İstanbul Seçimi, Sütten havuz , Okçular tepesi…
KISA YAZILARİstanbul seçimlerinden önce, bir haftalığına güzel ülkemizin başka bölgelerinde seyahat etme imkânı buldum. Bu seyahatte “Evlâtlarımızı ve neslimizi kuşatan tehlikeler ve kurtuluş çareleri”, “Kur’ân okumanın ve dinlemenin fayda ve avantajları” ve “Iztırarî Duânın âcilen kabulü” konulu üç ayrı konferans ve camide Cuma vaazı verdim.
İstanbul seçimlerinden önce, bir haftalığına güzel ülkemizin başka bölgelerinde seyahat etme imkânı buldum. Bu seyahatte “Evlâtlarımızı ve neslimizi kuşatan tehlikeler ve kurtuluş çareleri”, “Kur’ân okumanın ve dinlemenin fayda ve avantajları” ve “Iztırarî Duânın âcilen kabulü” konulu üç ayrı konferans ve camide Cuma vaazı verdim.
Bu vesileyle çeşitli bölge insanlarının nabızlarını tutma ve onların kanaatlerini tespit etme fırsatlarım da oldu. Konular dönüp dolaşıp, defalarca İstanbul seçimlerine geldi. Hem konferanslarım nedeniyle, hem de Cuma vaazım nedeniyle, benim çevremi genellikle mütedeyyin, akl-ı selîm, vatansever ve muhafazakâr kişiler sardığı için, daha ziyade bu minval üzere mütalâalar yapıldı.
Konu İstanbul seçimlerinden açıldığında bana; “Hocam; İstanbul’da PKK’nın, FETÖ’nün, HDP’nin, İÇ ve DIŞ ŞER Güçlerin, Tüm terörist örgütlerin ve din düşmanlarının açık seçik destekledikleri bir adayın asla desteklenmemesi gerekmiyor muydu?” denildi. Devamla:
“Üstelik te bunun karşısındaki Cumhur adayının ise 25 sene öncesinden başlayan İstanbul’un ihyâsı konusunda, 80 senede yapılan hizmetlerin 10 katını 25 senede yapan ve bu konuda azamî tecrübeye sahip bir aday vardı. Ayrıca 16 senelik Bakanlıkları, Başbakanlığı ve T.B.M.Meclis başkanlığı dönemlerinde olağanüstü hizmet ve başarılara imza atmış, Yüce dînine bağlı, çok güvenilir bir aday vardı. İstanbullu, niçin böyle yanlış davrandı?…”
Ben “ne cevap vereyim” diye düşünürken, otoriter görünümlü başka bir kişi bana; “Hocam, Türkiye’nin yüzde 90’dan fazlası Müslüman olduğuna göre, bu durumda Binali Yıldırım beye yüzde 90 civarında oy çıkması gerekmiyor muydu?” diye sorunca ben, birkaç saniye bocaladım. Adam; akıl, vicdan ve mantık yönünden HAKLIYDI. Fakat netice, niçin eşit gibi gözüküyordu?
-“Demek ki Müslümanlar çok saf olduğundan, her konuşanı kendisi gibi sanıyor ve kuru-sıkı, boş keseden atılan vaatlere inanıyorlar” diyebildim. Bu soruyu soran tekrar söze girdi:
-“Nasıl inanmasınlar ki hocam! Adamlar öyle inandırıcı yalanlar söylüyorlar ki, ben BOLU’luyum, bizim başkan adayımız kesinlikle tek bir işçi çıkarmayacağına dair, NOTER tasdikli ve Kur’ânı öpüp yemin ederek söz vermişti, ben bile inandım. Başkan seçildiğinin daha ilk ayında 90 küsur işçiyi, üstelik te Ramazan bayramı öncesi sokağa attı. Sadece Bolu’da değil, onlarca CHP’li belediyelerde İŞÇİ KIYIMI devam ediyor. Genel Bşk. K.K.’da ‘İşçi çıkarmaya asla müsaade etmeyeceğim’ demişti. Kendisi de KIS KIS gülüyor. Sakın İstanbul’u bu zihniyete teslim etmeyin! İstanbullu da bizim gibi BİN PİŞMAN olur” dedi.
Ben de kendisine:
-“Haydi halkın yüzde90’dan fazlası Müslüman, fakat o başkanınız Müslüman değil miydi? Hak din olan İslâm ‘MÜSLÜMAN NE ALDATIR, NE DE ALDANIR’ buyurmuyor mu?” diyebildim.
