Allah, Hz Peygamber haram demedikçe, din adamının bu haramdır deme hakkı yoktur
Mehmet Görmez: Allah haram demedikçe, Hz. Peygamber haram demedikçe herhangi bir din adamının bu haramdır deme hakkı yoktur. Anadolu'da bu mübah bir şeydir dendiği için zannediyorum Türk Kahvesi denmesinin sebebi helalliği ve mübahlığını Türklerden almış olmasından. Dördüncü Murat'ın kahvehaneleri denetlemesinin sebebi zannediyorum ki 'kahve haramdır' fetvasından kaynaklanıyor. Din tarihinde bir şeye helal ve haram denmesi için verilebilecek örneklerden biridir
Babasının ilim hasretiyle yanan bir adam olduğunu ve çocuklarını da ilim üzere yetiştirdiğini anlatan Görmez, eşi ve annesiyle ilgili Neşet Ertaş'ın şu sözünü hatırlattı: "İki büyük nimetim var biri anam biri yarim. Biri var etti beni biri yar etti beni."
Gündemin gerilimli konularından uzak hayatın içinden sorularla, hem konukların hem Türkiye'nin hikayesiAyşe Böhürler'in sunduğu Türk Kahvesi ile ekrana geldi.
Kahvenin diyarı Yemen'i unutmamak lazım
"Allah haram demedikçe, Hz. Peygamber haram demedikçe herhangi bir din adamının bu haramdır deme hakkı yoktur. Anadolu'da bu mübah bir şeydir dendiği için zannediyorum Türk Kahvesi denmesinin sebebi helalliği ve mübahlığını Türklerden almış olmasından. Dördüncü Murat'ın kahvehaneleri denetlemesinin sebebi zannediyorum ki 'kahve haramdır' fetvasından kaynaklanıyor. Din tarihinde bir şeye helal ve haram denmesi için verilebilecek örneklerden biridir.
Bilhassa şu sıralar herkes kahvesini yudumlarken, kahvenin diyarını Hz. Peygamber'imizn 'iman Yemenli'dir' dediği Yemen'i unutmamak lazım. Bugün bütün insanlığın vicdanını kanatacak yaralar açıldığı halde adı konmuş bir Şii ve Selefi savaşı yaşanıyor. Ben milletimizin Yemen için bir şey yapması gerektiğini düşünüyorum.
Gözün nuru, kalbin süruru çocuklar
Kur'an-ı Kerim'in çocuklar için kullandığı iki ifade var biri gözün nuru biri kalbin süruru. İnsan çocuk da bunu yaşıyor ama torunda bunu, biraz da torun sahibi olunca insanın dünyayla ilişkisi azalıyor o yüzden farklı oluyor.
Babam 'siz ilim adamı olacaksınız' derdi
Babam okuma yazma bilmeden askere gider fakat askerden ilim sahibi olarak döner. Toroslar'da bir jandarma olarak görev yapar. Zaman zaman kaçarak imamdan ders almaya başlar. Komutan bunu fark eder ve gayesini sorar. Der ki, madem bu kadar isteklisin ben sana her gün ders vereyim der. Bizim evde şeyhlerden alimlerden çok baş gedikli daima konuşulurdu. Babamda geç ilimle tanışmış olma nedeniyle bir ilim hasreti vardı. Biz dünyaya gelmeden bir ilim planı yapmıştı. Çocukluktan itibaren 'siz ilim adamı olacaksınız' derdi. İlimle geç tanışmış olmasının bir ızdırabı vardı içinde.
"Her insan annesinin eseridir"
Baba önemlidir ama Peygamberimiz üçüncü sıradan sonra babayı zikretmiştir. Önce annen, annen, annen demiştir. 11 yaşımdan itibaren ben hep annemden uzakta yaşadım. Uzak yerlerde yatılı okudum buna rağmen her insanın mayasını yoğurmada annenin sözü yadsınamaz.
Eşim Hatice Hanım, bir eşin yol arkadaşının eşine kazandıracağı her şeyi veren bir yol arkadaşı. Aynı zamanda ilimde de yol arkadaşım oldu. 3 çocuğu okula gönderdikten sonra üniversite sınavına girdi. Ben üniversitede asistanken gelip talebe oldu bana. Biz her şeyi birlikte yazmaya çalışmaya başladık. Benim yazdığım yazılarda kimse bilmez ama hep bir müdahalesi vardır. Hz. Ayşe'nin Kur'an tefsirine katkıları üzerine bir yüksek lisans yaptı. Tüm gecikmeleri de benden dolayı olmuştur, sonrasında doktora yaptı.
