilendiği popüler bir konu olmaya doğru hızla ilerliyor. Koleksiyonların derlenmesi, eldeki mükerrer nüshaların takas edilmesi veya hatıraların yâd edilmesi gibi pratikler dar anlamıyla bu artışın tezahür ediş şekillerinden sadece birkaçı. Gazeteciler, biyografi yazarları, popüler kültür tarihçileri, akademisyenler, siyaset bilimciler gibi bazı profesyoneller de sık sık dergileri konu ediniyorlar. Birbirinden farklı amaçları olan aktörlerin dergiciliğe duyduğu ilgi, son birkaç yıllık siyasî kavgayla birlikte biraz daha belirginlik kazandı. Bu gündeme geliş tarzının tabiatının yergi ve harcama siyasası olmasından dolayı, siyasî ve fikrî muhtevalı İslâmcı dergiler, yalnızca adlarının hatırlanma sıklığı açısından diğerlerinden birkaç boy öne çıktı.

Akademik birikime katkı yapanlarınsa gene fikrî dergiler ekseninden hareketle, siyasî gelişmelerle bağlantılı olduğu ölçüde ve İslâmcıları entelektüel bakımdan yere serme stratejisinin bir parçası olarak dergileri ancak taktiksel bir hamleye imkân tanıyıp payanda olduğu ölçüde hatırladıklarını görüyoruz. Popüler kültür araştırmacıları, siyaset ve toplum bilimcilerin dergilerdeki görsel malzemenin kendi disiplinleriyle ve uzmanlık alanlarıyla bağlantılı konulara ışık tuttuğu durumlarda dergiler üzerine de yazılar kaleme aldıklarını biliyoruz. Buna rağmen, dergilerin biçimsel ve tipografi açısından hatta “ikonografi” yönelimli okumalara tabi tutulamadığı da bir gerçek. Tüm bunlar çeşitli disiplinlerin dergiciliğe duyduğu ilgiyi gösteriyor olabilir ama bu ele alış biçimlerinin karakteristik vasfı 1990’larla sınırlı olduğundan, nedense fikrî ve edebî geleneklerin oluşumu, dönüşümü ve kırılmaları konusunda birtakım bağlantılar kurmayı imkân tanıyarak dergileri takip eden kitlenin genişlemesini sağlayan 1970’ler ve sonrasının detaylarında birikenleri ihmal etmektedirler.

1970’LER VE SONRASINI TARİHSELLEŞTİRMEK

Kabul edilmelidir ki, mütedeyyin çevreler açısından 1970’ler, dergiler ve dergi formunu andıran gazeteler etrafında yeni kuşak yazarların teşekkül etmeye başladığı pamuk ipliğine bağlı eski bağlılıkların kopuşuna ve sonra yeniden bağlanışına şahit olunan yıllardır. O yüzden İslâmcı dergi denildiğinde hele bunun mahiyeti söz konusu olduğunda bugün uzlaşmadan çok uzağız. Bu durum, tutarlı bir araştırma çizgisi noktasından ya da dergiler mirasının mahiyetiyle ilgilenenlerden dergiciliğin tezahür edişinin tarihiyle ilgilenen akademisyenlere kadar çeşitlilik gösteren kişilerin çalışmalar bütününe bakıldığında daha iyi fark edilecektir.

Bahsettiğimiz dönemden itibaren bireysel sanatçıların ve düşünürlerin oluşturduğu yeni öbekler yahut kadrocu bir anlayışla yola çıkan çevrelerin dergileri birtakım yenilikler yapmayı hedeflediğinden haliyle ciddi tartışmalar ve her şeyden önemlisi hüsranları barındıran ayrılıklar vuku bulmuştur. Yayın hayatına katılan dergiler, günümüzün edebiyat ve düşünce ortamında kısmen de olsa geçerliliğini sürdüren bir tarihyazımı şeklini de oluşturmuştur. Tereddütsüz husumetlerin belirtilerini araştırma, belki de dönüşüm ve kargaşaya dönüş noktasında bize dergiler dünyasının işleyişine ilişkin bir içgörü kazandıracak metinler arasında günlük, mektup, hatıra gibi bireysel hayatı doğrudan ilgilendiren türler kendilerini ilk sırada kayda değer bir yer bulacaktır.

