© Dini Haberler 2020

Yaralı Çocuk

Duygular mı beynimizi yönetiyor yoksa beynimiz mi duygularımızı yönetiyor? Yıllardır bu konu üzerinde yoğun araştırmalar yapılıyor. Yaşadıklarımıza yüklediğimiz anlamlara göre duygular oluşuyor beynimizde, sonrasında da duygulardan kaynaklı tepkilerimiz oluşuyor. Görünen o ki; duygularımız aklımızın kontrolünde olduğu sürece beynimiz işe yarıyor ve ikisi de yönetimde söz sahibi…

Duygular mı beynimizi yönetiyor yoksa beynimiz mi duygularımızı yönetiyor? Yıllardır bu konu üzerinde yoğun araştırmalar yapılıyor. Yaşadıklarımıza yüklediğimiz anlamlara göre duygular oluşuyor beynimizde, sonrasında da duygulardan kaynaklı tepkilerimiz oluşuyor. Görünen o ki; duygularımız aklımızın kontrolünde olduğu sürece beynimiz işe yarıyor ve ikisi de yönetimde söz sahibi…

Duygular mı beynimizi yönetiyor yoksa beynimiz mi duygularımızı yönetiyor? Yıllardır bu konu üzerinde yoğun araştırmalar yapılıyor. Yaşadıklarımıza yüklediğimiz anlamlara göre duygular oluşuyor beynimizde, sonrasında da duygulardan kaynaklı tepkilerimiz oluşuyor. Görünen o ki; duygularımız aklımızın kontrolünde olduğu sürece beynimiz işe yarıyor ve ikisi de yönetimde söz sahibi… 

Efendimiz (SAV) bundandır ki; “Asıl cihad, nefsiniz ile olan cihadınızdır” buyuruyor. 

Peki, duygular bu kadar önemliyken neden Allah (azze ve celle) negatif duygu olarak bilinen ve bize de cehennemin yolunu açan kıskançlık, haset, kaygı vs. gibi duyguları yerleştirmiş? Gibi bir soru aklımıza geliyor. 

Gayet açık sebebi; “Bu dünya imtihan” buyuruyor yaradan, yüce kitabında… 

İşte bu duyguların kontrolünü nefsimizin eline vermediğimiz ve irade gibi yüce hasleti aklımızın eşliğinde dengelediğimiz sürece duygular gereklidir. Kötü sanılan duygular bile yeri geldiğinde yeteri miktarda kullanılırsa çok farklı zirvelere bizi yükseltecektir. 

Düşünün ki kaygı hissi taşımayan bir anne evladını nasıl koruyabilir? Ama bunun kontrolünü kaçırdığında ise panik atak oluşur, kişiliği bozulur. 

Burada dozu kaçmış, zamanın hastalığı olan kendini en iyi ve eleştirilemez gören ‘narsizm’e biraz değinmek istiyorum. 

Narsist, kendisini fazla beğenen, üstün gören, hep takdir ve ilgi bekleyen, imtiyazlı olduğuna inanan, özel muamele bekleyen kişidir. 

Narsisist kişiliğin altında, paradoksal olarak, derin bir kendine güvensizlik yatar. Nitekim bu kişiler çok alıngan, eleştiriye oldukça tahammülsüz insanlardır. Şuuraltı, bu kendine güvensizliği bir nevî bastırarak kendini aşırı beğenen insanı üretir. Narsisistler ayrıca empati kuramayan, başkalarının duygularını anlayamayan kişilerdir. Kendine güvensizlikle başkalarını anlayamama birleşince, narsisist kişilik gelişir. 

Narsisistler övgüyle beslendikleri için, çok çalışırlar. Dolayısıyla hayatta başarı kazanma, iyi bir yere gelme ihtimalleri yüksektir. Başarı, kendini beğenmişliklerini iyice besler, böylece narsisistin yakın çevresiyle ilişkisi iyice bozulur. Parlak bir statüsü olan ama yalnız bir insan vardır tepelerde bir yerde. Çalışkan olmayan, başarı kazanamayan narsisistlerin de hayatları kötüdür, çünkü çok ihtiyaç duydukları övgüyü bir türlü elde edemezler. 

