© Dini Haberler 2020

Haftanın Vaazı, Peygamberimiz, Cam, ve İrşad

Mevlid-i Nebi Haftası ve Camiler ve Din Görevlileri Haftası vesilesi ile belirlenmiş olan "Peygamberimiz, Cami ve İrşad" konulu Vaaz ve konuşma metni örneğini sizlerle paylaşıyorum.

PEYGAMBERİMİZ CAMİ VE İRŞAD

وَمَنْ اَحْسَنُ قَوْلاً مِمَّنْ دَعَٓا اِلَى اللّٰهِ وَعَمِلَ صَالِحاً وَقَالَ اِنَّن۪ي مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ ﴿٣٣﴾

إذا رأيتمُ الرجلَ يعتادُ المسجدَ فاشهدُوا لهُ بِالايمَانِ،

Bismillah, Elhamdülillah, Vessalatü vesselamü ala rasulillah emma ba’d

Bizleri yoktan var eden Allah’a hamd, sevgili peygamberimiz Muhammed Mustafa’ya salat ve selam olun. Allah’ın selamı rahmeti, bereketi,  hidayeti üzerinize olsun.

Diyanet İşleri Başkanlığımız her yıl “Mevlid-i Nebi, Camiler ve Din Görevlileri Haftası ve Ramazan Ayı” gibi vesileler ile İslam'ın temel kavramlarından birini milletimizin gündemine taşımakta ve belirlenen bu konularda milletimizi aydınlatmaya çalışmaktadır. Bu yıl tarihlerinin yakın olması da göz önünde bulundurularak Camiler ve Din Görevlileri Haftası ile Mevlid-i Nebi Haftası’nın birlikte ihya edilmesine karar verilmiş, hafta teması “Peygamberimiz, Cami ve İrşat” olarak belirlenmiştir.

Diyanet İşleri Başkanlığımızın 1989 yılında “Hz. Peygamber’i Anmaktan-Anlamaya” şiarıyla başlattığı Mevlid-i Nebi Haftası milletimizin kalbinde var olan Peygamber sevgisini harekete geçirmiş ve belirlenen temalar çerçevesinde yapılan faaliyetlerle toplumsal bilinç oluşturulmaya gayret edilmiş, bütün vatandaşlarımız arasında bir bilgi ve irfan ziyafetine, bir kardeşlik şölenine, bir manevi yenilenme haftasına dönüşmüştür. 

 

Yine Başkanlığımız tarafından 1986 yılından itibaren 01-07 Ekim tarihleri arası “Camiler ve Din Görevlileri Haftası” olarak kutlanmaya başlanmış olup 2011 yılından itibaren de her yıl bir tema belirlenerek bu tema çerçevesinde etkinlikler düzenlenmektedir. 

وَاَنَّ الْمَسَاجِدَ لِلّٰهِ فَلَا تَدْعُوا مَعَ اللّٰهِ اَحَداًۙ

Mescitler yalnız Allah’ındır. O halde Allah’ın yanına katarak hiçbir kimseye kulluk etmeyin.” (Cin, 72/18)

Camilerimiz,

  1. Varlığıyla İslam beldelerinin bağımsızlığının göstergesi,
  2. Minaresiyle tevhidin sembolü,
  3. Ezanlarıyla şehadetin ifadesi,
  4. Salâlarıyla bir milleti dirilten ve ayağa kaldıran merkezleri,
  5. Minberleriyle ilim, hikmet ve marifetin mekânı,
  6. Kürsüleriyle hak ve hakikatin sesi,
  7. Mihraplarıyla gönlümüzü esir almaya çalışan günahlara, öfke, kin, nefret gibi her türlü kötülüğe karşı bir mücadele yeridir.

Camiler, bir milletin bağımsızlığının simgesi, O ülkenin, Müslüman olduğunu belirten Tapu senetleridir. Beldelerin Allah’a en sevimli yerleridir. Birlik beraberliğin merkezi, yüreği birlikte atanların bir arada aynı gaye için cem oldukları mekan ve cemiyetin merkezidir.

İslam toplumunda cami, vücudumuzda ki kalp gibidir. Ve Hayatın akışını sağlayan kan, kalpten pompalanır. İslam toplumuna da canlılık ve yön verecek enerji camilerden yayılır. Topluluklar manen camilerden, oralardaki gönül buluşmalarından enerjisini alır ve hayat bulur.