Elbette söz konusu yılların bir kargaşa durumuna işaret ettiği görüşüne katılmayabilir, yazar ve şairlerin şahsî hayatını konu alan metinlerinin apayrı ufuklar sunabileceği görüşünü ilginç bulmayabiliriz. Yine de dönemi kavrama arzusunda olanların dergiciliğin yıllar içerisinde fikir, sanat ve ilişkiler açısından nasıl bir değişim gösterdiğini ve bunun nedenlerine eğilme gereği duyacaklarını göz ardı edemeyiz. En azından yeni yaklaşımlar geliştirmek ve karşılaştırmalı yeni araştırma alanları ortaya çıkarmak ve dergi incelemelerinin bir tarihsel alan olabilecek şekilde sistemleştirilmesine yönelik başlangıçların günlüklere çok şey borçlu olacağını ifade edebiliriz ki, bu aynı zamanda uzun süredir üzerinde konuşulan kültürel dünya konusunda birtakım özgül güçlükler de çıkaracaktır.

Günlüklerin içinde dergiler açısından hangi bilgiler saklıdır, diye sorulabilir. Ne zaman ve nerede var olduğuna bağlı olarak günlüklerde neler birikmiştir? Günlükler geçmişe nasıl ışık tutar? Geçmişin bir izi olarak nasıl var olur? Bunlar, günlüklere dergiler cihetinden yaklaşıldığında soruşturmanın merkezinde yer alacak olan kalıcı sorulardır. Elbette bu kalıcı sorular, günlükler ve dergiler üzerine çizdiğim resmi tümden imkânsız kılmaz. Sözgelimi Recep Garip’in biyografik denemelerinden oluşan Yedi Bilge Yedi Güzel Adam kitabının son kısmı bahsettiğimiz yaklaşım açısından göz ardı edilemeyecek bilgiler sunar. 1970’lerin düşünce ikliminin oluşmasında ve yerleşmesinde etkili olan süreli yayınlarından Düşünce dergisi ve yayınları ile ilgili satırların yer aldığı bu kısım, bu dergiyi çıkaranların fedakârlıkları açısından mutlaka hatırlanması gereken günlüklerdendir.

Kendisine kitaplardan, yazdıklarından, dostluklardan oluşan bir dünya kuran ve hiç şüphesiz “öykünün bir kader gibi” sarıp sarmaladığı isimlerden Necip Tosun’un Post Öykü’de ve sosyal medyada yayımladığı günlükleri bu açıdan ele alınmaya son derece müsait olmasına karşın hak ettiği ölçüde gündeme gelmedi. Oysa bu metinler, dergilerdeki, bürolarındaki karanlıkta kalmış, unutulmuş, küllenmiş yaşanmışlıklar üstüne bir ışık halesi düşürerek süreli yayın habitusunun yani buradaki faillerin algılama, hissetme, düşünme ve davranma şemalarının kültür dünyasındaki belirleyici konumlarını daha farklı bir şekilde düşünmeyi sağlayacak evsaftaydı. Kültürel miras namına mübarek bir eylemin hasılası olan günlükler, sadece 1970’ler ve sonrası açısından değil, aynı zamanda daha önceki kuşaktan sözgelimi Sezai Karakoç’un edebiyat yolculuğu ve dergi yayıncılığı için kapsayıcı bir bakış açısı geliştirmeye katkı sunan anı kırıntılarını da içermekte. 21 Haziran 1985 tarihli günlükteki şu satırları okuyalım:

“Sonra Ahmet bir anısını anlatıyor. Turan ve Ahmet Kekeç, Sezai Karakoç ile dolaşırken, “Abi,” derler, “Yazmak konusunda bize söyleyecek bir şeyin var mı?” Sezai Karakoç cevap verir: “Eğer geleneksel bağlardan (Anne, baba, eş) kopamayacaksanız sefalet içinde yaşamaya razı olmayacaksanız şimdiden bırakın bu işi.”

