İsmail Usta ile kalemkârlık üzerine...
RÖPORTAJLARKalemkarlık zanaatının/sanatının son temsilcilerinden İsmail Bülbül Usta ile sanatına ve zanaatına dair Dünya Bülteni'ne konuştu.
Kalemkarlık, gazetelerin kültür sayfalarında, haber portallarında kendine yer bulamayan zanaatlardan/sanatlardan. İsmail Usta geleneksel Türk metal işçiliğini ve tombak sanatını sürdürüyor. Unutulmaya yüz tutan bu sanatı geleneğe sadık özgün eserlerle harmanlayarak yaşatmaya çalışıyor.
İsmail Bey, geleneksel sanatlarla hemhâl olmaya nasıl başladınız?
1985 yılında Şanlıurfa’da doğdum. Babamın işi dolayısıyla Gaziantep’e taşındık ve ilkokulu orada tamamladım. İlkokul birinci sınıfa giderken “bakır oyma sanatı” ile tanıştım. Bu sanatı öğrenmek istediğimi ustalara söyledim. Beni işe almalarını talep ettim. Fakat çok küçük olduğum için kabul görmedim. Hergün okul çıkışı gidip beni işe alın dedimse de almadılar. Son çare sırf işe alınmak için atölyenin camını kırdım. Baktılar olacak gibi değil mecbur kalıp zorla da olsa işe aldılar. Çıraklığım ve okul hayatım ilkokul dördüncü sınıfa kadar Gaziantep’te geçti. Daha sonra memleketime döndüm ve atölye açtım. Boza boza değişik işler çıkarmaya gayret ettim ama birçoğu yarım kaldı. Çünkü başımda iyi bir usta yoktu. Çalışmaya devam ettim. Pes etmenin Müslümanlıkla bağdaşmayacağına inanıyorum. O şartlarda bir nebze de olsa “kalfalık” diyebileceğimiz konuma geldiğimi söyleyebilirim. İlerleyen dönemlerde Osmanlı tombak sanatını keşfettim. Osmanlıdaki saray işçiliğini görünce sırf bu işi öğrenmek için İstanbul’a geldim. Yaklaşık yüz yıldır babadan oğula geçen bir bakırcı dükkânında, Atilla Yanık Usta’nın atölyesinde işe başladım. Burada Osmanlı tombak sanatını ve kalemkârlığını gerçek anlamda öğrenmeye başladım. Sonrasında tamamen Osmanlı usulü çalışmaya başladım.
Kalemkârlık nedir? Kalemkâr kimdir?
Kalemkâr sıfatını farklı kalem ustaları da tarihte ve günümüzde kullanmıştır. Lâkin her kalemkâr aynı sanat tarzına ve çalışma sistemine mensup değildir. Benim icra ettiğim kalemkârlık metal oyma üzerinedir. Örneğin, sadekârlıkta (kuyumcu ustalığı) olan kalemkâr sadece gümüş ve altın gibi yumuşak malzemeyle çalışır. Her sadekâr da kalem işini bilmez. Sadekâr ve kalemkâr birbirinden ayrılmış, zamanla ayrı sanat haline gelmiştir. Hâlbuki ikisinin de bilinmesi ve iç içe olması daha doğrudur. Zamanla sanat sadece hemen öğrenmek ve para kazanmak haline gelince, aynı sanatın içinde olan bölümler ayrı ayrı öğrenilmiş ve ustasından kalem atmayı öğrenen hemen çıkıp bu bana yeter, atölye açar para kazanırım düşüncesiyle hareket etmeye başlamıştır. Günümüzdeki yarım kalmış çoğu sanat için bu düşünce geçerlidir. Her kalemkâr kakma, kabartma ve ajur tekniklerini bilmez. Sadece kalem işçiliği yapar. Oysaki sanatkâr diye sanatını, marifetini çok çeşitli alanlarda kullanabilene denir. Bu sebeple günümüzde sanatçı sayısı çok az ve yok denecek kadar azdır.
Maden sanatında kalemkârlık her sanat dalında farklıdır. Örneğin benim çalıştığım tarzda kalemkârlık çelik, demir, bakır, pirinç, bronz, altın, gümüşün hepsine uygulanan kalem işini kapsar. Eski top, tüfek, kılıç, silah, tombak eserler, gümüş ve altın eserler de bu sınıfa girer. Kısaca hemen hemen her madeni eski usûl yapana bizim metal sanatında kalemkâr denir.
ÖNÜMÜZDE BİZE IŞIK OLACAK, KALBİ BEDENİNDEN BÜYÜK ZATLAR BULMAK LAZIM.
Bu meyanda ne tür eserler üzerinde meşgul oluyorsunuz?