CAMİ HAYATIN İÇİNDE, HAYAT CAMİNİN İÇİNDE

أَحَبُّ الْبِلاَدِ إِلَى اللَّهِ مَسَاجِدُهَا

Ebû Hüreyre (r.a.)'nin naklettiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Şehirlerde Allah'ın en çok sevdiği yerler mescidlerdir."  (Müslim, Mesâcid, 288)

Zira bu mekanların imarı ve maur hale getirilmesi müminlere düşen bir görevdir:

اِنَّمَا يَعْمُرُ مَسَاجِدَ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِوَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَ وَلَمْ يَخْشَ اِلَّا اللّٰهَ فَعَسٰۤى اُوۨلٰۤئِكَ اَنْ يَكُونُوا مِنَ الْمُهْتَد۪ينَ

"Allah'ın mescidlerini, ancak Allah'a ve ahiret gününe iman eden, Namazlarını dosdoğru kılan, Zekâtlarını veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler

imar eder (camilere ömür verirler). İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır." (Tevbe süresi 18)

Ecdadımız bir şehri imar ederken Merkeze Camiyi almış, geniş bir avlunun etrafına eğitim haneleri (Medrese), bir tarafına aşevini, kıble istikametine doğru mezarlığı, bunları çevreleyen alana ticaret haneleri ve en son evleri yerleştirmiştir.

Medine, İstanbul, Bağdat, Kahire, Diyarbakır, Erzurum, Buhara, Sivas, Van, Endülüs, Mardin, Urfa… Örnekleriyle Nice Fatihler, Süleymaniyeler, Selimiyeler, Kasımiyeler…Tarihin derinliklerinden günümüze bu gerçeği bizlere haykırıyor.

Zengin-fakir, Köylü-şehirli, Amir-memur, Resmi-sivil, Yaşlı-genç, Siyah-beyaz, Kadın-Erkek, Yerli-yabancı... herkesi bünyesinde toplayan Namaz Kılma Yerleri, Okul, Şifahane, Sohbet, Dini Bilgi Ve Birikim Kazanma Yeri, Sosyal İş Ve İlişkilerin Paylaşıldığı Mekanlar, Toplumsal Ahlak ve Bilincin Oluştuğu Yerlerdir.

Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz  buyurdular ki:

“Cennet bahçelerine uğradığınız zaman nasibinizi alın” buyurdu. Ashab-ı kiram da: “Cennet bahçeleri nerelerdir ya Resûlallâh?” dediler. Resûlullah (s.a.v): “Mescitlerdir” buyurdu. (Tirmizi, Davet, 28)

Efendimizden bu güne “İslam’da Hayatın, Şehrin İlmin Ve Medeniyetin merkezinde cami vardır.” O yüzden cami ile bağlantısı olanlarla ilgili bu gerçeği efendimiz belirtmiştir:

إذا رأيتمُ الرجلَ يعتادُ المسجدَ فاشهدُوا لهُ بِالايمَانِ، فإنّ اللّهَ تعالى يقُولُ: إنما يَعْمُرُ مَساجِدَ اللّهِ مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الاخِرِ الاية.

 Ebu Saîdi'l-Hudrî (radıyallahu anh) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in şöyle dediğini rivayet etti: “Bir kimsenin mescide alâkasını görürseniz, onun Mü'min olduğuna şehâdet edin, zira Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor: "Allah'ın mescidlerini ancak Allah'a ve âhiret gününe inananlar imar ederler." (Tirmizî, Tefsir, Sûre 2, Tevbe 18)

Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur:

وَمَنْ اَحْسَنُ قَوْلاً مِمَّنْ دَعَٓا اِلَى اللّٰهِ وَعَمِلَ صَالِحاً وَقَالَ اِنَّن۪ي مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ ﴿٣٣﴾

“Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve ‘Kuşkusuz ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kimdir?” (Fussilet, 41/33)

Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s) insanlığa gönderilen peygamberler halkasının, ilahi çağrının son temsilcisi ve kıyamete kadar insanlığın yolunu aydınlatacak hakikat mesajının en son ve en büyük tebliğcisidir. İnsanlığın karanlıklar girdabında yolunu kaybettiği, adeta ruhunu yitirdiği bir zaman ve zeminde, Rabbimizin alemlere rahmet olarak gönderdiği merhamet elçilerinin sonuncusudur.