İzleri ergenlik, hatta çocukluk yıllarına kadar uzanabilir, ama asıl 18 yaşından sonra belirgin hale gelir. Beğenilmek, övülmek, alkış almak, en parlak, en güzel, en yakışıklı, en başarılı olmak isterler. Zaten böyle olduklarına da inanırlar. Bu yüzden seçtikleri mesleklerin göz önünde olması normaldir. Bunun içindir ki; narsisizm, zekâ ve çalışkanlık ile birleştiğinde çok çarpıcı eserler çıkabilir. 

Narsisistler, genellikle narsisist olduklarını fark etmezler; söyleseniz de kabul etmezler; kabul etseler bile kolay kolay değiştiremezler. 

Narsisistlerin önemli özelliklerinden biri de empati eksikliğidir. Başkalarının duygularını anlayamazlar. Zaten başkalarını önemsemezler. Başkaları, ancak kendilerini övmek, onaylamak için vardır. Bu yüzden yakın ilişkileri; evlilik ve yakın dostlukları sürdüremezler. Fedakârlığı hep başkalarından beklerler çünkü onlar, uğruna her türlü fedakârlığın yapılacağı insanlardır! 

Vermezler, alırlar. Başkalarının hakkını çiğnemekten çekinmezler, hatta hak çiğnediklerinin farkına bile varmazlar, zaten her şeyin kendi hakları olduğuna inanırlar. Çıkarcıdırlar. 

Hayatta sürekli onaylanmak, sürekli beğenilmek mümkün değildir. Bu yüzden narsisistin beklentileri, hayatla bağdaşmaz. Ne kadar yükseğe çıksalar, daha yüksektekini kıskanırlar. Evet, doyurulamayan bir boşluk vardır içlerinde. 

İnsanları sömürürler, kendi çıkarları için kullanırlar. Çalışkan ve zeki narsisistler, çok önemli işler başarırlar. Siyaset, sanat ve bilimde değerli eserler verirler. Ama bunların bile yakın çevreleriyle ilişkileri pekiyi değildir. 

Eşlerini sömürürler. Anlamazlar, ama anlaşılmadıklarını düşünürler. `Ben narsisistim` diye de tedaviye gelmezler. Genellikle depresyon yüzünden başvururlar. Çünkü narsisistler sık hayal kırıklığı yaşarlar. Çünkü hep sevilme, övülme beklentilerinin hayat boyu devamlı karşılanması mümkün değildir. Aslında içlerinde yansıtmadıkları yaralı bir çocuğu beslerler. Gereğinden fazla ukalalık, bunun ilk göstergesi. Sizi asla tam olarak dinlemezler. Sıkıştıklarında nedense her anlattığınızı eksik dinlemişlerdir veya hatırlamıyorlardır. Cömert gözükmeleri bir şey ifade etmez, her zaman kendi sorunları ön plandadır. 

Kurallarla ilgilenmezler; onlar için önemli olan sadece kendi kurallarıdır. Utanma duyguları oldukça zayıftır; kafalarına estiği gibi davranırlar. Sorumluluk almaktan kaçınırlar; bu yüzden hep kendileri haklı ve her zaman siz suçlusunuzdur. Çabuk öfkelenip aslan kesilirler, kedi olsalar dahi. Yeni şeyler karşısında tetikte davranırlar. Kendileri her zaman en güzel, en yakışıklı, en zeki, en anlayışlıdır. 

Yukarıdaki özelikleri gözlemlediğimiz zaman sanırım bize hiç yabancı gelmiyor. Dedik ya asrın moda hastalığı… 

Daha en başta, çocuklarımızı yetiştirirken hamilelikte başlıyoruz, onun için gelecek planları yapmaya. Doğdu, başlıyoruz dış kapıda prens veya prenses lakabıyla mesaj yaymaya. Büyüyor disiplin gerek, hayâ gerek, edep gerek ama başlıyoruz özgüven ve özgürlük adı altında çocuğumuzun yaptığı hatalara karşı; ‘kimseye boyun eğemez, özür dileyemez, benim çocuğum hep haklı’ tutumlarına. 