Ben geleneksel sanatlarımızın en cahiliyim. Ömrüm boyunca tek muradım İslâm üzere işler yapmaktı. Benim için hüner, rıza-yı İlahîyi kazanmakladır. Ama ışıksız yol görünmez. Önümüzde bize ışık olacak, kalbi bedeninden büyük zatlar bulmak lazım.
Ne zaman ki Güzel olanın güzel kıldığı insanları tanıdım. Geçmişimi sildim, eski yaptığım işleri unuttum. Şimdi ise sadece İslam eserleri üzerine, bakır üzeri tombak yapıyorum. Gümüş üzeri tombak ve tamamıyla eskiye dönük tekniklerle, sadece elde yapılma yüzükler üzerine özel eserler çalışmaya gayret ediyorum. Şu an elimde olan, yaklaşık bir yıldır çalıştığım hâlen bitmeyen Tombak, Sakal-ı şerif muhafazası, nal-i şerif, İslâm sancak alemi, ehlibeyt sevgisi anlatan bir buhurdan. Fetih süresi yazılı ve 12 imamı temsil ve işaret eden miğfer çalışıyorum. Bunların çoğunluğu gümüştür.
SANATKÂR; ELLERİ, KAFASI VE YÜREĞİ İLE ÇALIŞAN İNSANDIR.
Yaptığınız işin sanat ve zanaat yönlerine dair neler söylemek istersiniz?
Osmanlı zamanında kolayca ayırt edilen, ama günümüzde her şeyin olduğu gibi tabiri caizse sapla samanın karıştığı bir dönemde birçok alanda zanaatkârı ve sanatkârı herkes ayırt edemiyor. Çünkü Osmanlı da zarafete, güzelliğe, sadeliğe ve eserin verdiği mana ve mesaja bakılırdı. Çünkü Osmanlı Dönemi amellere sadece İslâm üzere bakardı. Şimdi ise gösteriş ve ucuza bakılıyor. Geleneksel sanatlarımızın yerine sanatsal kursların verildiği alanda basit, sonradan icat edilmiş, hemen sonuca ulaştıran sanatların kursları bulunuyor. İnsanımız kültürümüzden çok daha çabuk uzaklaşıp dünya süsüne sarılıyor. Özümüz olan, bizim olan İslam’a uygun olan güzelliklerden geri kalıyoruz. Yanlış anlaşılmasın; hat, tezhip, minyatür, ebru, çini gibi geleneksel sanatlarımızı bunlardan ayrı tutuyorum. O sebeple sözün kısası artık sanatçı mertebesine ulaşmış sanatkâr yetişmemekte ve de yetişmiyor.
Yabancı bir düşünür: “Elleriyle çalışan işçidir. Elleri ve kafasıyla çalışan insan ustadır. Elleri kafası ve yüreği ile çalışan insan ise sanatkârdır.” demiş. Bu alanda benimde bir bakış açım var: İşçi ekmeğini çıkaran, usta aranan, zanaatkâr herkes tarafından bilinen, sanatkâr Allah’ı (cc) arayan, Sanatçı Allah’ı(cc) bulana denir. İşçi işini yapar, usta verileni yapar, zanaatkâr gördüğünü yapar. Sanatkâr hepsinin üzerinde olmayan işi yapar ve onu olması gerektiği gibi yapar. Kendi hayalini ortaya koyar kimsenin yaptığını kopya etmez yaptığı işe mutlaka bir anlam ve mana yükler. Bunu da ne eksik ne fazla olması gerektiği kadar sade, şık ve özel olarak yapar. Zanaat ve sanat orda ayrılır.
Kalemkârlıkta ustalık nerede aranmalıdır? Bu işin, sanatın, zanaatın, hizmetin sırrı, püf noktası nerede gizlidir?
Her geleneksel sanatta olduğu gibi usta çırak ilişkisi çok önemlidir. Yine her sanat alanında olduğu gibi işin sırrı mutfakta gizlidir. İyi bir usta bulmak kadar iyi bir çırak olmak da bir nimettir. Çırak toprağın altında gizli elmastır. Sanatkâr ise Allah’ı (cc) bulan kişidir. Eğer ki yaptığı işte Allah (cc) yoksa bir sanatkârın orada ne sanat nede sanatçı olmaz.
