© Dini Haberler 2020

Şimşirgil ezber bozdu! 'Diyanet İşleri Başkanlığı yeniden tanımlanmalı'

Tarihçi profesör Ahmet Şimşirgil, Türkiye Gazetesi'nde kaleme aldığı 'Hangi Diyanet, söyler misiniz sayın müftüm!' başlıklı yazısında, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yeniden tanımlanması gerektiğine vurgu yaptı.

Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde Öğretim Üyesi olan Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil, Türkiye Gazetesi'ndeki köşesinde, Diyanet İşleri Başkanlığı'nı hedef alan bir yazı yayımladı. Şimşirgil yazısında gündemi sarsacak ifadelere yer verirken, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yeniden tanımlanması gerektiğini belirtti. 

İşte Şimşirgil'in o yazısı...

"HANGİ DİYANET, SÖYLR MİSİNİZ SAYIN MÜFTÜM!

İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz Bey’in geçtiğimiz hafta cemaatlerin Diyanet’e bağlanması hususundaki açıklamaları oldukça yoğun bir gündem oluşturdu. Bu hususta belki bizim bilmediğimiz çalışmalar da yürütülmektedir. Ancak sayın müftümüzün açıklamaları bendenizi altı sene öncesine götürdü...

Evet, zannedersem altı sene kadar önceydi. Din adamları ağırlıklı bir grupla muhabbet hâlindeydik. İlçemizin müftüsü de oradaydı.

Müftü Bey günümüzdeki tarikatlara oldukça karşı ve mesafeli birisiydi. Kendince haklı da olduğu birtakım misaller vererek önlerinin alınması gerektiğini savunuyordu. Kendisine o gün şu cevabı vermiştim:

“Sayın müftüm haklı olabilirsiniz! Bugün cemaat veya tarikat adı altında faaliyet yürüten grupların sivri tarafları olabilir. Bir kısmını sizin gibi ben de biliyorum. Bunlar törpülenebilir. Peki, sizin de arzunuz üzere bu ülkede seksen senedir sadece Diyanet Kurumu din işleri ile uğraşmış olsaydı dinî öğretim nereye gelecekti söyler misiniz? Şemsettin Günaltay, Hüseyin Atay ve Bahriye Üçok’ların savunduğu nasıl bir İslam anlayışıydı biliyor musunuz?"
Bakınız geçtiğimiz dönemde Diyanet İşleri Başkanımız Ali Bardakoğlu Bey, 'Diyanet Sünni bir kuruluş değildir' demişti. Aslında Bardakoğlu kendisini hiç sevmediğim hâlde yerinde bir söz etmişti. Evet, bu ülkede Diyanet Kurumu siyasallaşmıştı. Ecevit’in Diyaneti, Demirel’in, Erbakan’ın ve Evren’in Diyaneti vardı. Hepsinde de maşallah başkanlar, emir eri gibi idiler. Siyaset kurumuna göre hareket ediyorlardı. Bardakoğlu belki o sözüyle 'biz sadece din görevlilerinin tayin, terfi ve azilleri ile uğraşıyoruz. Bizden Sünni bir kurum gibi faaliyet beklemeyiniz' diyordu. Diyanetin şimdiki konumunu merak ediyorum doğrusu. Sünni bir çizgide mi yoksa Selefi, Vehhabi, Şii gibi bütün cereyanlara eşit mesafede mi? Şayet böyle olacaksa aslında Diyanet’in tanımını yeni baştan yapmak gerekli! O zaman gerçekten de Diyanet sadece cami görevlilerini atayan ve terfilerini takip eden bir yapıya bürünmeli.
Ben dinimi istediğim yerden öğrenebilmeliyim. Laik devlet de bu değil midir zaten. Şayet bir cemaat veya topluluk devlet düşmanlığı ve vatan hainliği yapıyorsa devlet gereğini yapsın! Zorla insanların üzerinde baskı kuruyorsa, benden ayrılamazsın diyorsa, yardımını mutlaka buraya yapacaksın diye zorluyorsa, kızları kadınları bebekleri taciz ediyorsa hiç durmasın yakaladığı yerde işini bitirsin. Bundan kim rahatsız olur ki? İslamiyet bütün bunları zaten yasaklamış değil mi?