'İki büyük nimetim var; biri anam biri yarim'
Peygamberimiz (as), "hayırlınız kadınlara ve kızlara hayırlı olandır" der. Merhum Neşet Ertaş'ın çok güzel bir türküsü vardır: İki büyük nimetim var biri anam biri yarim. Biri var etti beni biri yar etti beni. Nimet kelimesi Türkçe'ye çok eksik geçmiştir. Allah'ın kullarına nasip ettiği tüm faziletleri kapsar. Her insanın hayatında anne ve eş büyük bir nimettir.
Hep ilim peşinde olmayı istedim. Asli işimiz bilgi üretmek, bilgi peşinde koşmak. Her gün bir şey öğrenmek.
Prof. Dr. Mehmet Görmez eşini ve annesini Neşet Ertaş'ın o sözüyle anlattı
Ayşe Böhürler'in sunumuyla ekrana gelen Türk Kahvesi'nin bu haftaki konuğu İslam Düşünce Enstitüsü Kurucusu Diyanet İşleri Eski Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez oldu. Görmez, eşi ve annesiyle ilgili Neşet Ertaş'ın şu sözünü hatırlattı: 'İki büyük nimetim var biri anam biri yarim. Biri var etti beni biri yar etti beni.'
Müslümanların İslam’ın temel kaynakları üzerinden Kur'an ve sünnet üzerinden bu şekilde tartışma ve ayrışmaları usulü kaybetmekten kaynaklanıyor. Ve bu kabul edilebilir bir şey değildir, doğru değildir.
Öncelikle hadis kaynakları modern zamanlara kadar sadece ilim adamlarının okuduğu kitaplardı. Ve onların yönetimindeydi.
Vaaz ve irşat eksenli derlenmiş riyazussalihin gibi kitaplar okullarda ama Buhari Müslim Ahmed bin Hanbel'in Müsnedi, Tirmizi ve Ebu Davut gibi büyük büyük eserler halk kitleleri nezdinde bilinmiyordu.
Matbaa ile birlikte bunlar yavaş yavaş neşredilmeye başlandı. Neşrin ötesinde bütün dillere tercüme edilip basılmaya başlandı.
Bu külliyat eğer yekun olarak hesaplanırsa 250 bini aşkın rivayettir. Ama tekrarları çıkarırsanız 20-30 bin civarındadır.
Biz her hadisi bir isnat kabul ettiğimiz için 250 bini aşkın rivayetleri ihtiva eden devasa bir külliyat var. Bu külliyatı anlamak için çok ciddi bir birikime sahip olmak gerekiyordu.
Üstelik bu kitaplar yayınlandı bunların içerisinde sahihi, sakimi, uydurması, mecazı, hakikati bunları anlamak ve buradan dini dini hükümleri çıkarmak için ciddi ciddi bir birikim gerekiyordu.
Eş zamanlı bu klasik oryantalizm şunu keşfetti. Kendi tarihlerinde İncil'in tercümesi nasıl Hristiyanları farklı inançlara farklı dinlere dönüştürdü ise bu Hadis kaynaklarının da tercümesi ve yaygınlaşmasının hadis çözümlemeleri üzerinden de İslam ümmetinin çözüleceğini varsaydılar. Bu sebeple Hollanda gibi bir yerde 20-30 yıl için bütün bu külliyatın indeksi hazırlandı.
Ve korkulan nispeten oldu ve Müslümanlar bu külliyatı anlamakta yorumlamakta ve bir bütün olarak algılamakta zorlandılar.
Hadis bir taraftan sizi namazda duada birleştirirken diğer taraftan kültürel bir öğeyi dinin mukaddeslerin arasına sokabiliyor.
Bir taraftan da İstanbul'da nadan bir ehli Tekke tarafından bir çekil aracına okuluna dönüşebiliyor yahut da işi militanın elinde tekfirle adam öldüren bir silaha dönüşebiliyor.
Bu korkulan oldu. Önce ümmet coğrafyasının çok kırılgan noktalarında bu ihtilaf ortaya çıktı bu ihtilaf.
Hindistan henüz Pakistan oluşmadan önce 1906’larda önce ehli Kur'an diye bir cereyan ortaya çıktı ona karşı ehli hadis kuruldu ve kur’ancılar ve hadisçiler diye Müslümanlar bölündüler.
Pakistan 1940'lı yıllarda ayrılıp kurulduktan sonra bu kavga Pakistan’a taşındı. Orada da ehli Kur'an ile ehli hadis oluştu.