Bir ustanın önemi ne kadar çok ise iyi bir çırağın da önemi de o kadardır. Şöyle düşünün Allah’ı (cc) yaptığı işte görmeyen, onu işi ile zikir etmeyen, bir nevi betona ekilmiş fidan gibidir. Ne sulanır ne de yeşerir. Güzel bir örnek vardır biz geleneksel sanat hizmetçilerinde kullanılan "Malzeme çalışır usta öğünür. Malzeme olmadan usta olmaz.” O sebeple çırak da önemli usta da. Her ilmin başı sabırdır. Sabır gömleğini herkes giyemez. Bir sırra vakıf olan kıymet bilmezse başka bir sır verilmez. 20 yıllık sanat hayatımın tamamı bir hiç. Yapamadığım o kadar çok iş var ki. Ömrüm yetmez. Bizim içimizdeki ateş bizi pişirmez, hep hamız, ta ki iman ateşimiz ne zaman yükselir o zaman pişer. Biz piştik hadi buyurun yiyin deriz. O gün yemek saatini ve yerini de imam sala ile bildirir. İnsan yeryüzünde bir aciz bedendir. Bütün bildiklerini unutman beyinde olan akımın bir salise farklı dönmesi ile son bulur. Ben biliyorum demek ne haddimize. O sebeple sabır sabır sabır… Doğru ve emin olan ancak sabredenler olur. Sanatın en büyük sırrı budur. Cennet mekân Necip Fazıl Kısakürek’in bir sözü var: “Anladım işi, sanat Allah'ı aramakmış. Marifet bu, gerisi yalnız çelikçomakmış...”
GELENEKSEL SANATLARIMIZ SANIRIM BAYANLAR TARAFINDAN AYAKTA KALACAK.
Ustanız kim? Çırak yetiştiriyor musunuz?
Gaziantep’te de benim temel olarak öğrendiğim iş çaydanlık/cezve üzerine, günümüz değeri 50 ile 100 TL arası maddi değeri olan süsleme işi ile başladı. Lâkin çocukluğumdan bu yana yaptığım işlerin güzel olmasına önem verdim. “Allah (cc) güzeldir, güzeli sever" hadisi şerifini hiç aklımdan çıkarmadım. Yetinmedim gerçek sanatla tanışmak için İstanbul’a geldim. Çıraklığım döneminde ilk başladığım atölye sanatsal değil de, iki çizgi bir çiçek maksat el emeği var görünsün diye basit işler yapardı. Meğer sonradan öğrendik ki atölye ismi bir demir mengene, bir kalem, bir çekiç ile olmuyormuş. O zamanlar Recep Köse diye bir ustam vardı, temelde öğrendiklerim onun sayesindedir. Fakat Osmanlı tombak, İstanbul işi saray eserleri çalışmama vesile olan, beni yetiştiren ustam Cengiz Kıpırtı’dır. Bugün bu aciz bülbül varsa, yaptığı sanat ilgi görüyor, sevilip sayılıyorsa, önce Allah (cc) sonra ustamın bana öğrettiği püf noktalar sayesindedir. Bana çok bu sanatı öğrenmek için gelen oldu. Hâlen de geliyor ve talep ediyorlar. Yalnız gelenler çokbilmiş ve de sabırsız oluyor, kapının öğrenme kapısı değil de öğretme kapısı olduğunu sanıyorlar. Ne onlar toprağın altında olan elmas nede ben onları işleyecek ustayım. Aynı zamanda insanlarımızda yetinmeme hastalığı ve özünden kopma hastalığı zuhur ettiği için kimse çocuğunu bir mesleğe veya sanata göndermiyor. Herkes çocuğum öğretmen, doktor, mühendis, avukat, hâkim, savcı olsun derdine düşmüş görünüyor. Bir nevi işini garantiye almak peşinde koşuyor. Lâkin iş öyle değil. Herkes rızkından korkar olmuş, tabiri caizse ustalar acından ölüyor diyorlar. Allah’a (cc) iman nerede? Kadere teslimiyet nerede? Kanaat nerede? Hâlbuki Allah (cc) her insanı bir iş üzere yaratır. Herkesin kafasının çalışması farklıdır. İlgi duyduğu, uzman hatta profesör olduğu ve olacağı alan farklıdır. Biz çocuklarımıza kendi istediklerimizi aşılamak yüzünden birçok değerlerimizi yitirdik. Kültürümüzden, geleneğimizden ve en önemlisi böyle böyle İslam’dan uzaklaştık. Rabbimiz “Biz her insanın kaderini kendi çabasına bağladık” diyor. Bu sebepten ülkemizde bilim adamı, dahi ve sanatçılar yetişmiyor. O yüzden maden sanatımız bitmekte ve ne acıdır ki ustalar günümüzde zor şartlarda hayatlarını devam ettirmeye çalışıyorlar. Çırak yetiştirmek çok zor şuan… Elhamdülillah elimizde bir elmas var. Tayyibe Aynişah on beş yaşında bir kızımız, benden hakiki anlamda ders almakta, inşallah ömrümüz ve bilgimiz yeterse güzel bir şekilde yetişiyor. Aynı şekilde gelmek, yapmak ve öğrenmek isteyen herkese kapımız açıktır. Yeni nesil erkeklerde sabır ve saygı neredeyse yok. Dikkat ederseniz birçok sanatta şuan ders alanların çoğunluğu bayanlardan oluşuyor. Geleneksel sanatlarımız sanırım bayanlar tarafından ayakta kalacak.