Karanlıklardan aydınlara çıkmak için yolunu takip ettiğimiz, ahlâkî erdemlerin en güzelini yaşamak için örnek aldığımız, ylumuzu güzelleştirmek için sözüne dokunduğumuz, övgüye layık olan, efendimiz, rehberimiz, örneğimiz, önderimiz, şefaatçimiz, Peygamberimiz Muhammed Mustafa’dır.

يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِداً وَمُبَشِّراً وَنَذ۪يراًۙ ﴿٤٥﴾  وَدَاعِياً اِلَى اللّٰهِ بِـاِذْنِه۪ وَسِرَاجاً مُن۪يراً ﴿٤٦﴾

“Ey Peygamber! Biz seni gerçeğin bir temsilcisi, bir müjdeci ve uyarıcı, herkesi Allah’ın izniyle O’na çağıran ve ışık saçan bir kandil konumunda gönderdik. (Ahzâb 33/45-46)

وَمَا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمينَ

“Biz Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik”. (Enbiyâ, 21/107)

وَاِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظيمٍ

"Muhakkak sen çok yüce bir ahlâk üzeresin." (Kalem, 68/4).

Peygamberimizin; en önemli gönderiliş gayelerinden birisi insanlığa örnek ve model olma konumlarıdır.

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فى رَسُولِ اللّهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّهَ وَالْيَوْمَ الْاخِرَ وَذَكَرَ اللّهَ كَثيرًا

"Gerçekten sizin için, Allah'a ve Ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için Allah'ın Rasülü'nde çok güzel bir örnek vardır." (Ahzab, 33/21)

O'nu örnek almak demek;

مَنْ اَحْيَا سُنَّتِى فَقَدْ اَحَبّنى وَمنْ اَحَبَّنِى كَانَ مَعِى فِى الْجَنَّةِ

“Kim benim sünnetimi ihya ederse beni sevmiş olur. Beni seven de cennette benimle beraber olur.” (Tirmizi, Sünen, İlim, 39/16 )

وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُولٰئِكَ مَعَ الَّذٖينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّٖنَ وَالصِّدّٖيقٖينَ وَالشُّهَدَاءِ وَالصَّالِحٖينَ وَحَسُنَ اُولٰئِكَ رَفٖيقًا

ذٰلِكَ الْفَضْلُ مِنَ اللّٰهِ وَكَفٰى بِاللّٰهِ عَلٖيمًا

«Kim Allah'a ve Resûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır! Bu lütuf Allah'tandır. Bilen olarak Allah yeter.» (Nisa 69-70)

Hz. Peygamber, içinde bulunduğu toplumda akrabalarından başlayarak (Şuarâ, 26/214) insanları, hikmet ve güzel öğütle İslâm’a davet etmiş (Nahl, 16/25), yeryüzünde fitne ve fesat ortadan kalkıncaya, din tamamen Allah’ın oluncaya (Enfâl, 8/39) ve İslâm bütün dinlere üstün gelinceye kadar (Fetih, 48/28) mücadele etmiş ve bu hususu biz müminlere emanet olarak bırakmıştır.

Tebliğ ve davet, İslam’ı insanla buluşturma faaliyetlerinin özünü teşkil etmektedir.

İnsanoğlu bilmiyordu, peygamberler göndererek Allah bildirdi, kitaplarla kalıcılığı sağladı, mabetlerle karargahlar oluşturdu.

PEYGAMBERİMİZ

CAMİ

İRŞAD

İNSAN

Örnek

Mekan

Doğru X Yanlış

Eşrefi Mahluk

Davetçi

Karargah

İyi X Kötü

Zaafları var

Elçi

Buluşma yeri

Helal X Haram

İrşada ihtiyaç duyuyor

Uyarıcı

 

Sevap X Günah

Bilgilenmeli

Müjdeci

 

İman X Küfür

Örnek görmeli

 

Havra/Sinegok/Yahudiler

Kilise/Hristiyanlar

Tapınak/Hindular

Ateş Tapınağı/Zerdüştlük

Ahlak X Ahlak Dışı

Mutlu olmalı

 

 

İffetli X İffetsiz

İmtihanı kazanmalı

 

Bütün peygamberler gönderildikleri topluma İslam'ı anlatmak, yaşayışları ile örnek olmak, gelecek nesillere güzel bir emanet bırakmak, yol göstermek, toplumları içine düştükleri yanlışlardan kurtarmak ve insanlara hakka giden, dünya ve ahiret mutluluğuna erdiren ebedi mutluluk yollarını göstermek için gönderilmiştir.