Hindistan Müslümanlarının etkili olduğu yerlerin tamamında bu ihtilaf ortaya çıktı. Srilanka’da, Nepal’de bütün bu bölgede ortaya çıktı. Ellilerde Mısır’a taşındı. Zaman zaman Anadolu'nun kapılarını çaldı. Ama Türkiye'de üç müessese ilahiyat fakülteleri, İmam hatip Liseleri, Diyanet Teşkilatı’nın varlığı ve güçlü bir geleneğin burada varlığını sürdürmesi en azından bu sorunu biraz ertelememize sebep oldu. Ama bu sorunu çözdüğümüz anlamına gelmiyordu.
İlk Müslümanlar arasında o zaman ehli hadis ve ehli Rey diye 2 ayrı kutup oluşmuştu. Modern zamanlarda ise ehli Kur'an ve ehli hadis oluştu.
Aslında bu külliyatı bizim o ilk asrın birikimini bütüncül bir yaklaşımla doğru bir üsul ve metodoloji ile deliller hiyerarşisini doğru kurarak, dini ve kültürel olanı bir birinde ayırarak, adet ile ibadeti birbirinden ayırarak anlattığımızda ben hadis kanağımızın kıymaete kadar hikmet hazinesi değerde olduğunu düşünürüm.
Modern zamanlarda dinle hayat arasındaki ilişki kurmakta zorlanan nesillerin içine girdiği bir girdaptır. Bu girdaptan ancak ilim ve hikmetle çıkılabilir, diye düşünüyorum.
Zaten oranda ayıklanmıştır. Her hadisle birlikte bize rapor gelmiştir. Bu ictihadi bir mesele olduğu için kıyamete kadar devam edecektir. Mühim olan ihtilaf ahlakına uygun hareket ederek hareket etmek gerekir.
Hadisleri tamamıyla kabul eden veya tamamıyla reddeden ifrat ve tefritte bulunanlar var. İfrat ve tefridin adalet yakınlığı da uzaklığı da aynıdır.
Geleneği ve sünneti nasıl değerlendirmeliyiz?
Hiçbir din boşluğa nazil olmaz. Yani dinin bir kültürün içine nazil olur. Ama o kültürün içerisinde kendine uygun olanla olmayanı ayırt eder.
Eğer insana ve topluma bir zararı yoksa din hiçbir kültüre müdahale etmez.
Mecelle’de “Adet, hüküm koyucudur” denilmiştir. Burada dini olanla kültürel olanla, sünneti ve hadisi anlamak için çok önemlidir.
Yahut sünneti bir model olarak bir örneklik olarak gelecek asırlara taşımanın yolu kültürel ve dini tarafları birbirinden ayırdedebilmektir.
Hiçbir peygamber kendi kavminin kültürünü evrensel bir dinin kuralına dönüştürmeye gelmedi.
Burada yerel ve evrensel ögelerine ayırmak gerekiyor. Sünneti Peygamberimizin Risalet Misyonu çerçevesinde örnek alınsın diye yaptıkları, kendisinden sonra da bütün insanların örnek alınsın diye yaptıklarıdır.
Peygamberimizin ashabından itibaren usul kitaplarından hareketle teşebbüh ve teessi diye ayırıyorum. Peygambere benzemek ve peygamberi örnek almak.
Taklit çabası sünneti asırlara taşıyamıyor. Ama örnek almak daha farklı bir şeydir. Daha hayattan hemen sonra bir örnek vereyim. Rıdvan ağacı altında insanlar gidip orada iki Rekat namaz kıldı diye herkes Namaz kılıyordu. Ama Ömer de baltayı alıp gidip ağacı kesti. Bunu örneği çoktur.
Ben ilk haccımda malumunuz Kabe'nin etrafında tavaf edenler, erkekler remel yapar. Yani üç şavtında kolunu çıkararak remel yaparlar. Sa’yde de hervele vardır. Ebu’t-Tufeyl İbni Abbas’a diyor ki; Bunu Peygamberimiz sünnet olduğunu söylüyorlar ne dersin deyince. İbni Abbas diyor ki; Biz Hudeybiyeden sonra geldik. Bize Mekke üç günlüğüne verildi. Müşrikler o esnada bize yukarıdan bakıyorlardı. “Bütün Müslümanlar hasta hepsi helak olacak” diye bir dedikodu yayılmıştır. Peygamberimizde remel yapın dedi.
Dolayısıyla gerekçeyi makasıdı iyi anlamak gerekiyor.
Bu dini olan ve kültürel olanı daha doğrusu sünnet Kur'an'ın içine nazil olduğu evdir. Bu evi asla yıkamayız. Fakat neyin sünnet olduğu neyin olmadığı meselesi önemlidir.
Peygamberimizin tamamen örneklik teşkil eden ve örnek alınsın diye yaptığı, davranışlardır sünnet olan. Ama biz onu bırakıp o toplumun örfünü adetini her şeyini din haline getirip eğer anlar ve günümüze taşırsak o zaman farklı bir şey olur.
Bir şeyi daha ifade edeyim. Modern zamanlarda dini, kültürden arındırma saf din elde etme çabası aslında bu iddia beraberinde başka sorunları getirdi.
Bu iddia ilk üç asrın kültürünü de din haline getirdi. Kendileri bunları sadece dini metinlere indirgediler. Ve yaptıkları yorumlarında bir kültür olduğunu unuttular kendi yorumları olduğunu unuttular kahveyi yorumlayanlar gibi ayrıca ilk üç asrın bütün uygulamalarını da hiçbir eleştiriye bir şeye tabi tutmadan din haline getirdiklerinin farkında olmadılar.
Yani yapılacak şey dinle kültür ilişkisi tabii bir ilişkidir. Dikkat etmemiz gereken şey o toplumun kültürüne ait herhangi bir ögeyi evrensel bir din haline getirmemektir. Ama dikkat edeceğimiz bir husus daha var. Bir de dinin doğurduğu gelenekler var. Oluşturduğu kültür vardır. Kadızadeliler minareleri yıkalım dedi. Bu dine yapılabilecek en büyük kötürlüktür.
Dini sadece modern zamanlara ve modern zamanlarda kültürün bir ögesi olarak okuma kültürün bir ürünü olarak okumak o kadar yanlıştır.
Şekilcilik dinin reddettiği bir şeydir
Aklın, ruhun ve kalbin sünnetlerini ihmal ediyoruz. Ruhu yok eden şekilcilik dinin reddettiği bir şeydir. Efendimizin üzerinde en önemli vasfı rahmettir merhamettir. Peygamberimiz, temizliği imanın yarısı kabul eden bir Peygamber. Temizliğin ne olduğunu bilmeyen bir topluma günde 5 kez diş fırçalamayı emretti.
Fakültede ilk ders: Sünnet dendiğinde ilk 10 maddeyi yazın
Fakültede derse girdiğimiz zaman hocalarımızdan öğrendiğim bir şeydi. İlk derste bir kağıt ve bir kalem verip 'Sünnet dendiğinde ilk 10 maddeyi yazın' diyoruz. Orada misvak kullanmak var, orada yemeğe tuzla başamak var. Ama orada Peygamber gibi hayvanlara tüm canlılara merhametli olmak, kadınlara nezaketle davranmak yok. Bu tüm İslam dünyasında ciddi bir sorundur. Bunu aştığımızda Kur'an-sünnet tartışması biter diye düşünüyorum.
Tebessümü sadaka olarak ilan eden bir Peygamberin ümmetiyiz.
Cehalet mühendisliği bilgi kaosu oluşturur
Cehalet mühendisliği diye bir ksvtam vardır. İnsanları malumat yoluyla cahil bırakır. Bundan bir netice çıkmaz bir bilgi kaosu oluşur. Beraberinde bir idrak kaosunu oluşturuyor.
Müslüman tanımınız nedir?
Müslüman; eşyaya, varlığa, kainata ve insana rahmet nazarıyla bakan, iyilik adına kendisini bütün insanlıktan ve bütün dünyadan sorumlu kabul eden, merhametli, adaletli ve ahlaklı insandır.
Birinci gayemiz, resmi vazifelerden sonra bireysel olarak bu toprağın çocuğu olarak sahip olduğum azıcık birikimle bana düşen nedir diye sorduğumda, hem Türkiye'de az önce ifade ettiğimiz bu bilgi kaosunu ortan kaldırmak, bazı genç dostlarımız ve hocalarımızla istişare ederek Türkiye'nin birikiminden istifade ederek ilim adamı olmaya karar vermiş gençlerle düşünmek farzını nasıl ifa edebiliriz.
Diyanet Duyurular Sayfamız için TIKLAYINIZ
Diyanetliler Platformu Grup sayfamıza katılmak için >>> TIKLAYINIZ
Dini Haberler Grup sayfamıza katılmak için >>> TIKLAYINIZ
- 0SEVDİM
- 0ALKIŞ
- 0KOMİK
- 0İNANILMAZ
- 0ÜZGÜN
- 0KIZGIN
Yorum Yazın