İçinde bulunduğunuz piyasayı nasıl tarif edersiniz?
Maalesef ki yukarıda belirtmiş olduğum gibi insanlarımız gösterişi ön planda, ucuz işler peşinde olduğu için maden sanatı piyasası kötü durumdadır. En büyük tehlike ise teknolojinin sanat alanındaki sahtelikleri ilerletmesi ve bunun bizlere verdiği zararlardır. Her gün yeni bir makine çıkıyor. Dünyada tıbbi teknoloji eksiği o kadar fazla iken, dünya için, çok para kazanmak için, ne yaparsak para kazanırız insanları kandırırız derdi yüzünden değeri elde olan işler yerine kültürü, emeği ve insanı bitiren teknoloji hüküm sürüyor. En büyük sorun ise geleneğe bağlı, el işi sanatçı işini alıp, evine koyup, keyifle izleyip, gelecek nesillerine bir değer, bir maneviyat bırakmak isteyen asil insanların da günümüz teknolojisinde yapılmış ürünleri el işi tombak sanarak satın almalarıdır/kandırılmalarıdır. Sene 1980lerin sonu 1990ların ortası, Almanların kullandığı gümüş kaplama tekniğini görmüşler. Piyasadaki akıllı tüccarlar Türkiye’ye getirip, bakıra gümüş işçiliği yapıp, Alman gümüşü deyip sattılar. Bunlar günümüze gelince ailemden kalma gümüşler var deyip satmak isteyenler oldu. Onların gümüş olmadığını öğrenenlerden birine şahit oldum. Ettiği bedduayı ben duyunca bile korktum. Şahı geçtim padişahı indirir cinstendi. Ve o işleri yapanların hemen hemen hepsi talan oldu. Geriye kalan ise gümüşçülük mesleğine bir lekedir. Gümüşçülük sanatına bir darbedir. O dönemler gümüş işi yapanlar sabahlara kadar çalışıp atölyelerde günlük iki üç saat uyku ile çalıştırılırdı diye anlatılır. Şimdi ise o hanlarda çekiç sesi duymak mümkün değildir. Çoğu dükkân çantacılar tarafından depo olarak kullanılıyor. Kandırılmış insanlar da ayrı bir sorun oldu. Eskiden Bakırcılar çarşında iki yüz elli dükkân vardı. Şimdi iki yüz elli dükkân hâlen var ama üç tane bakırcı dükkânı var. Gerisi çanta, ayakkabı, Çin işi incik boncuk satıyor. Bugün ise bakırcılık sanatına aynı işlem yapılmaktadır. Zamak döküm pres ve demirden yapılma ürünler sarı renkli malzemelerle kaplanıp, altın tombak, bakır el işi diye satılıyor. Bundan otuz otuz beş sene önceki talan olan tüccarlardan hiç ibret alan yok. Allah (cc) maden sanatının sonunu hayır etsin. İnsanlarımızı işin ehli ustalara yönlendirsin.
Ne tür malzemeler kullanıyorsunuz? Malzemeleri nasıl temin ediyorsunuz?
Çalıştığım eserlerin malzemeleri: altın, gümüş, bronz, bakır, pirinç, demir ve çelik üzerine oluyor. Gümüş ve altını kendim has maden olarak alıp, ocakta eritip, levha haline getirdikten sonra diğer işlemleri yapıyorum. Diğer malzemeleri hazır olarak satışa sunulan yerlerden temin ediyorum.
ESERİN BİR MANASI VE İŞARET ETTİĞİ BİR GİZEM OLMALIDIR.
Sizin yaptığınız bir gümüş yüzüğün yahut tombağın alâmetifarikası nedir?
Benim çalıştığım eserlerin aşama aşama, öncelikle mutlaka elde yapılması gerekiyor. Teknoloji, döküm, basit malzeme düşük ayar maden asla kullanmıyorum. Mutlaka diğer işlerden ayırt etmek istediğim o eserin bir manası ve işaret ettiği bir gizem olmalıdır. Yeryüzünde ve bütün âlemlerde "insan hariç" her şey Allah’ı (cc) zikir ettiği gibi benim yaptığım eserler de muhakkak Allah’ı (cc) zikir etmelidir. Gerek çizdiğim desenler, gerek böldüğüm dilimler, gerekse kullandığım rakamlar ilahî bir mesaj içermelidir. Her şeyde olduğu gibi matematik hesaplar da çok önemlidir. Örneğin bir buhurdan yapacaksam bunun hiç bir mesaj içermemesi demek birkaç günde veya bir haftada bitmesi demektir. Bir mesaj içerecekse bir buçuk ayımı alması demektir. Son çalıştığım gümüş buhurdanın üzerinde beş adet şemse vardır. Bunlar ehlibeyt rakamıdır. Etrafı çiçekler ve lâlelerle süslüdür. Ehlibeyt bizim için lâleler arasında gönlümüzün başköşesinde demektedir. Tabağında 571 adet damar lâle vardır. Çiçeklerin içinde olan damar sayısı alt ve üst kapağında ise 882 tanedir. 571 Rahmet peygamberi Hz Muhammed Mustafa’nın(sav) doğumunu, 882 ekleyince 1453 İstanbul’un fethini simgeler. Tabağının etrafını dolaşıp kapatan kuşakta 99 tane lâle vardır. Allah (cc) ismi şeriflerinin sayısıdır. Ehlibeyt ve o yoldan gidenleri Allah (cc) 99 ismi şerifi ile korur mesajı vardır. Kısacası çalıştığım eserlerin normal piyasa da olan işlerden farkı budur.