Necip Tosun, Post Öykü’nün ikinci sayısında “Öykücünün Günlüğü” başlığı altında yer alan ilk günlüğünde edebî bir kaygıyla hareket etmeden 1981 sonrasında yaşadığı her şeyi günlüklerine kaydedeceğini belirtiyor. Basit bir şekilde ifade etmek gerekirse, Tosun, 1980’lerden itibaren tecrübelerini ve okuma birikimini damıtmaya ve bunu kendi zamanının ve geleceğin öykü yazarlarına iletmeye çalışıyor. Günümüzden bakarak Tosun’un izlenimlerine ve bazen “sertleşen” retoriğine etki eden tüm gelişmeleri dikkate almamız mümkün değil. 1980’lerin ilk yarısında Aylık Dergi faslı epey yer tutuyor günlüklerde. 2 Nisan 1982 tarihli günlük dergilerin hazırlık süreçleri, yayımladıkları metinlerin dizgisinin nasıl yapıldığı üzerine bilgiler sunuyor:

“Cemal Şakar ile birlikte Aylık Dergi’deyiz. Derginin şiir özel sayısının hazırlıkları var. Soruşturma cevaplarını daktilo ediyorum. Cafer Turaç’ın cevabını daktilo ettim. Yaşar Kaplan’la birlikte tüm cevapların tashihlerini yapıyoruz. Yaşar Kaplan dil bilgisi dersi veriyor âdeta. Bana yazıp yazmadığımı soruyor. Ben de sadece GÜNLÜK yazdığımı söylüyorum. Öğle yemeğimiz, çay, helva, yoğurt ve zeytin.

Üzeyir Sali geliyor ve “Mavera’da Şiir” adlı incelemesini getiriyor. On yedi sayfalık bir yazı. Kaplan “Tez mi hazırladın kardeşim” diyor. Hemen bir göz atışta dil bilgisi hataları buluyor ve nazikçe söylüyor. Üzeyir ise, “Abi yazıyor, yazıyor öyle bir yere geliyorum ki hangi dil bilgisi işaretini kullanacağımı şaşırıyorum, bu işaretler bana yetmiyor” diyor. Geç saatlere kadar dergi hazırlıkları sürüyor.”

Dergilerin çeşitli edebî ve fikrî kökenleri olduğu düşünüldüğünde, dergilerin analizinde birçok farklı perspektifin ortaya çıkmasında şaşırtıcı bir yan olmasa gerek. Dönemin birbirine zıt temayüllerini belirgin kılan dergiler hakkında Necip Tosun’un en azından Post Öykü’de yayımlanan günlüklerini nazarı itibara alırsak şimdilik kayda değer bir şey olmadığını varsayabiliriz. Sözgelimi Aylık Dergi ile zıt kutuplarda yer alan Yönelişler dergisinden bahsedilen günlükte Necip Tosun’la Cemal Şakar’ın bu derginin Ankara dağıtımını yapacaklarını öğreniyoruz fakat bunun ötesine geçen izlenimler yer almıyor. Elbette günlük yazarı bizim arzularımız ya da beklentilerimize göre yazmaz; yaşadıklarından seçtiklerini yahut kaydedilmeye değer olanları yazar. Muhtemelen günlükler kitap şeklinde okuyucuyla buluştuğunda, 1980’lerin ilk yarısında dergilerin kavranışı üzerine yayımladığı eleştiri ve söyleşilerle özgül olma vasfı hayli öne çıkan ve hısımlarını önemli ölçüde kaybeden Aylık Dergi özelinde birtakım “mahrem” izlenimler, tanıklıklar da ortaya çıkabilecektir. Günlüklerden Tosun’un, Aylık Dergi’nin ses getiren şiir özel sayısının dizgisi için epey emek harcadığını öğreniyoruz. Ayrıca Cemal Şakar’ın ısrarıyla dersleri astıkları günlerde sürekli uğradıkları mekânlar arasında Aylık Dergi bürosu öne çıkıyor.

GÜNLERİN VE DERGİLERİN UĞULTUSU

Edward Halet Carr, 1961 yılında kaleme aldığı Tarih Nedir? adlı kitabında geçmişe ilişkin sıradan bir olgunun tarihi bir olguya dönüşümünü ele alırken, kafalarda dolaşan fikirlerin uğultusundan bahseder. Carr’a göre tarihi olgular cihetinden geçmişe bakan öznenin, dimağında hiçbir uğultu meydana gelmiyorsa o kişi kötürüm bir kişi olarak görülmeyi hak etmiştir. Bu çerçeveden, geçmişteki dergileri anlamak ve değerlendirmek, buradaki münasebetleri belirgin kılmak ve bunların neticeleri hakkında tahminlerde bulunmak için şahsî kayıtlara ihtiyaç olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle dergiler konusundaki tutumlar bahis konusu olduğunda şahsî kayıtların önemi kendiliğinden bir kat daha artmaktadır.

Necip Tosun’un yayımlanan günlükleri, yazarlık serencamı, dahası öykü türüne, kuramına ve eleştirisine ışık tutması açısından kayda değer hususiyetler arz ediyor. Onun, kendi ilgileri hakkında bir dizi şahitlikte söz konusu, öykü türünün eleştirel kategorilere göre sistemleştirilmesinde gündeme gelen birçok okuma stratejisi muhakkak dikkate alınmalı. 10 Mart 1983 tarihli günlüğün, ilk öyküsünün yayımlanmasının ardından kaleme alınmış olması sebebiyle kalıcı bir ayna işlevi gördüğü açık:

“İlk yazım, ilk öyküm; ismini, yazdıklarımı, duygularımı basılı bir hâlde ilk görüşüm. Aylık Dergi Mart 1983 Sayı 52’de “Yangın” adlı öyküm yayınlandı. Tuhaf bir duygu. Dergiyi karıştırıyorum, isimlere bakıyorum ama yazdıklarımı baştan sona okuyamam. Ahmet Kekeç, Selim Erdoğan, Ali Sali, Cemal Şakar, Necip Tosun… Ahmet Kekeç’te var, Cemal Şakar da… İnsan yazarların arasında kendi adını görünce artık yazar olduğuna/olabileceğine inanabiliyor. Dergi hep yanımda. İnşallah iyi bir başlangıç olur. Mavi yazılı kapağına bakıyor, rastgele açıyorum, tekrar kapatıyorum. Bir kapak içinde duygularımın, emeğimin dizili olduğuna inanmak istiyorum.

Bu öykü buraya, günlüğe arka arkaya yazdığım öykülerden bir tanesi. Neredeyse hiç değiştirmeden yayınlandı.”

1983’ten sonraki günlükler, dergiler yanında dönemin şairlerini, edebiyatçılarını, karşılaşmalarını, fedakârlıklarını, okuma ve paylaşma serüvenlerini hatta dönemin bürokrasisindeki bazı durumları daha iyi anlayabilmenin yollarını gösterir. Gelgelelim bu göstermenin aynı zamanda kurucu kişiliklerin ve dergilerin karşıtlıklarından kaynaklanan genel sorunları yansıtacağı da açıktır. En iyisi biz bürokrasi faslına girmeden fedakârlığın, hakikate, iyiliğe adanmanın nişanesi olan 3 Şubat 1984 tarihli günlüğe bakalım:

“Aylık Dergi’ye çıkıyorum. Çoğunlukla olduğu gibi ya kapalıdır ya kimse yoktur diye düşünürken dergi açık ve içeride Hicabi Kırlangıç var. Hicabi ile ilk kez karşılaşıyoruz. Sevimli, pırıl pırıl, şair bir arkadaş. “Yeni çıkan kitaplar gelecek onun için bekliyorum” diyor. Ben de onunla beklemeye başlıyorum. Şiirden, dergilerden konuşuyoruz. İsmet Özel’in son kitabını görüp görmediğini soruyorum. “Gördüm” ama “almadım” diyor. Ama ben bir şair olarak o kitabı benden daha çok istediğini hissediyorum. O dışarıya çıktığında Zor Zamanda Konuşmak’ı çantamdan çıkarıyor, “Hicabi’ye, tanışma günümüzün anısı için” notunu düştükten sonra masaya bırakıyorum. O ara Recep Yumuk da geliyor dergiye. “Kitap bekliyoruz” deyince o da beklemeye başlıyor. Nihayet yeni çıkan kitaplar koliler hâlinde dergiye geliyor. Arkadaşlarımın kitapları… Necati Polat’ın Kalender isimli şiir kitabı, Mehmet Ay’ın Yol, Yağmur ve Hüzün adlı öykü kitabı. Hep beraber kitapları içeri taşıyoruz. Sonra Recep Yumuk’la dergiden çıkıp Zafer Çarşısı’na doğru giderken parmaklarımı kesen koli iplerinin acısını yeni yeni hissetmeye başlıyorum. Parmaklarıma bakıyorum. İp oturmuş parmaklarıma, kırmızı, derin izler.”

Aylık Dergi bürosundaki iş akışını, dağıtım uygulamalarını belgeleyen ve bunlar etrafındaki dostlukları özetleyen satırlar bunlar. Aradan otuz küsur yıl geçtiği düşünüldüğünde, o dönemin dergi ortamının çağrıştırdıklarının günümüzün “profesyonellerine” fazla bir şey ifade etmesini bekleyemeyiz. Yine de geçmişin dergiciliğine, yazarlarına yön veren bu tür münasebetler kaydedildiği ölçüde, ilgili alanların kültürel tarihinin yazımı tek yönlülükten kurtularak büyük bir çeşitlilik gösterebilir. Öykünün sorunları ve diğer edebî türler üzerinde kafa yormaya devam eden Necip Tosun, Türkçede öyküye dair ne varsa yutarcasına okumaktadır bu yıllarda. Bu çerçevede inşa ettiği bir denemesi üzerine Yaşar Kaplan’la konuşur fakat birtakım sorunlar da yok değildir. 1984 Nisanına rastlayan günlükler buna işaret eder:

“Yaşar Kaplan’a uğruyorum. “Öykünün Onuru” adlı denemem üzerine konuşuyoruz. Bana Recep Seyhan’ın da Aylık Dergi’de yazacağını söylüyor. Geç vakitler Kaplan bana karşı tavrını açıkça söylüyor. Bizi boşlukta gördüğünü, safımızı seçmemiz gerektiğini yani mürit olmamızı istiyor. Yani ya Aylık Dergi’de olacağız ya da… Bir öykücünün öyküsü onun karakterini yansıtır. Başka türlü yazamadığı için öyle yazmaktadır. Bu anlamda bir yazara nasıl yazacağını dayatmak beyhude bir çabadır. Yaşar Kaplan’la soğuk savaşımız sürüyor. Dergiden çıkıyorum, moralim bozuk. Yağmur, delik ayakkabı, saatlerce hükümet tabipliğini arama… Yaşar Kaplan’la Akabe’de karşılaşıyoruz. Dilediğim bir öykü kitabını seçmemi istiyor. James Joyce’un Dublinliler’ini seçiyorum. Hediye ediyor.”