O kişi de: “Bunlarınki takiyye hocam, takiyye! Bunlar gerçekte din düşmanı! Oy alıncaya kadar ağızlarından bal damlar, namaz kılarlar, ORUÇSUZ İFTAR yaparlar. İstanbul’a 25 senede yapılan DEVÂSÂ hizmetleri İnkâr ederler, sizin halk ta unutkandır, inanır” dedi…
Sohbet böyle devam ederken, 23 Haziranda İstanbul’da oy vermesi gerekenlerin, bu günlerde memleketlerine (köylerine) gideceklerini öğrendiğimde çok şaşırdım. Kendilerine “Kardeşim, sizin önce İstanbul’a gidip vatanî borcunuz olan oyunuzu kullanıp da köyünüze 7-8 gün geç gitmeniz gerekmiyor mu?” ..dediğimde: “Ohooo, hocam milyonlarca seçmen varken, bir benim oyumdan n’olacak ki?” demez mi? Âdetâ şok oldum…
Bir hayli üzülmüştüm ve aklıma ilk gelen şu olayları anlattım:
-Kralın biri sütten havuz yapmayı murâd etmiş. Havuzu inşâ ettirdikten sonra tüm köylülerden “havuza sadece birer litre süt dökmelerini” rica etmiş. Köylünün birisi “yahu, ben bir litre süt yerine SU döksem ne fark eder. Benim bir litre sütümden n’olacak ki?” diye düşünerek, öyle yapmış. Havuz dolunca bir de bakmışlar ki, tüm köylülerin çoğunluğu aynısını düşüp uygulamış olduğundan, neredeyse berrak bir su havuzu meydana çıkmış…
Ben; “BU BÎİİR, ikincisi ise” diyerek devam ettim:
-Arkadaşlar, Uhud savaşını hatırlayınız. Yüce Peygamberimiz SAV düşmanın sinsi plânını sezerek, Uhud dağı kenarındaki tepenin üzerine 50 okçuyu dikmiş ve “savaş bitse de ben emredinceye kadar buradan ayrılmayacaksınız” diye ihtar etmiş. Tam düşman kumandanı (savaş taktiği gereği) ricât emri vererek geri çekilmeye başlayınca, bir kısım Müslümanlar kaçanları kovalarken, bir kısmı da kalan ganimetleri paylaşmaya başlıyor. Bunu gören OKÇULAR, tepeyi terk ederek ganimete koşuyorlar. Uhud dağının eteğine gizlenmiş olan bir bölük silâhlı düşman, okçular tepesinde birkaç kişi kaldığını görünce, onları öldürerek Müslüman ordusunu arkadan kuşatıp, Müslümanları perişan ediyorlar. Yani, yüzde100 kazanılmış olan savaş, okçular tepesini terk edenler yüzünden kaybedilmiş oluyor, değil mi?
-Evet hocam, biz bu olayı biliyoruz. Fakat bunu niye anlattınız?
-Bakınız, sizler biraz önceki köylüler gibi “bir benim oyumdan n’olacak ki?” diye düşünürseniz, hassas dengeler üzerinde olan seçimin kaybedilmesine sebep olabilirsiniz!... Köye bir hafta erken gitmenin ganimetine veya menfaatine kapılıp seçim görevinizi TERK ederseniz, Uhud savaşındaki gibi, aynı âkıbet bu güzel İstanbul’un başına gelmez mi?...
• Şâyet İstanbul seçimlerinin neticesi, bu sebepler yüzünden; tüm teröristleri, İÇ ve DIŞ ŞER güçleri sevindirirse bunun vebâli ve azâbı bu “bir benim oyumdan ne olacak ki?” diyerek, kendi seçim alanını terk edenlerin olmaz mı?...
“Bundan sonraki 5 sene içinde bunların yaptığı tüm zulümler, Yüce Dînimize ve mukaddesatımıza saldırmalar, engellemeler, önemli makamlara PKK’lıları, FETÖ’cüleri ve diğer teröristleri yerleştirmeler, sizin vicdanlarınızı sızlatıp sizi kahretmeyecek mi?...”
“En ÖNEMLİSİ de; eninde sonunda şu ölümlü dünyadan, Âhirete zorunlu olarak sevk edildiğiniz zaman, bu yanlışınızın ve gafletinizin hesabını Allah’a cc nasıl vereceksiniz?...
Ben sadece Allah rızası için hatırlattım ve benden günah gitti. Artık siz bilirsiniz!...” dedim.
NOT: Pazartesi gününden sonra, îman, Kur’ân, pedagojik formasyon, sosyal, ilmî ve çok avantajlı tefekkürî konularımıza devam edeceğiz, inşaallah…
İlginizi Çekebilir
Yılbaşına, yılsonuna değil, YOLUN SUNUNA odaklan
Köşe Yazarlarımızdan A. Raif Öztürk'ün gündeme dair yazısı. Yılbaşına, yılsonuna değil, YOLUN SUNUNA odaklan
Şeflerin Çilesi
Yılların birikimi tartışılmaz tecrübeleri ile kurumların olmazsa olmazı şeflerin bu haktan istifade edebilmeleri ve mahrumiyetlerinin giderilebilmesi için yetkililer acilen onları da bu yasanın kapsamına dahil etmelidir.
MEVLİDİ NEBİ
Kandiller; öze dönüşün, Yüce Yaratanımıza yürekten yakarış ve yönelişin, günahlarla kirlenmeye yüz tutmuş gönüllerimizi arındırmanın, geçici olanla kalıcı olanı fark etmenin, kalp gözümüzü açıp gönül dünyamızı temizlemenin fırsatı olan, nefsin yanıltıcı arzu ve isteklerinden uzaklaşmanın imkânlarını sunan kutlu zaman dilimleridir.
CAMİLER HAYATIN MERKEZİDİR
O kutlu mekânlar, sadece, dedelerin, babaların, ihtiyarların, ellerinden tutup evlerine götürmek için önünde beklenen; üç Cumayı geçirmemek için, cuma günlerinin takibinin yapıldığı, bayramdan bayrama, teravihten teravihe, kandillerden kandillere uğramak mecburiyetinde hissettiğimiz yerler de değillerdir.
Hırslı Değil Azimli Çocuklar Yetiştirmeli
Günlük hayatımızda sürekli birileri ile yarıştırılmaya alıştırılmış çocukların, büyüdüklerinde de arabalarının markasını, gittikleri yerleri, ilişkilerini, başarılarını ve hatta ebeveynliklerini yarıştıran kişilere dönüşebildiklerini görmüşüzdür.
Kur’an-ı Kerim’i herkes anlar mı?
Kur’an-ı Kerim’den herkes kendi ölçülerine göre anlar. Ama o uçsuz bucaksız bir deniz gibidir, dalmayı bilenler ondan daha ne inci mercanlar çıkarırlar.