Eskiler “Marifet iltifata tabidir, müşterisiz meta zayidir” demiş. Marifetiniz ne kadar rağbet görüyor?
Nankör olmamak gerek, Allah (cc) nankörleri sevmez. Elhamdülillah, Hasbunallahu ve ni’mel vekil ni’mel Mevla ve ni’me’nnasîr. Lâkin diğer geleneksel sanatlarımızda olduğundan daha fazla bir gerileme ve ilgisizlik var. Karnımız doyuyor çok şükür ama gerçek manada İslami eserler çıkartmak zorlaştı. Bu sanatlar geçim için değilde Allah (cc) rızası için olmalı.
Said Nursi Hz.’nin güzel bir anlatımı var: “Eskiden çok üzülürdüm hak ettiği yerde değil sanat ve sanatçılar, ustalar derdim. Zira şeytan hep nefsimizle bize saldırmaktadır.
Taki bu bakış acısını tadana kadar. Ey sevaba hırslı ve a’mal-i uhreviyeye kanaatsız insan! Bazı peygamberler gelmişler ki, mahdut birkaç kişiden başka ittiba edenler olmadığı halde, yine o peygamberlik vazife-i kudsiyesinin hadsiz ücretini almışlar. Demek hüner, kesret-i etba’ ile değildir. Belki hüner, rıza-yı İlahîyi kazanmakladır. Sen neci oluyorsun ki, böyle hırs ile "Herkes beni dinlesin" diye vazifeni unutup, vazife-i İlahiye’ye karışıyorsun? Kabul ettirmek, senin etrafına halkı toplamak Cenab-ı Hakk’ın vazifesidir. Vazifeni yap, Allah’ın vazifesine karışma.” O yüzden ben vazifemi yapıyorum gerisine karışmıyorum.
Bakır sanatına büyük bir rağbet var. Bu rağbeti ucuz ve gösterişli olduğu için teknoloji, döküm ve sacdan üretilen preste basılan ürünler görüyor. Sektör Osmanlı ve Selçuklu dönemini anlatan film ve dizilerin çoğalmasından kaynaklı altın çağını yaşıyor. Fakat sahte ürünler bu altın çağı elinde tutuyor. Çoğu insan bunların nasıl yapıldığını dahi bilmiyor. Satan kişiler bunların döküm pres makine madeninin demir sac zamak olduğunu bile söylemiyorlar.
Şöyle bir örnek verelim üretici ayda beş yüz tane kapaklı sahan lokumluk üretiyor. Bunun madeni bakır olursa bir lokumluğun madeni ortalama bir kilogram, maliyeti yirmi üç TL tutuyor. Ama bunu sac demirden yaparsa üç TL’ye düşüyor ve yirmi TL daha aza mal ediyor. Daha fazla kazanmak için sağlığa elverişli olmayan hiçbir maddi manevi değeri olmayan ürünler üretiliyor. Zaten kıyamet alametleri hadislerinde bunların olacağı söylenmiş. Şaşırmıyorum sadece üzülüyorum.
ANLADIM Kİ SANAT ALLAH'I ARAMAKMIŞ.
Çalışmalarınızda hat ve tezhip sanatına yer veriyorsunuz. Yazıları, tezhip motiflerini eserlerinize usulüne uygun bir şekilde hattın ve tezhibin formunu bozmadan nasıl aktarıyorsunuz? Bu alanda eğitim alıyor musunuz?
Yazımın başında belirttiğim gibi ben her zaman bir ışık aradım kendime, bulmam çok zor oldu. Bir sır verildi Elhamdülillah, tutmak nasip oldu. Anladım ki sanat Allah'ı aramakmış. Arkasından diğer sırlar verildi. Esas ustam olan Cengiz Ustamı tanıdım, dört yıl beraber çalıştık. Halen her konuda istişare etme şansına sahip olduğum ustamdan çizim ve uygulama öğrendim. Daha önce çalışılmış ortaya çıkarılmış desenleri nasıl farklı kompozisyonlara uygulayacağımı öğrendim. Zira sanatlarımızın ataları yapılacak her işi yapmış ortaya çıkarmış. Bize ise onların çizgisini bozmadan yollarında ilerlemek kalmış. Desen ve modelleri cennet mekân eski ustalardan kalan çizimler üzerinden çalışıp yapmaya gayret ediyorum. En büyük eksiğim hat sanatı idi. Çok uğraştım bir netice alamadım. Birgün ülkemizin hattatlarından birisinden bir yazısını çalışmak istediğimi söyledim ve attığım mesaj şöyle idi:
“Selâmünaleyküm hocam hürmet ederim. Sanatınızı ve sizi hayranlıkla izliyorum. Bende elimden geldiği kadar oyma sanatı ile meşgul oluyorum eğer uygun görürseniz ve de müsaadeniz olursa son paylaştığınız hattı levha halinde bakıra oyup tombak yapmak istiyorum.” Cevap sadece “HAYIR” başka hiçbir söz, kelime yazmadı. O gün içimdeki kırgınlık öyle büyük oldu ki bunu anlatmam imkânsız, kelimeler yetersiz. Sadece şunu söyledim içimden hani rıza-yı İlahîyi kazanmak nerede? Bu hevesimin kırılmaması ve sadece amacı rıza-yı İlahîyi kazanmak olan bir hoca ile yollarımın birleştirilmesi için dua ettim. Kısa zaman sonra belli ki duam cevap buldu. Üstadım hattat Mahmut Şahin hocamı tanıdım. Hat sanatında bilgilerim ve izlediğim üstadım Mahmut Şahindir. Hocamızı anlatmak, tarif etmek haddimize düşmez. Ona olan sevgimizi anlatmaya hayâ ederiz. Allah (cc) kendisinden iki cihanda da razı olsun. İki cihanında güzel nimetleri kendisini bulsun. Bizleri kendisinden mahrum etmesin. İnşallah cennette de beraber eylesin. Hat konusunda ders aldığım ve çalıştığım eserlerin hatlarını üstadım hattat Mahmut Şahin hocamdan temin ediyorum. Sadece Mahmut Şahin hocamın yazılarından, bakır üzeri tombak kaplama, hat işlemeli levhalar olarak özel bir hat koleksiyon yapıyorum. Çalışma aşamalarını şimdiye kadar paylaşmadım. Çizim ve desenlerini bitirmek nasip olursa bakıra aktarmaya çalışacağım. Hepsini tamamlamak -tabi ömrümüz yeterse- beş altı yıl sürer diye düşünüyorum. Hocamıza her seferinde hattı nasıl bozmadan işlerim, hangi yazıda ne yazıyordu, hangisi önce hangisi sonra cahilliğimden hep soruyorum. Her defasında da hiç sormamışım gibi tekrar söylüyor ve gösteriyor. Allah (cc) ondan razı olsun.
Koleksiyon erlerin salonlarına giren bir tombağın dükkânınızdaki serencamını anlatır mısınız?
Tombak birçok işlemden geçen bir eserin genel adıdır. Bir eserde son işlem tombaktır. O yüzden bitmiş ve altın kaplanmış bir esere genel olarak tombak ismi verilir. Bir tombak meydana getirilirken şu aşamalardan geçer. İlk olarak yapılacak eser tasarlanır, çizimleri yapılır, daha sonra o eserin mastar kalıpları kesilir. Bir kartona bakırların ölçüleri çizilir, kesilir, yapıştırılır, kabaca karton olarak yapılır. Ölçüler tamam ise o kartondaki ölçüler bu sefer bakır plakaya çizilir, kesilir. Dövüş ustası demir örs üzerinde günlerce o bakırı döver de döver. Bakır dövüldükçe sertleşir, sertliği almak için ateşle bakır kor ateş kırmızısı olana kadar tavlanır. Daha sonra sac yağı -bir tür asit- atılır. Tavlandığı için pul pul düşen sert tabakadan bakır ayrılır, temizlenir. Bu işlem yapılan eser ortaya çıkana kadar üç beş yedi bazen de on seferi bulacak şekilde tekrarlanır. Bakır şekil aldıktan sonra objeye döner. Daha sonra -Osmanlı da kurşun eritilirdi şimdi zift kullanıyoruz- zift eritilir. Motifler oyma ajur kakma yapılırken form bozulmasın, şeklini muhafaza etsin diye içine doldurulur. Kurşun veya zift doldurulan objenin içinde aynı şekle girer. Bir gün sonra soğur, daha sonra yapılacak desenler ve hat çizilir, işlenmeye başlanır. Bazı bir ayda daha özel eserler de iki üç ayda bitebilir. İşleme bittikten sonra zift ateşle boşaltılır. İçindeki kalan zifti veya kurşunu tamamen temizlemek için tekrar ateşle tavlanır. Sac yağına atılır. Daha sonra bakırın yorgunluğunu ve üzerindeki kirleri temizlemek için obje cilaya alınır, cila işlemi de objenin büyüklüğüne göre bir veya iki gün içinde sonuçlanır. Bütün hücreleri temizlenen bakır, daha sonra altın kaplamak için hazır olur. Yaprak altın bazı formüllerle eritildikten sonra sıvı hale gelir. Daha sonra altın bakıra sindire sindire yedirilir. Eser artık sergilenmek istendiği yere gitmek üzere yolculuğuna çıkar. Ortalama bir tombak iki bin yıldan fazla bozulmadan kalır. Buna bulunduğu ortamın etkisi değişiklik yapabilir. Rutubet ve kimyasal bir madde, yağmur suyu, kolonya, insan teri temas etmediği sürece bozulmaz.
Kalem, kalemkâra hâl lisanıyla neler anlatır?
Bir iş işlemek için elime aldığım zaman, bismillahirrahmanirrahim dedikten sonra, ne kalem beni tanıyor ne ben kalemi tanıyorum. Eğer ki bir ara nefsime bakıp ne kadar güzel yapıyorum dediğimde kalem bana ben kaleme bakıyorum; ama ne o düzgün gidiyor nede ben ona laf geçirebiliyorum. Başımdan geçen kısa bir olayı anlatayım. Bir gün Kırşehir'de Ahilik haftası için sergi açtım. Orada Mahmut Şahin hocamın talebelerinden İsmail Tülüce Hoca’nın bir hat yazısını işliyorum. Bir sanatsever de beni izliyor o sırada hattını işleyip bitirdiğim işin dış çerçevesini işliyorum. Adam dedi ki:“Üstadım nasıl böyle hiç çizgiden çıkmadan o çelik kalemi idare ediyorsun?” dedi. Şeytan boş durur mu? Hemen gururlandım. Bir anda kalem eğri gitmeye başladı. Hemen tövbe Estağfurullah deyip tekrar acizliğimi hatırlayıp işime baktım. Demem o ki insan hiçbir zaman ben yaptım dememeli. Yazının başından beridir ben, ben diye kendimden bahsettim. Asla burada ben yokum sadece kendimi kendim olarak göstermek için ben demek zorunda kaldım. Af ola. Hangi işte olursa olsun yaptıran Allah (cc) yapan Allah (cc) ve bunları yapan yarattığı beden ve azalardır. Bana kalan nefsim ve ruhumdur. Dünyaya gelirken beden elbisesini giydirdiler, göze gör, kulağa duy, bedene görevini yap dediler. Bana da; dünya da yalan, içindekiler de yalan, var biraz da sen oyalan dediler. Yapılan işlerin sanatkârı Allah’tır (cc).Zira mükemmel surette ve bilgi donanımıyla bedeni yaratan O’dur. Biz sadece nefsi olan aciz insanlarız. Bu işin içinde olanlara sanatkâr-sanatçı dememdeki gaye rabbimin ilmine işarettir. Çünkü sanatçı Allah’ın (cc) var ettiği bir bedendir, ona en güzel şekilde hitap etmek içindir.
Osmanlı’da ün yapmış kalemkâr ustaları kimler?
Diğer icazetli ve tarihe geçen sanatlar ve sanatkârlar gibi ne yazık ki ismi gelmiş birisine hiç rastlamadım. Osmanlı döneminde yapılan eserler saray içi devlet adamları ve zenginler için yapılırdı. İmzalar saray içiyse hangi padişah dönemi ise onun mührü vurulurdu. Devlet adamı sadrazam/paşa/vali ise onun ismi yazılırdı. Kültüre önem veren aile için yapılmışsa sahibi yazılırdı. Sanatçı ismini veya imzasını atmazdı. Şimdi yine imza atan yok. Osmanlı’da olduğu gibi gayesi zikirdir. İslam geleneği bizim olan eserler çalışılmaması ve o dönemde bu sanatları yaptıran kişilerin bugün çok az olması diğer sebeplerdendir. Ayrıca şuan İslami eser çalışan da yok denecek kadar az. İnsanlar geçimini bulmak için çalışıyor. Ben şuan çalıştığım eserlere imza atıyorum ki elde yapıldığına, sahte olmadığına dair garanti olsun. Eski zamanda sanatın sahtesi olmadığı için, hüner rıza-yı İlahîyi kazanmak olduğu için ustalar imza kullanmamış diye düşünüyorum.
Bu ustalardan geriye ne tür eserler kalmış? Bunlar nerelerde muhafaza ediliyor?
Müzelerde, tarihi ve mimari yapılarda, ustaların eserlerini görmek mümkündür. Orda da büyük bir kayıp var. Kimseyi karalamak istemem ama bugün Avrupa müzayede kitaplarında ve sitelerinde öyle Osmanlı eserler var ki! Elimizde resmi var ama kendisi müzelerimizde bulunmuyor. Osmanlının yıkılışında şuan sergilenen eserlerin çok daha üstünde eserler yok olmuş. Nasıl olmuşsa hep yurtdışına gitmiş. Müzelerde ve sergilerde bulunanların Osmanlı saray işi olduğunu hatta orijinal olduğunu bile sanmıyorum. Çünkü üzerinde çok basit işler var. Örneğin, İslam eserleri müzesinde iki adet Şamdan vardır. Müzenin sonunda sergilenen muhteşem bir eserdir. İşçiliği ve üzerindeki değerli taşları ile tam Osmanlı İmparatorluğuna yakışır bir çalışmadır. Yanında iki tane buhurdan vardır. O dönemde normal halkın kullandığı basit bir işçilik taşıyor. Onun orijinalinin resimleri elimde mevcut ama oradaki orijinal değildir. Bunun gibi sorunlar da ne yazık ki var.
Okuyucularımıza yaptığınız sanat ve zanaata dair nasıl bir mesaj iletmek istersiniz?
Yaptığımız bütün sanatlarda bizim olan, bizden olan, bizi anlatan, bizi yansıtan, bizi farklı eden, tasarımında, formunda, yapısında, desenlerinde, hattında, tezhibinde, minyatüründe, çinisinde, ebrusunda ve diğer sayamadığım geleneksel sanatlarımızda Allah (cc) ve hak din İslâm vardır. Biz bir değerimizi kaybettiğimiz zaman diğerleri arkası sıra kaybolur. Tespih tanesi gibidir, geleneklerin birisi koparsa hepsi dağılır. Biz hepimiz farklı renklerde; farklı çiçekler, farkı kokular ama aynı toprağın, tek olan Allah'ın kulları, hak olan İslam’ın fertleriyiz. Gelin birlik olalım, bizim olan her şeye sahip çıkalım tekrar biz olalım derim.
Sanatımı anlatırken Allah (cc) zikrettim hatam varsa tövbe Estağfurullah. Diğer sanatlardan örnek verdim hatam varsa affola... O sanatların üstatlarından özür dilerim. Benden bilgili ve büyük olan üstatlardan özür dilerim. Onlar varken konuştum af ola. Bu arada sizin aracılığınızla Osmanlı Dönemi İslami eserler çalışmamda bana imkân tanıyan ve kültürümüze sahip çıkan iş adamı tombak koleksiyoneri… Sn. Yunus Burgahan’ada teşekkürlerimi sunarım.
İlginiz için teşekkür ederim.
İbrahim Ethem Gören / Dünya Bülteni
İlginizi Çekebilir
Şeyh Ahmed Yasin ile 20 yıl önce gerçekleştirilen bir röportaj
Biz şehadetin talipleriyiz. Yaşamanın peşinde değiliz. Dünya için de mücadele etmiyoruz. Biz ahiret için savaşıyoruz. Bu yüzden, tehditler bize zarar vermez.
Her Kitap Bir Hayattır
“Hayat bisiklet sürmek gibidir. Dengede durmak için sürekli hareket etmek gerekir.” İşte bu söz ışığında gayret gösteren Yazar Selda Avcı ile “hayata, kadına ve okumaya dair” birçok konuyu konuştuk. Selda Avcı, “Lütfen hayatınızı ertelemeyin. Tekrarı olmayan bu hayatımız, bir varmış ile başlayıp, bir yokmuş ile sona erer” dedi.
PSİKOLOJİK DESTEK ALMAKTAN ÇEKİNMEYİN
Psikolog ve Halkla İlişkiler Uzmanı Büşra Ay ile ofisinde keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Psikoloji alanında ufuk açma hedefi olan genç psikolog, destek almanın korkulacak bir şey olmadığını vurguladı ve ihtiyacı olan herkesi destek almaya davet etti.
Deizm yaygınlaşıyorsa bunda günümüz çocuk yetiştirme tarzının etkisi büyük!
Zafer Dergisi'nden Aslınur Bahar, psikiyatrist Mehmet Tüzün ile ateizm ve deizm üzerine verimli bir röportaj gerçekleştirmiş.
Dünyada kuralları inşa edenler kurallara uymuyor
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kriter dergisine röportaj verdi. “Dünya değişiyor, BM de değişmeli” diyen Erdoğan, Batı'nın üstünlüğü anlayışının sonuna gelindiğini söyledi.
Allah’a bağlanmak insanı özgürleştiriyor
İslam dini ile şereflenen Romanya vatandaşı Teodora (Fatma) Gabor, Akit’e yaptığı açıklamada, “Allah, Ali İmran Suresinde diyor ya: “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın.”. Ondan sonra dedim ki, asıl O’na sarılmam gerekiyor. Allah’a bağlanmak insanı özgürleştiriyor. Bağlandıkça özgürleşiyorsun. Müthiş bir durum” ifadelerini kullandı.