Fakat hem Sünni bir teşkilat değiliz diyeceksin hem de Sünnilik adına ahkâm keseceksin. İşte orada durun demezler mi adama! Diyanet Sünni bir kurum değilse kime neyi anlatacaktır. Bu sabık başkanımız şu anda Kuramer’in başında Kur’ân-ı kerimi müsteşriklerin bakış açısıyla anlamaya ve anlatmaya çalışıyor. Bir başka başkanımız 'rüzgârlar, melek denilen varlıklardır' diyordu. Diyanetten sorumlu bir bakanımız, 'Kur’ân-ı kerimin yüzde kırkı atılmalıdır' demişti. 28 Şubat sürecinde ilahiyatçı Profesör Yaşar Nuri Öztürk, Zekeriya Beyaz ve İsmail Nacar’lar kimin telkiniyle konuşturuluyor ve kime hizmet ediyorlardı? 'Abant Toplantıları'nda Fethullah Gülen’in peşine takılan Diyanet mensupları şu anda Peygambersiz bir İslamiyet peşinde koşmaktalar farkında mısınız? Şayet cemaatler de olmasa bunların elinde İslamiyet ne hâle gelirdi söyler misiniz Sayın müftüm?..” Müftü Bey bu sözlerim karşısında sadece susmak durumunda kalmıştı! Hatta FETÖ’ye dokununca rengi de atmıştı. Zira oradaki görevlilerin büyük kısmı onlara sempati duyuyordu!..

ASIL MAKSAT!

Şimdi sabık Diyanet İşleri Başkanımız Görmez’in de giderayak; bırakın bozuk olmayı dinsiz diye tanımladığı FETÖ ile mücadele başlayınca diğer cemaatleri hedef gösterenlere dikkat ediniz. Aslında bunlar FETÖ ile mücadele edilmesinden rahatsız olanlardır. Madem bunlara vuruldu onlara da vurulsun isteyenlerdir.

İkincisi fırsat bu fırsat deyip dindarlara karşı saldırıya geçenlerdir. İşin gerçeği onlar FETÖ’den rahatsız da olmazlardı. Şöyle değerlendirelim: Fetullah Gülen hareketi yıllarca AK Parti ile özdeşleşmiş görünürken bu hâli tenkit eden CHP ve zihniyeti, AK Parti FETÖ’ye vurmaya başladığında neden tutmaya ve korumaya başladı? İşte bu sırrı çözebilenler, gerçeği ancak o zaman görebileceklerdir! Zira din düşmanları dini bozanlardan rahatsız olmazlar. Nitekim DEAŞ ve Selefilik gibi örgütleri kurduranlar hep İngiliz ve benzerleridir. Bunlar bir taşla birkaç kuş vurmaya bayılırlar. Biz bu bozuk itikat sahiplerinin yanlışlarını ortaya koyduğumuzda, doğru ile eğriyi ayırt edemeyen ve bu bozuk fırkaların kim olduğunu anlamayan safdiller, “abi, düşmanı bıraktık birbirimizi yiyoruz” diyorlar. Onların, düşmanın has maşası olduğunu bir türlü idrak edemiyorlar. Evlerimize kadar FETÖ-vari oluşumlarla din, iman, ahlak diyerek girdiklerini ne çabuk unutuyorlar.

Şimdi ise, kendisinin de cemaatleri iyi bildiğine inandığım İstanbul Müftüsü, cemaatleri Diyanet'e bağlamaktan söz ediyor.

Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki bir kısım cemaatlerin en büyük hatası cemaate adam yetiştirmeye çalışmalarıdır. Hâlbuki cemaatlerin işi cemaate değil cemiyete kaliteli adam kazandırmak olmalıdır. Bu takdirde faraza bir cemaate mensup bir adam devlette bir birimin başına geldiğinde, o kuruma adam alırken kendi cemaatinin adamını aramayacaktır. Ehil ve kaliteli insanı işbaşına getirecektir. Devleti ele geçirmek, kendi adamlarını devlet kademelerine yerleştirmek gibi bir derdi olmayacaktır. Yine cemaate girmiş adamların gözü devlet koltuğunda değil Karacaahmet Mezarlığı’nda olmalıdır. Yani kul hakkından, devlet malını çar-çur etmekten, haksızlık yapmaktan çekinmelidir. Bir anlamda iyi bir Müslüman iyi bir vatandaş olmalıdır. Cemaate devlette iş bulmak gayesiyle girilmez.

OSMANLI'DA DAHİ BAĞLI DEDĞİLDİ

İşte bütün bu yönlerden baktığımızda Osmanlı Devleti’nde dahi tarikatlar devlete bağlanmazdı. Zira tasavvuf erbabı sözlerini açık söylerlerdi. İnsanların nefisleri ile uğraşırlardı. Padişahlara dahi nasihat ederlerdi. Görevli adamın yani atanmışların nasihat etmesi ise zordur. Evet, hiç edemezler demiyorum fakat yürekli adam işidir.