Peygamberler birer davetçi olmaları dolayısıyla muhataplarına ulaşmaya gayret etmişlerdir. Onlar görevlerini ifa etmekten geri durmadılar. Her durum ve şartta Allah'ın kitabına, yasalarına, sünnetüllaha ittiba ettler. Kimine insanlar kitleler halinde inandılar, kimine karşı çıktılar, kiminin canına kast ettiler. Muhatap kitleden iman edenler sorumluluklarını yerine getirmeye gayret ettiler. İman etmeyenlerden bazıları isyanda aşırı gittikleri için helak oldular.

Peygamberler Geldikleri Toplumları;

Hangi yolun doğru olduğunu bizlere Peygamberler bildirmiş ve uygulamalarıyla da göstermişlerdir.

İnsan başıboş yaratılmış bir varlık değildir. Bir takım yükümlülükleri var. Bu dünyaya imtihan için gelmiştir. Her türlü hareketi sürekli tespit edilerek kaydedilmektedir. Eşrefi mahluk olarak yaratılan mükemmel insan, Allah'ın değer verdiği kişidir.

Zira insan kendi başına doğru yolun ne olduğunu, yaratanla nasıl irtibat kurulacağını, tam olarak bilemez. Zira insanı etkileyen bir takım olumsuzluklar vardır:

Tarih bunların örnekleri ile doludur ve tüm peygamberler insani, îmani ve ahlaki değerlerin tarumar edildiği yok sayıldığı bir dönemde gelmiş, halkı irşad etmeye gayret etmişlerdir.

Sormamız gerekmez mi NEDEN??? Helak oldular ve Kur’an bu örnekleri pek çok ayette neden bizlere tekrar tekrar hatırlatıyor?

Kur’an-ı Kerim’de:

وَاتَّقُوا فِتْنَةً لَا تُص۪يبَنَّ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَٓاصَّةًۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ ﴿٢٥﴾

Öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (topluma sirayet eder ve hepsini perişan eder). Biliniz ki, Allah’ın azabı şiddetlidir.” (Enfâl, 8/25)

İnsan kendine verilen akıl ve irade sebebiyle yaratanına karşı Allah tarafından bir takım görev ve sorumluluklar verilmiştir. Allah'a karşı olan görev ve sorumluluklarını yerine getirmede insanın önüne bir takım engeller çıkabilmektedir. Bu engellerin aşılmasında insanlara en büyük mürşidi ve yardımcı hiç şüphesiz peygamberlerdir. Gerçek yol onların gösterdiği yoldur.

Peygamberimiz (s.a.s), bir gün ashabıyla sohbet ederken yere dörtgen bir şekil çizdi. Sonra o şeklin ortasından dışarı uzanan bir çizgi ve o çizgiye bitişen başka çizgiler çizdi. Ardından, kendisini meraklı bakışlarla seyretmekte olan ashaba dönerek bunların ne anlama geldiğini şöyle açıkladı: “Bu dörtgenin ortasındaki çizgi insandır. Dörtgen de insanın ecelidir ve onu kuşatmıştır. Diğer çizgiler ise insanın arzu ve tutkularıdır. İnsan, bu arzu ve tutkuların peşinde koşup dururken, ecel ansızın onun önünü keser ve onu alıp götürür.” (Buhârî, Rikâk, 4)

Câbir radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah şöyle buyurdu:

“Benim ve sizin durumunuz, ateş yakıp da, ateşine cırcır böcekleri ve pervaneler düşmeye başlayınca, onlara engel olmaya çalışan adamın durumuna benzer. Ben sizi ateşten korumak için kuşaklarınızdan tutuyorum, siz ise benim elimden kurtulmaya, ateşe girmeye çalışıyorsunuz.” (Müslim, Fezâil 19. Ayrıca bk. Buhârî, Rikâk 26; Tirmizî, Edeb 82)

Çeşitli istek ve arzular, ihtiraslar, şeytan, şehvet vb. tesiriyle içine düşecekleri birçok tehlike insanı çember içine almıştır maalesef.

İnsanın ıslaha ihtiyaç duyduğu aşikâr

Allah kulunu yalnız bırakmadı, ona şah damarından daha yakın olduğunu, onu kameralarla gözetlediğini, peygamberler gönderdiğini, kitaplar gönderdiğini biliyoruz.

Yani özetle Yarattığı insana imkan verdi, akıl ve irade verdi, ölçüyü koydu, örnekler gösterdi, klavuzu yayınladı, sınırları belirledi, sınavı başlattı. Bilmeyen, duymayan, anlamayan var mı?

Peki Kim bizi neye çağırdı?

Rabb'imiz çağırıyor, kitabımız çağırıyor, peygamberimiz çağırıyor…

Duyuyor musun neye çağırdığını?

(Burada Konferans esnasında veya camide insanları 3 gruba ayırmak suretiyle 1. Grup “Onun Çağrısı” diyecek, 2. Grup “İmana ve Güzel Ahlaka” diyecek ve 3. Grupta “Öyleyse Çağrıya kulak ver” demek suretiyle aktif bir bilinçlenme oluşturulacaktır.)

ONUN ÇAĞRISI

Öyleyse ÇAĞRIYA KULAK VER

أكْمَلُ المُؤمِنِينَ إيمَاناً أحْسَنُهُمْ خُلُقاً،

 Hz. Ebu Hüreyre (r.a)anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) buyurdular ki: "Mü'minlerin iman bakımından en olgunu, ahlâkça en güzel olanıdır..." (Tirmizî, Radâ 11)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ ﴿٧٧﴾

“Ey iman edenler! Rükû edin, secdeye kapanın, rabbinize ibadet edin, dünya ve âhiret için faydalı işler yapın ki kurtuluşa eresiniz.” (Hac 77)

وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعاً وَلَا تَفَرَّقُواۖ

“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın…” (Âl-i İmrân 103)

وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوٰىۖ وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِۖ

“…İyilik ve takvâ hususunda yardımlaşın, günah ve haksızlık yolunda yardımlaşmayın.” (Mâide 2)

Kur’ân-ı Kerîm’de “İslâm’a çağrı” ifadesi (es-Saff 61/7), “imana çağrı” (el-Hadîd 57/8), “Allah yoluna çağrı” (en-Nahl 16/125), “Allah’ın kitabına çağrı” (Âl-i İmrân 3/23), “hakka çağrı” (er-Ra‘d 13/14), “hayra çağrı” (Âl-i İmrân 3/104), “kurtuluşa çağrı” (el-Mü’min 40/41), “hayat kaynağına çağrı” (el-Enfâl 8/24), “esenliğe çağrı” (Muhammed 47/35) gibi mânalarda kullanılan ifadeler da‘vetin İslâmî inanç ve değerlerin kabul edilip uygulanmasını sağlamayı hedef alan bir faaliyet olduğunu göstermektedir.

Peki Neye davet etmişti bizi? Ne için davet etmişti? Niçin bunca Nimet verildi?

Gelin yeniden hatırlayalım daveti…

الَر كِتَابٌ أَنزَلْنَاهُ إِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ بِإِذْنِ رَبِّهِمْ إِلَى صِرَاطِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ

“Elif. Lâm. Râ. (Bu Kur'an), Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, yani her şeye galip (ve) övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.” İBRÂHİM 1.)

Unutmayalım ki İslam'ın tanıtılması tebliğ ile olmuş yayılması ise temsil ile gerçekleşmiştir. İslam’ı özümseyerek temsil etme sorumluluğumuz olduğunu asla unutmamalıyız.

Onun çağrısına kulak verenler

Çağrı'ya kulak vermeyenler

Hz. Peygamber, bir toplumu oluşturan insanları aynı gemiye binmiş olan yolculara benzetmektedir.