Medya verdiği mesajlarla bireyin bireysel olarak biricik olduğu, kullandığı eşya ve tüketim malzemelerinin en iyisine layık olduğu şeklinde egoyu tatmin yüceltme yönünde. Tabii bu da en çok sömürü ve kapitalist rejimlerin işine yarıyor. Bilinçli bu yönde kampanyalar üretiliyor. Sonuç olarak önümüze narsisist eğilimli bireylerin temellerini kendi elimizle inşa etmek, emeğimizin sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Sonra da çıkarı için insanları böcek gibi ezen, merhametsiz ve tüm hakları kendi için mübah gören insancıklar toplumu ifsat ediyor. İşte büyük oranda günümüzün eğitim tablosu bu… 

Büyük oranda genetikle beraber çocuğun ailesinde ve özellikle de annesinden aldığı yetersiz sevgi ihtiyacı ve güven hissi, yanlış değerler çocuğun narsisist kişilik geliştirmesinde çok etkili. 

Peki, çözüm ne? 

Kur’an ve sünnet ışığında çocukları yetiştirmek… ‘Şimdinin çocukları’, ‘şimdinin gençleri’ diye bunu normalleştirmemek gerek. Eğer çevremizde böyle yetişkinler varsa en başta onlarla yaşayanlar büyük sıkıntı yaşıyorlardır. Böylelerinin muhakkak terapi görerek farkındalık oluşturulması şart. Onlarla yaşayan insanlar da kendilerini yıpratmamak için yol ve stratejiler geliştirmeliler. Boş yere haklılık çabalarına girmemeliler. Çünkü kabul ettiremezsiniz. Gerekirse yardım almalılar. Çünkü narsistlerle yaşamak gerçekten çok zordur. 

Sevgi ile kalın. 

Emine Yılmaz |  Nisanur Dergisi | Ekim 2017 | 71. Sayı 
 

İlginizi Çekebilir

Sokak röportajı saçmalığına ne zaman son verilecek?

Irkçılar, sokak röportajı sırasında başında üşüştükleri Suriyeli çocuklara küfretti ve saldırı girişiminde bulundu.

Tesettürden vazgeçme

Genç Dergisi medyanın görmezden geldiği mütesettir kadınların hikayesini okuyucularına aktarıyor.

Metaverse “intibak” sağlanabilecek bir ortam mıdır?

Manisa İl Müftülüğü “metaverse” konusunda aceleci sonuçlara varmış!

Türkiye'yi ayağa kaldıracak gelişme! Hepsi işin içindeymiş

Sabah gazetesi yazarı Dilek Güngör, TL'ye erişmekte zorlanan Londralı bankaların, Türkiye'de iş yapan bazı şirketleri paravan olarak kullandığını, Türk şirketlerin buradan TL krediyi çekip, Londra'daki bankaya taşıdıklarını ya da dolar hesaplarını TL'ye çevirtip, Londra'da mevduat hesabı açtıklarını hatırlattı. "Londra'da bire 10 faizi alan bizim şirketler bu alışverişten memnundu. Fakat Londra'ya ulaştırdıkları TL'ler sonra Türkiye'de spekülatif işlemlerde kullanılıyordu" diyen Güngör, "Yine mi Brütüsler!" başlıklı yazısında, "Son dönemde bizim Brütüs'lerin (yine aynı isimler) o çetelere her an kullanacakları TL'yi park etmeye başladığını duyuyorum. Hem de öyle az buz rakamlar değil… Şirketler arasında Türkiye'nin dev holdinglerini mi ararsınız, gıdacılarını mı, limancılarını mı, inşaatçılarını mı… Büyükler 500'er milyon TL'nin üzerinde parayı göndermişler. Biraz daha küçükler 250'şer milyon TL" ifadelerini kullandı.

Yazarlarımızdan Abdullatif Acar'ın Yeni Kitabı Çıktı

Huzur ve saadete ulaşmak her insanın en öncelikli hedeflerindendir. Ancak her nedense bunu hep yanlış yerlerde arıyoruz. Nefsimizin doyumsuz arzuları, şeytanın telkinleri, heva ve hevesimiz bizi yanıltıyor. Anlık düşünüyor ve karar veriyoruz.

Robert Kolej’den Boğaziçi’ne .... -II

Boğaziçi tartışmalarından yola çıkılarak kültürel iktidarın serencamını görmek mümkün…

TÜM HABERLER