Tabii olarak bu satırlara yansıyan bazı hususiyetler, bizleri 1980’lerin ortalarından itibaren Aylık Dergi’nin yaşadığı zorlu süreç, ayrılıklar ve Bu Meydan dergisinin çıkışına kadar uzanan zaman dilimi üzerine düşünmeye götürür. “Safını seçmek” ifadesiyle parantez içine alınan “kuralları katı ve esneklikten uzak” ilişki şekli aslında birtakım kopuşları hızlandıran bir etki oluşturmuştur. Necip Tosun, sonraki günlere dair kayıtlarında Mavera dergisi ile bu dergiyi çıkaran kadrodan Rasim Özdenören, Erdem Bayazıt ve Cahit Zarifoğlu’ndan bahseder. Belki bu Aylık Dergi’yi izleyen/kotaran kuşağın giderek daha ince oranları beğenmesiyle de ilgilidir. 1987’den Haziran’ından itibaren hangi dergide olacağına karar vermiştir. Artık öyküde ve Mavera’da sebat edecektir. Necip Tosun, 1990 yılının Kasım ayında, çıkış yazısı bakımından edebiyat dünyasında şecere oluşturmanın nasıl bir şey olduğunu ortaya koyan Kayıtlar dergisine, kadrosuna ve anlayışına yer verir günlüğünde. Tosun, daha ince kavramsal ve kategorik ayrımları ortaya çıkarmak için bir başlangıç noktası işlevindeki çıkış yazısından yola çıkar. Derginin kendine has niteliklerini şu şekilde betimler:

“Yeni bir dergimiz oldu ne güzel! Çıkış yazısında “Yazılarıyla ve emekleriyle Kayıtlar’ı oluşturanlar, kendilerini, Büyük Doğu ile başlayan, Diriliş, Edebiyat ve Mavera’yla devam eden ‘sanat ve düşünce dünyasında içinde bize ait olanı ihya etme’ geleneğinin mirasçısı sayıyorlar.” deniliyor. Sahipliğini Yusuf Ziya Cömert yapıyor. İlk sayısında Hasan Aycın, Hüseyin Atlansoy, Cafer Turaç, Mehmet Maraşlıoğlu, Ömer Lekesiz, Ramazan Dikmen, Cemal Şakar, Cemil Çiftçi yer alıyor. (…)

Dergi ağırlıklı olarak Ramazan Dikmen’in anlayışını, ilişkilerini yansıtıyor. Dergi çıkmadan önce görüşmüştük kendisiyle. Ama çalışmam yoktu, bu sayıya yazı veremedim. Ramazan ile dergi çıktıktan sonra Kızılay’da görüştük. Bazı yanlış anlaşılmaları giderdik. Ramazan senin “duygulu, içtenlikli öykülerin Kayıtlar’da olmalı” dedi. Bol bol da Ahmet Kekeç’in adı geçti. Gelecek sayı için bir öykü verdim. Kayıtlar, kalıcı, iyi bir dergi olacak. Zaten ortada büyük bir dergi boşluğu var. Kayıtlar bunu dolduracak.”

Son tahlilde, 1970’ler sonrası olarak anabileceğimiz takriben kırk beş yıllık bir zaman diliminde dergiciliğin oluşma, toplanma ve yayılma yolunu şekillendiren belirleyici aktörlerle temel sorunlardan bazılarını ele almayı içeren kavrama sürecine günlüklerin son derece önemli katkısı olacaktır. Bu yüzden Necip Tosun’un günlükleri fasılasız (ve “sansürsüz”) bir şekilde kitaplaştırıldığı takdirde, sadece öykü kamusu açısından değil, çardak kuşları gibi komşu türlerden bir şeyler alma ve her şeyden öte, kendi mirası üzerinde tek sesli aktarımların ötesinde bir şeyler öğrenme usulünü benimseyenler açısından da öğretici olacaktır. Dolayısıyla bu tür metinlerin sayısının artışı, dergicilik alanındaki aktörleri, ilişkileri ve elbette sorunları daha derinlikli bir şekilde ele alma niyetiyle yola çıkan çalışmaları yönlendirerek daha vasıflı kılabilecektir.

Asım Öz/ Dünya Bülteni - Kültür Servisi

 
Anahtar Kelimeler:

  • 0
    SEVDİM
  • 0
    ALKIŞ
  • 0
    KOMİK
  • 0
    İNANILMAZ
  • 0
    ÜZGÜN
  • 0
    KIZGIN
PKK çocukları 100 lira ile kandırıyorÖnceki Haber

PKK çocukları 100 lira ile kandırıyor

Anonymous'tan provokatif kararSonraki Haber

Anonymous'tan provokatif karar

Yorum Yazın

Başka haber bulunmuyor!