“Yolcular gemideki yerlerini kur’a ile be-lirlerler. Kur’a sonucu bir kısmı geminin üst katına bir kısmı da alt katına yerleşir. Alt kata yerleşenler, burada su olmadığı için su ihtiyaçlarını görmek üzere üst kata çıkmak durumundadırlar. Su almak için üst kata çıktıkları vakit üst kattakilerin yanından geçiyorlar. Bunun üzerine kendi aralarında konuşurlar: “Payımıza düşen alt katta bir delik açsak da su ihtiyacımızı bu-radan görsek ve yukardakileri rahatsız etmesek iyi olur” derler ve geminin alt kısmında bir delik açmaya başlarlar. Şimdi üst kattakiler bunları gördükleri halde bu yaptıkları işe göz yumar, ses çıkarmayacak ve engel olmayacak olurlarsa, açılan delikten içeriye su dolar ve gemi batar. Böylece sadece deliği açanlar değil, gemide olan hepsi boğulur. Eğer üst kattakiler onları bu işten men ederlerse kendileri de kurtulur, onları da kurtarmış olurlar.” (Buhârî, “Şirket”, 6)

Müslüman duyarlı olacak ve toplumda meydana gelen olaylara ilgisiz kalmayacak ve: “Bana ne, her koyun kendi bacağından asılır” demeyecektir. Her koyun dünyada değil, ahirette kendi bacağından asılacaktır.

« مَنْ رَأَى مِنْكُم مُنْكراً فَلْيغيِّرْهُ بِيَدهِ ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطعْ فبِلِسَانِهِ ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبقَلبهِ وَذَلَكَ أَضْعَفُ الإِيمانِ »

Sizden biriniz çirkin bir iş görürse onu eliyle değiştirsin; eğer buna gücü yetmezse diliyle uyarsın; buna da gücü yetmezse kalbiyle nefret etsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, “İman”, 20)

Hayber Kalesi’nin kuşatılması sırasında Hz. Ali’nin, “Hayber yahudileriyle bizim gibi müslüman oluncaya kadar savaşmalıyız” şeklindeki önerisi üzerine Resûl-i Ekrem’in verdiği cevap irşadın İslâm’daki önemini belirtmesi açısından dikkat çekicidir:

 ‏"‏ انْفُذْ عَلَى رِسْلِكَ حَتَّى تَنْزِلَ بِسَاحَتِهِمْ، ثُمَّ ادْعُهُمْ إِلَى الإِسْلاَمِ، وَأَخْبِرْهُمْ بِمَا يَجِبُ عَلَيْهِمْ، فَوَاللَّهِ لأَنْ يَهْدِيَ اللَّهُ بِكَ رَجُلاً خَيْرٌ لَكَ مِنْ أَنْ يَكُونَ لَكَ حُمْرُ النَّعَمِ ‏"‏‏.‏

“Acele etme yâ Ali! Hayber toprağına sükûnetle gir, sonra onları İslâm’a davet et. Şunu bil ki tek bir kişinin senin irşadınla müslüman olması en değerli ganimet olan kızıl develerin sana verilmesinden hayırlıdır” (Buhârî, “Cihâd”, 102; Müslim, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 34).

İslâmiyet’in, doğuşundan itibaren insanların gönlünde yer etmesi, yayılması ve evrensel bir din haline gelmesinin önemli âmillerinden biri, başta Peygamber olmak üzere mensuplarının dinin gereklerini yerine getirmesi, sözleriyle fiillerinin birbirine uymasıdır. Özellikle büyük halk kitleleri, nazarî bilgilerden çok, örnek müslüman tiplerinden etkilenerek İslâm dinini benimsemiştir.

Peygamberimiz meşhur veda hutbesinin sonunda dinleyenlere sordu:

Ey insanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne dersiniz?

Ashab-ı Kiram hep bir ağızdan: —Allah’ın emir ve yasaklarını tebliğ ettin, Peygamberlik görevini ifa ettin, bize tavsiyelerde bulundun ve nasihat ettin, diye şahitlik ederiz, dediler.

Bunun üzerine Peygamberimiz, mübarek şehadet parmağını göğe doğru kaldırarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek üç kere: —Şahit ol ya Rab, şahit ol ya Rab, şahit ol ya Rab, dedi. (Müslim, “Hac”, 19)

Ölümünden itibaren kabrini ziyaret edenler de aynı şekilde: “Selâm sana ey Allah’ın Peygamberi” diye selâm verdikten sonra: —Ben şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur. Sen de O’nun kulu ve Peygamberisin. Şahitlik ederim ki, Allah’ın emir ve yasaklarını tebliğ ettin, emaneti yerine getirdin. Ümmete nasihat ettin ve Allah yolunda savaştın. Kıyamete kadar Allah sana salat etsin, derler ve ilk müslümanların hayatında ona verdikleri cevabı kabri başında tekrar ederler.