Yoksa ya Prof. Mehmet Aydın gibi FETÖ’ye yol açarsınız veya Sayın Görmez’in yaptığı gibi gerçekten görmez olursunuz. “FETÖ’yü neden millete anlatmadınız” denildiğinde, “bütün devlet adamları oradaydı, darbeciler onlarla beraberdi”, deyip kenara çekilemezsiniz. Din adamının işi rahat konuşmaktır ve mutlaka yanlışları işaret etmektir. Bunun için de Osmanlılar, belki endişe ederler, doğruları konuşamazlar diyerek tarikat liderlerine, Allah adamlarına asla müdahale etmezlerdi.

Şayet bu müsamahayı suistimal edenler çıkarsa, milletin dinini, inancını ifsat edenler zuhur ederse ve toplumu kargaşaya itecek meselelere girerlerse bunların dikkatini çekerler. Yola gelmezlerse de müdahalede bulunurlardı.
Misal olarak milleti Peygamber Efendimizin temiz yolundan yani sünnet-i seniyyeden soğutmak için “madem öyle sünnete uymak istiyorsun, yetimlik de bir sünnettir babanı ananı da kes öyleyse” diyen bir İslamoğlu’nu cezasız bırakmazlardı. Bu defa hiç değilse İslamoğlu’nu doğrudan hedef alarak “bu çok sakat ve çok tehlikeli bir mantık” diyerek uyaran Sayın Diyanet İşleri Başkanımız Ali Erbaş Bey’i tebrik ediyorum. Bu bozuk adamların sakat ve din adına bir o kadar tehlikeli fikirleri mutlaka cuma hutbelerinde de işlenmelidir. Yoksa Diyanet’in başka ne yaptırımı olabilir bilemiyorum?

Diğer taraftan Sayın İstanbul Müftümüz cemaatlerin üye sayılarından bahsediyor. Galiba müftümüz cemaatleri dernek zannediyor. Üye kaydediyorlar sanıyor. Şunu bilmiyor ki cemaatlerin üye sayıları olmaz. Bendeniz Ehl-i sünnet olan bütün cemaatlerin içerisindeyim hepsini sayar ve severim. Faaliyetleri hususunda katılmadığım yönleri varsa söylerim. Ben Hanefi mezhebinde bir Müslümanım. Neye ve kime niçin üye olacağım! Ahmed Yesevi’den Yunus Emre’ye, Mevlana’dan Aziz Mahmud Hüdayi’ye kadar sever sayarım. Osmanlıdaki Ehl-i sünnet tarikatlar arasında ayırım yapmadım ki bugün yapayım. Şayet birileri biz şucuyuz bucuyuz diyerek ayrımcılık yapıyorsa ya cemaat ve tarikatların gerçek misyonundan haberdar değildir ya da bilin ki sıkıntılıdır!..

Sayın İstanbul Müftümüze bir sualim de şu olacak: Cemaat ve tarikat derken acaba gayrimüslim cemaatleri de bu işin içine katacak mı? Ermeni, Yahudi, Ortodoks cemaatler buna ne diyecek? Ya da Alevi cemaatleri? Yoksa birileri onun eliyle FETÖ’nün önüne dimdik duranları, darbecileri püskürtenleri cezalandırmak mı istiyor? Düşünmeden edemiyor insan!

TEŞEKKÜRLER MANİSA!

Manisa’da Fatih’in yadigârı saray kulesi, yıllardır Müslüman bir milletin gözü önünde hayâsızca “Dergâh&Bar” adıyla işletme olarak kullanıldı. Manisa yerel basınında yıllarca “bu ahlaksız uygulamalara son verin” şeklinde yapılan tenkitlere kulak tıkandı. Bazıları ise utanmadan, “buraya dokunamazlar” diye nara atıyorlardı. Bu köşede yaptığımız yayınlar üzerine valilik ve vekillerimizin ısrarlı takibi ve gayreti ile Fatih’in emaneti bu elem verici ve Müslümanları rencide eden hâlden kurtarılmış oldu. Artık valiliğe devredildi.

Sayın Manisa Valimizi ve emeği geçen bütün yetkilileri tebrik ediyorum. İnşallah en kısa zamanda en güzel şekilde restore edilerek, kültür mekânı olarak hizmet verir hâle getirilecektir.

TEFEKKÜR

Bil illeti kıl sonra müdavata tasaddi;
Her merhemi her yareye merhem mi sanırsın!

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER