Ahmet Turgut: 'Muharrem'i Noel'le karıştırmayın'
İslam dünyasında Muharrem ayının telaşı devam ederken, Muharrem ayının nasıl algılandığını ve İslam'daki manasını ünlü yazar Ahmet Turgut ile konuştuk
Kerbela üçlemesi ile büyük bir okuyucu kitlesine ulaşan Aşkın Şehidi, Aşkın Elçisi ve Aşkın Secdesikitaplarının yazarı Ahmet Turgut, İslam açısındanMuharrem ayının önemini ısrarla vurgulamaya devam ediyor. Müslümanların Muharrem ayını Noel ile karıştırdığını ifade eden Turgut, konu ile ilgili Ülke Haber'in sorularını yanıtladı. Derin bilgi birikimi ve edebi diliyle de fikirlerini etkileyici biçimde anlatan Turgut, yeni nesillere Muharrem ayının anlatılmasına ilişkin de önemli sözler söyledi.
İşte Ahmet Turgut'un Ülke Haber'e anlattığı Muharrem ayı ve Muharrem ayının İslam'da önemi:
- Muharrem nedir?
Sözlükler kelime bilgisi itibariyle “Muharrem” kelimesinin ihtiram ile aynı kökten geldiğini bildirir. Anlarız ki; Muharrem, hürmetin ayıdır. Saygı ister, kıymetinin bilinmesini ve hepsinden önemlisi anlaşılmak ve yaşanmak ister.
Bu durumda aklımıza gelen ilk sorudur. Muharrem aylarında neleri hatırlamamız gerekir? Kıymetinin anlaşılması gereken hangi değerler vardır Muharrem’de?..
Muhaddislerin zayıf hadis olarak değerlendirdikleri ama pek meşhur olan Muharrem rivayetleri vardır. Bu anlatımlara göre Hz.Adem’in (as) tevbesi 10 Muharrem’ tekabül eden Aşura Günü kabul edilmiştir. Benzer şekilde Hz.Yusuf (as) aynı gün kuyudan çıkabilmiştir. Nuh Tufanı o gün bitmiş, Hz.Musa (as) kavmini Aşura Günü Firavun’un elinden kurtarmıştır. Bu rivayetlerin ortak paydası evvelki Nebiler eliyle eski ümmetlere Aşura Günü türlü ikramların lütfedildiğidir.
Peki, benzeri bir Nebevi imzanın Âlemlere Rahmet Efendimizdeki (sav) karşılığı nedir?
Maalesef Siyer-i Nebi yani Peygamber Efendimizin (SAV) hayatında 10 Muharrem’e dair özel bir imza göremiyoruz. Lakin şunu da biliyoruz ki; Efendimiz (sav) “Oğul babanın sırrıdır” buyurmuştu. Bu hadis-i şerifin ilk elden muhatabı olan İki Güzellikten ikincisi olan Hz.Hüseyin Efendimiz Aşura Günü şehid edildi.
Evet… Aşura Günü evvelki ümmetler nezdinde Cemal tecellilerin belirebildiği bir gündü. Oysa Ümmet-i Muhammed için Aşura, Celal demidir. Zira Âlemlere Rahmet olan Nebinin (sav)“Oğlumdur” diyerek öptüğü Hüseynî can, o gün gövdesinden ayrılıp cahiliyenin mızraklarının ucuna geçirilmiştir. O gün Ehl-i Beyt-i Mustafa’nın Şehadet Günüdür. Rabbe yakinlerini en zirvesiyle arza ve semaya gergef misal nakşettikleri gündür. Nitekim hadis-i şeriflerde bildirilir. Kerbelâ olayı kendisine haber verilince o gün yaşanacak şehadet için ilk gözyaşını bizzar Efendimiz (sav) dökmüştür. Buradan da anlarız ki; Hazreti Hüseyin (ra) için ağlamak Nebi sünnetidir. Hüseyin’le ağlamak onun en sevdiklerinin sünnetidir. Bu hüzne iştirak edebilmek ise Muhammedî vefanın ve şuurun alametidir. Belki de bu yüzden arifler der ki;“Seven sevdiğiyle sevinir, onunla üzülür.” Hele de bahse konu sevilen, Sevgililer Sevgilisi (sav) ise bin kez düşünüp bir kez konuşmak gerekir.
Muharrem ayının son ümmet nezdindeki ihtiramı böylesi bir Nebevi Vefanın diri tutulması ve 7/24 on iki aya yayılacak bir şuurun ihya demidir. Zaten Hazreti Hüseyin Efendimiz de kendi davasını ‘ayaklar altına alınan Kurân hakikatlerinin ihya edilmesi’ ve ‘çirkin-yanlış-batıl işler ile bozulan ümmetin yeniden ıslah edilmesi’ olarak tariflemiştir.
Evet; Muharrem aylarının kalbi bu iki kavramda atar. Hayrın ihyası, şerrin ıslahı...
Bu noktada şu durumu da zikretmek gerekir. Muharrem ayı gelince genel olarak Hicret bahisleri açılır. Efendimizin (sav) Mekke’den Medine’ye hicretinin hikmetine dair söylemler hayırlatılır. Şüphesiz ki; bahse konu hicret Müslüman idrak açısından milattır. Oysa şunu da bilmek durumundayız. Eğer değerlerimizi takvim üzerinden yani yıldönümleri üzerinden yad edeceksek tarih alenen bildiriyor. Efendimiz (sav) Safer ayının son haftası Mekke’den çıktı ve Rebiülevvel’in ilk haftası Medine’ye ulaştı. Yani Muhammedî Hicret, Muharrem ayında yaşanmadı. Bu yıl için hicretin yıldönümü Aralık ayının ikinci haftasıdır. Muharrem boyunca hicreti konuşup asıl sene-i devriye olan Safer-Rebiülevvel haftalarında hicreti unutmak ya gaflettir, ya da Muharrem’in asıl gündemi olan Kerbelâ’yı gölgeleme çabasıdır. Nihayetiyle kesindir. Muharrem Kerbelâ’dır. Hayrın ihyası, şerrin ıslahı için insanların koşturmacalarını bırakıp kendilerini sigaya, hesaba çekecekleri; bu şekilde Muharrem’e ihtiram gösterebilecekleri bir vefa ayıdır.
- Muharrem ayını aşure tarifine sıkıştıranlara ne demeliyiz?
Böylesi kimselere tek cümleyle “Akletmiyor musunuz?” demek gerekir. Konunun birincil yüzünde şunlar söylenebilir. Ramazan’a “Şeker Bayramı” demek, Kurban’ı “Kavurma Şenliği” zannetmek ile Muharrem ayını “Aşure adında alternatif lezzet şöleni” saymak; aynı şuursuzluğun versiyonlarıdır. Aşureye dair ikinci nokta ise işin hikmetiyle ilgilidir.
Evet… Anadolu’da bizler aşure çorbası kaynatırız. Adı üzerinde çorbadır bu, tatlı değil. Tabii, adına “turşu” dahi desek nihayetiyle lezzet itibariyle tatlıdır. Peki niye?
Aşure çorbaları on iki ve on dört çeşit tahıl-meyve ile yapılır. Ve her malzeme aşurenin içerisinde kendisi olarak kalır. Nohut nohuttur, incir incirdir. Lakin hepsi birlikteyken özgün bir lezzet verirler. Buradaki temsilin aslı şudur. Bizler Türk, Kürt, Alevi, Sünni vs. olarak tek başımıza birer değer ve lezzet taşırız. Lakin bir aradayken çok daha özgün bir kıymete ulaşır ve ümmet olmanın şuurunu yaşarız. Yani aşure çorbasındaki hikmet, Sufilerin “Vahdette kesret, kesrette vahdet” dedikleri çokluk içindeki birliğin temsilidir. Kardeşliğin, paylaşımın resmidir. Üstelik nihayetiyle ağzımızda acı değil tatlı bir haz bırakır. Zira Kerbelâ’da Evlad-ı Resûl son ferdine kadar katledilmişken, Hazreti Hüseyin’in (ra) kundaktaki bebesi dahi öldürülmüşken Allah’tan bir lütufla İmam Ali Zeynelabidin Hazretleri ümmete bağışlanmıştır. Yani Muhammedî soy, ilim ve ahlâk yine o Rahmet Ailesinin son ferdi ile yeniden ümmete ulaştırılmıştır. İşte damakta kalan son tat, bu rahmetin hatırlanması içindir.
- Kerbela nedir?
Yine sözlüklere başvurunca Kerbela’nın bileşik bir kelime olduğunu görüyoruz. Kerb ve bela… Bu yüzden eskiler zaman zaman “Kerb-ü Bela” olarak zikrederler o coğrafyayı. Mana itibariyle “Gam” ve “Bela, Musibet” yurdu anlamına gelir. Nitekim Aşura Günü orada yaşanan zulüm şahittir. Kerbela’da Ehl-i Beyt özelinde tüm Peygamber Aşıkları gama düçar olmuşlar ve bu musibet ile ciğerleri dağlanmıştır.
Tarihi vakıayı genel üzerinden okuyunca şunları da görüyoruz. Kerbela hak ile batılın, hayır ile şerrin, iyilik ile kötülüğün Hz.Adem’den (as) beri var olan mücadelesinin zirveleşmiş bir abidesidir. Kurân’da Firavun, Nemrud, İsrailoğulları veya Semud Kavmi olarak anlatılan tüm sembol kötü(lük)ler sanki tek potada erimişçesine Yezid ve onun işbirlikçileri olan Kûfeliler olarak belirmiştir. Yine tüm risalet tarihinin vaazı olan tüm hikmetler ise Hazreti Hüseyin’in, Seyyide Zeyneb’in veya isimleri tarihin kaydında belli olan diğer 72 şehidin şahs-i manevisinde temsil edilmektedir.
- Ehl-i Beyt nedir?
Bu tabir doğrudan Kurân’dan alınmış bir tabirdir. Sözlük itibariyle “Ev Halkı” manasına gelir. Kabe için kullandığımız “Beytullah” kelimesinin Allah’ın Evin manasına gelmesine benzer. Burada kast edilen ev sıradan bir ev değildir. Ehl-i Beyt tabirinde yer alan ev, Son Vahyin indiği, anlaşıldığı, öğretildiği ve yaşandığı evdir. Bu yüzden Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin Efendilerimiz için irfani geleneğimizde “Vahyin İndiği Evin Evlatları” tabiri sıklıkla kullanıla gelmiştir. Evet… Son Vahiy, Son Nebi (sav) ile tamamlanmıştır. Bu vahyin en iyi anlaşılıp yaşandığı ev de bizzat Efendimizin (sav) “Onlar benim Ehl-i Beyt’imdir” buyurduğu Hazreti Fatıma, Hazreti Ali, Hazreti Hasan ve Hazreti Hğüseyin’dir. Sonraki nesillerde Hasanî ve Hüseynî güzellikler eliyle devam ettirilmiştir.
Tathir Ayeti ismiyle meşhur “Ey Ehl-i Beyt! Şüphesiz ki; Allah sizi arındırıp tertemiz kılmak diler” ilahi beyanı şahittir ki; Ehl-i Beyt zihnen ve kalben yani şuur ve ahlâk nazarında tertemiz olan Rahmet Ailesidir. Yine bu yüzden Sûfi gelenek şunu ifade eder. Hem temiz, hem de temizleyici olan iki şey vardır. Su ve Ehl-i Beyt… İlki maddi arınışın vesilesidir, ikincisi ise manevi arınışın. Hakeza Efendimizin (sav) “Kurân’ın ve Ehl-i Beyt’in buluştuğu havuz”olarak tasvir ettiği Kevser mücessem haliyle Hazreti Fatıma’ya nispet edilirken, yine madden su-deniz temsilleri üzerinden anlatılmıştır. Nihayetiyle sevginin, bereketin, temizliğin ve devamlılığın ana vesilesi Kevser nimetleridir.
Böylesi bir sunun Kerbelâ’da Ehl-i Beyt’ten esirgenmiş olmasını anlatan şair Fuzuli’ye göre o gün Hazreti Hüseyin ve yarenleri suyu değil su onları aramıştır. Nitekim şöyle de diyebiliriz. Susuzluk Kerbelâ’da can verenlerin değil Kevser (yani Kurân ve Ehl-i Beyt) hakikatlerinden mahrum olan nasipsiz kalplerin illetidir.
- Sizin Muharreminiz nedir?
İsterseniz bunu bireyin Kerbela’sı olarak okuyabiliriz. Buna göre akleden kalpler fark edecektir ki; Yezid denen sembol kötü(lük) aslında hesapsızca isteyen ve her halükarda “Ben, ben” diyen nefistir. Kurân böylesi bir nefse “Nefs-i emmare” diyor. Ve açıktır ki, her birimiz nefsi emmare sahipleriyiz. Kerbela’da Hazreti Hüseyin’i terk eden ve hatta dönüp onu katleden meşhur Kufeliler ise her birimizde mevcut olan çıkarcı akıldır. O sadece kendine olanı, işine geleni akletmek ister. Öyle ki; nefsin istediği yanlışa-çirkine-zulme sadece gerekçeler bulup buluşturur. Şu da kesindir. Nefsin ve aklın şer için ittifak kurduğu bir canda bu ikiliyi durdurabilecek beşeri motivasyonun adı vicdandır. Evet, o sürekli “Hayır” der,“Yapma, yanlışa düşme! Kendini ellerinle ateşe atma!..” diye haykırır. Tarihin kaydındaki Kerbela’da apaçık vicdan Hazreti Hüseyin’idir. Yine fıtrattan biliriz. Akıl ve nefis şer için buluşmuşken vicdan insanı uyarıyorsa bu kişi ya vicdanına uyar ya da onun sesini keser, kesmeye çalışır. Miladi 680 yılındaki 10 Muharrem günü ümmetin nefsi emmaresi ve çıkarcı aklı, apaçık vicdan olan Hazreti Hüseyin’i susturabilmek için onu katletti.
Aynıyla herhangi birey de çıkarcı aklın ve hesapsızca isteyen o muhteris nefsin emrine girerek vicdanını susturmaya devam ederse kendi Kerbelâ’sında imtihanını kaybeder. Ve asıl musibet de budur zaten…
- Bu yıl, Arsenal Futbol Kulübü sosyal medyada 1 Muharrem’i kutlayan bir mesaj yayımladı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yukarıda bahsettiğimiz şuursuzlukla ilgili. 1 Muharrem Müminler için eski yılın bitimi, yeni yılın başlangıcıdır. Lakin Müslüman Noeli değildir. Coşkunun, tebrikleşmenin, kutlamanın demi değildir. Akleden kalpler açısından 1 Muharrem geçmiş yılın muhasebesi ve gelecek yılın planlanmasıdır. İrfani geleneğimizin ifadesiyle murakabenin yani hakka yakınlaşma amacıyla tefekkürlere yönelmenin vesilesidir. Günümüz ortalama Müslümanları böylesi bir algıdan ve şuurdan uzaklaştığı için Batılıların da 1 Muharrem’i Noelmişçesine algılaması ve kendi adetlerini bize yansıtmaları onlar açısından gayet doğal…
- Yeni nesillere Muharrem nasıl anlatılmalı?
Her neslin ayrı bir anlama ve anlatma dili var. Kerbelâ’ya dair maktellerin şahı olan Hadikatü’a-Süeda’yı (Saadete Ermişlerin Bahçesi) kaleme alan şair Fuzuli, aynı eserin önsöz (mukaddime) kısmında şöyle der. “Bugüne değin hep Arabî, Farisî kelam üzerinden Hazreti Hüseyin’i yad ettik. Bu kitap ile istedim ki; kardeşlerim kendi dillerinde Kerbelâ’yı anabilsinler.”
Evet, Fuzulî kendi döneminde kendine göre Kerbelâ anlatım usulünü (içeriğini değil) zamanına uydurdu. Fuzuli’nin varisleri ise bugünün diliyle yani roman ve sinema yoluyla Muharrem anlatımlarını asrımıza uygun hale getirebilirler. Öyle ki; Aşkın Şehidi ile başlayan ve Aşkın Elçisi, Aşkın Secdesi romanları ile devam eden Kerbela Üçlemesini böylesi bir kaygının meyvesi sayabiliriz. Nitekim Azeri Türkçesi, Arapça ve Farsça edisyonları Ortadoğu’da da basılmış durumda. Yurt içi ve dışında yüzbinlerce okur bu romanlar vesilesiyle Muharrem’e ve Kerbela’ya dair hafıza yenilenmesi ve şuur ihyası yaşayabildi. Buradan alınan cesaretle gönlümde yatan aslan, Kerbela’yı ekrana taşıyabilmek, bu Muhammedî Destanı sinema izleyicileriyle buluşturabilmek. Nasip… Kim bilir…
Kaynak: İlkayYaprak / Ülke Haber
- 0SEVDİM
- 0ALKIŞ
- 0KOMİK
- 0İNANILMAZ
- 0ÜZGÜN
- 0KIZGIN
Yorum Yazın