MAZERETLER ORTADAN KALKTI

Allah insanı yarattı, muhatap aldı, örnek peygamberler gönderdi, kitabı bıraktı, doğru ve yanlışı bildirdi, irade verdi ve hak batıl ayrımını kendisinden bekledi, sorumlu sensin, ister kazan istersem kaybet imtihandasın dedi, sınırlı bir ömrün sonunda ölüm var dedi, ebedi hayatta cennet ve cehennem olduğunu bildirdi.

Bilmiyordum, anlamadım, ortam bozuktu, şeytan aldattı, herkes yapıyordu, İnsanoğlu bilmiyordu, annem babam öğretmedi, hocaya kızdım, hacıya kızdım, eğitim alamadım, sahipsizdim, bağımlıydım gibi keşkelerimizden sıyrılmamız gerekir.

AHİRETTE «KEŞKE» DEMEMEK İÇİN Kur’an bizlere dünyadayken farkına varmamız gerekenleri bildiriyor:

Bunların tamamı, şu an bizim için mümkün olan, Kuran-ı Kerimde ifade edilen ölülerin temennileridir. Yarın Mahşer meydanında bunları dememek için, bugün üzerimize düşeni hakkıyla yerine getirelim.

Bize ilk davet Allah’tan geldi, Peygamberimiz öğretti, İslam âlimleri günümüze kadar sahih dini taşıdı ve bizlere emanet ettiler. Artık sıra bizde…

 “Sizden öyle bir cemaat bulunsun ki -onlar insanları- hayra da‘vet etsin; iyiliği emredip kötülükten sakındırsın” (Âl-i İmrân 3/104) meâlindeki âyet bir vazife yüklüyor bize. Müslüman yaşarken, yaparken iyi huylu, uyumlu olup kaba katı ve sert davranışlardan uzak durandır. Asr-ı saâdet’ten itibaren tarih boyunca hemen bütün müslümanlar i‘lâ-yi kelimetullah yolunda da‘veti şahsî bir yükümlülük kabul etmiş ve elverişli durumlarda bu yükümlülüğü hem amelî hem de sözlü olarak yerine getirmeye çalışmışlardır. İran, Horasan, Mâverânünnehir gibi bölgelerle Afrika’nın çeşitli yörelerinde İslâm’ın yayılışı İslam davetçileri marifetiyle gerçekleşmiştir.

İslâm barışçı yollarla yayılışında Müslüman tacirlerin davet çalışmalarının büyük payı vardır. Kuzey Afrika ile Habeşistan, Somali gibi Doğu Afrika ülkeleri Hindistan, Çin ve Endonezya, Malezya, Filipinler gibi Uzakdoğu ülkelerinde de İslâm’ın yayılışı Müslüman tacirler vasıtasıyla gerçekleşmiştir.

İslâm’a da‘vet faaliyetinde önemli payı olan Ahmed Yesevî, Abdülkādir-i Geylânî, Ebü’l-Hasan eş-Şâzelî, İbn Atâullah el-İskenderî gibi ünlü sûfîler dinî-ahlâkî şahsiyet ve yaşayışlarıyla, gerekse vaaz ve irşadlarıyla etkili birer da‘vetçi olarak kendi ülkelerinde faaliyet göstermişlerdir.

Da‘vet faaliyetinde âlimlere, tüccarlara, sûfîlere, hacılara ve yabancılar eline düşen Müslüman esirlere bakarak iman eden, İslam ile buluşan nice insan ve toplumlar olduğu bir gerçektir.

Bize bakanlar İslam’ın izzetini, güzelliğini, merhametini, sevgisini ve ahlakını bizde görmelidir.

Hazırlayan: İdris Yavuzyiğit

Diyanet İşleri Başkanlığı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Dair Başkanı

Diyanet Duyurular Sayfamız için TIKLAYINIZ

 

Diyanetliler Platformu  Grup sayfamıza katılmak için >>> TIKLAYINIZ

Dini Haberler Grup sayfamıza katılmak için >>> TIKLAYINIZ

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER