© Dini Haberler 2020

Vurun imama

İmamlara yönelik yıpratma çabaları ilk değil. İmamlar ve hocalar, 1923’te yazılan ‘Vurun Kahpeye’ romanı ve 1949’da çekilen aynı adlı film ile vatan hâini ilan edilmişlerdi.

İmamlara yönelik yıpratma çabaları ilk değil. İmamlar ve hocalar, 1923’te yazılan ‘Vurun Kahpeye’ romanı ve 1949’da çekilen aynı adlı film ile vatan hâini ilan edilmişlerdi.

Yıl, 1919.  Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın romanından uyarlanan ve Ahmet Fehim’in yönettiği Mürebbiye filmi, işgâl kuvvetlerince yasaklanır. Franchet D’Esperey’in isimli Fransız subayı, filmdeki Anjel’in şahsında Fransızların küçük düşürüldüğünü iddiâ eder.

Yıl, 1922. Yâkub Kadri’nin Nur Baba romanından uyarlanan Boğaziçi Esrârı filminin Eyüp Sultan Câmii avlusundaki seti, Bektâşiler tarafından basılır. Filmde, bir Bektâşî şeyhi, ahlâksız olarak anlatılmaktadır. 

Üç yıl ara ile iki film, iki itiraz. Birisi, işgâl kuvvetlerinden; diğeri, bu toprağın insanlarından. Boğaziçi Esrârı’nın film seti basıldığı zaman film ekibi, tası tarağı toplayıp kaçar. İstanbul işgâl altındayken Müslümanları küçük düşüren bir filmin çekilmesine şaşmamak gerekir. Şaşılacak olan şey, film ekibinin yerli oluşudur. 

SİNEMA İLE TANIŞMA

Osmanlı toplumu sinema ile Galata’da bir birahânede gösterilen Lumière Kardeşler’in “Trenin La Ciotat Garı’na Varışı” filmi ile tanışır. Gösterim, Polonya Yahudisi olan Sigmund Weinberg tarafından yapılır. Saray ise daha evvel, Fransız Bertrand’ın sâyesinde sinema ile tanışmıştır.

1911 yılında, Manastırlı Manaki Kardeşler, Sultan Raşad Han’ın Rumeli seyahatini filme alır. 14 Kasım 1914’de Fuat Bey (Uzkınay) “Ayastefenos’daki Rus Âbidesi’nin Yıkılışı” belgeselini çeker. 1915’de Merkez Ordu Sinema Dâiresi’nin (MOSD) kurulması ile kurumsal sinema başlar. Amaç, cepheyi anlatan filmler çekmektir.

Birinci Cihan Harbi yıllarında Weingberg’in çektiği Leblebici Horhor ve Himmet Ağa’nın İzdivâcı; Sedat Bey’in (Simavi) çektiği Pençe ve Câsus gibi filmlerle yerli filmlerin ilk devresi başlar. Bu filmler, toplumun değerlerine saygılı değildir. Meselâ Pençe, evlilik karşıtı bir filmdir. Bu yıllarda, yabancı filmler de İstanbul sinemalarında gösterilmektedir. 

SİNEMADAKİ HAÇLI ZİHNİYETİ

Burada biraz duralım ve o yıllarda gösterilen yabancı filmlerin muhtevâsını anlamak için Ahmet Hikmet’in (Müftüoğlu) ilginç bir sinema yazısını okuyalım. Târihçi Sinan Çuluk’un arşivinden haberdar olduğum yazı, 15 Kasım 1924’de (15 Teşrîn-i Sânî 1340) Resimli Gazete’de yayınlanmış. 

“İslâmlar Aleyhindeki Sinema Mevzûları  Nasuh Efendi bugün pek müteessir görünüyordu. Donuk bir sarılık ve kırmızı ince çizgiler altında beliren siyah gözbebekleri her zamankinden daha az müteharrik idi. Söze başladığı sırada elim bir bahs açacağı evza’ından anlaşılıyordu. Çayının yarım kadehini bir hamlede içtikten sonra dedi ki:

- Bundan tam on yedi yıl evvel Fransa’da «Amiyen» Kasabası’nı ziyâret ettiğim sırada gördüğüm «Piyer Lermit» in heykeli huzûrunda dakikalarca devam eden bir istiğrak hâli geçirmiştim. Avrupa Hıristiyanlarının kalplerine İslâmiyet’e karşı nefret hissini ilk telkîn eden bedbaht Piyer Lermit’tir. Bu câhil papaz yalın ayak başı kabak ve belinde eski bir ipten zünnar olduğu hâlde yıllarca Avrupa’yı bir eşek üstünde dolaşmış ve câhil halkı İslâmiyet aleyhine tehyîc etmişti. O zamanki Kudüs Patriği «Simon» un telkîni ve Papa İkinci «Urban» ın teşvîkiyle İslâmlar bilhassa o târihte Kudüs’ü zapt eden Selçukî Türkleri aleyhine Avrupa’yı kışkırtmıştı. Piyer İtalya’yı, Fransa’yı, İspanya’yı, Almanya’yı dolaşmıştı. Kralların saraylarına girdi. Derebeylerinin şatolarında misâfir oldu. Gittiği yerlerde İslâmiyet aleyhinde îrâd eylediği nutuklar o mertebe tesir etmişti ki halk, «Piyer» i Allah tarafından ib’as olunmuş müncî addiyle libâsını öpmeye ve bindiği eşekten bir kıl kopararak necât-ı dâreyne hâdim yâdigâr-ı kudsî hürmetiyle hıfz etmeğe kadar varmışlardı. Halkın galeyan eden taassub-ı câhilânesinden istifâde eden Papa İkinci «Urban», «Klermon» ve «Plezans» şehirlerinde akd eylediği Rûhânî Meclislerin karârı üzerine Birinci Ehl-i Salîb Seferi’ni ilan etmiş, ya’ni Hıristiyanlık ile İslâmiyet’in arasında yükselen kin duvarının kara temel taşını koymuştu.

Ben o gün, «Piyer Lermit» in heykelini temâşâ ederken, kin yüzünden dökülen kanları, harap olan şehirleri ve bu yüzden İslâm, Hıristiyan kitle-i insâniyetin çektiği cefâyı düşünüyor ve yirminci asırda cihâna hükümrân olan nûr-ı umûmî-i irfânın taassup denilen vicdanlardaki siyah lekeyi izâle ettiğine hükm eyliyordum. On yedi yıl evvel ne kadar yanılmışım! Hıristiyan Avrupa ve Amerika’nın umûmî vicdânında bu şâibe-i siyah-ı taassup hâlâ eski gayzı, eski şiddetiyle kâim etmiş. Bunu Balkan Muhârebesi, Harb-i Umûmî bütün üryânlığıyla gösterdiği gibi bugünkü sulh devrinde dahî, gittikçe uyanan ve Avrupa ve Amerika ile temâs ve münâsebeti ziyâdeleşen İslâm âleminin intibâhına rağmen bu kin, her fırsattan istifâde edilerek, bilâ-ârâm yine işa’a olunuyor.

Sinemalara devam ediyorsanız, sahâ-i cevelânı Asya ve Afrika olan mevzûlara dikkat ediniz. Sizin en harîm izzet-i nefsinizi incitecek bir vesîle bulursunuz. Güzel zaman geçirmek için vakt ü nakd sarf ederek gittiğiniz bu teferrücgâhdan rûhunuz mütekallis, kalbiniz rencîde olarak çıkarsınız.

Sinemaların hayâlî ve târihî vekâyi’inde ihânetkâr şahıslar mutlaka İslâmlardan intihâb olunur. Zâlimler, kâtiller, müstebidler mutlaka ya bir fesli veya sarıklı bornoslu İslâmdır. Vak’a Hindistan’a âid ise kahraman mutlaka İngiliz veya Avrupalıdır. Müstekreh roller İslâmlara âiddir. Hattâ Mecûsîler, Budistler İslâmlardan daha necib vaziyetlerde temsîl edilirler. Geçende «Genç Raca» ve «İki Bayrak Altında» ismiyle iki sinema seyretmiştim. Benim ile berâber bunları İstanbul ahâlisinin büyük bir kısmı da temâşâ etti. Bunun birincisinde Mecûsî «Genç Raca» nın hükûmetini zapteden Emir Abdullah hilekâr ve Cezâyir’de cereyân eden «İki Bayrak Altında» mevzûunda Arap şeyhi câsus, hâin, dessastır. Avrupa’daki sinemalarda Ermenilerin, Rumların telkînâtiyle aleyhimize tertip olunan sinema mevzûlarını bu bahse idhâl etmek istemem. Fakat memâlik-i İslâmiye’ye temâs eden her hangi bir vak’ada İslâmları müstemirren nefret-engiz bir hâlde temsîl etmeyi taassubun en bâriz tezâhürü addetmekte elbette hakkım vardır.

Nasıl oluyor da dînimizin aleyhindeki bu gibi vekâyi’ İstanbul’un sinema sahnelerinde câ-yı temsil buluyor? Tiyatrolara sansür va’z eden hükûmetimizin sinemaları tetkîk etmek hakk-ı sarîhi değil midir?

Bu gibi temsîllere ve tezâhürlere de lehülhamd ilmi ve iktidârı kifâyet eden ve gözleri açılan İslâmların da bundan sonra mukâbele-i bi’l-misle tasaddîleri âheng-i münâsebât-ı beşeriyeyi haleldâr etmez mi? Bu gayz ve kin ne zamana kadar devam edecek? Ve ne zamana kadar Piyer Lermit zihniyeti Avrupa’da revac-yâb olacaktır.”

Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun tespitleri, sinemadaki haçlı zihniyetini, devrine göre çok isâbetli bir şekilde ortaya koyuyor. Müftüoğlu, Müslümanları küçük düşüren filmlerin İstanbul sinemalarında gösterilmesinden ve iktidârın buna izin vermesinden rahatsız iken aynı dönemde, İstiklâl Harbi’nin dindar kahramanlarını tahkîr etme süreci başlamıştır. 

Yukarıda bahsettiğim film setinin basılması hâdisesine bakınca, zaferden sonra memleketin gerçek sâhiplerinin müspet anlatıldığı; Müslüman toplumun değerlerinin önemsendiği filmler yapıldığını düşünmek gerekir. Maalesef böyle olmaz. İşgâl kuvvetleri memleketi terk eder ama, geride Müslüman toplum ile savaş hâlinde olan müttefiklerini bırakırlar. Romancıları ve sinemacıları.

“İMAMI YOK EDİN”

Müslüman din görevlilerinin millî mücâdelenin itici gücü olacağına inanan Çorlu Metropolidi’nin, bâzı Avrupa ülkeleri ve ABD’ye gönderdiği mektuptaki ifâdeleri imamın Türk toplumundaki önemini yeterince ifâde ediyor: “Dindar ve mânevîyâtlarına derin bağlar ile merbût olan Türkler, çılgınlık addedilse dahî,  eğer aklın reddettiği hâdiselere başvuracak olurlarsa bu mâceraya dinî şahsiyetler tarafından  sürükleneceklerdir. Bu din adamları, her Türk köyünde mevcûttur. Türklerin asıl mahrûm bırakılmaları şart olan  istinadgâhları bu mânevî teşkilâttır.” (Taceddin Ural, Medyatik Kuşatma, Sh. 36)

Çorlu metropolidi haklıdır. Maraş Kalesi’ne Fransız bayrağı çekildiğinde isyânı başlatan kişi, “Bayrak olmadan Cuma kılınmaz.” diyen Ulu Câmi imamıdır.

VURUN KAHPEYE SÜRECi

Ahmet Hikmet’in yazısından bir sene evvel, bir gazetede, Hâlide Edib’in “Vurun Kahpeye” romanı tefrîk edilmeye başlanır. Dindarların yobaz ve sahtekâr olarak anlatımı, edebiyatın eski bir hastalığıdır. Ancak bu roman, dindar insana çok alçakça bir iftirâda bulunur. İstiklâl Harbi’nin kahramanı olan hocaları, Yunan ile işbirliği yapan ve vatansever Âliye Öğretmen’i taşlatan Hacı Fettah olarak anlatır.  Oysa koskoca İslâm târihinde bir-iki recm vakası vardır. 

Hâlide Edib, “Vurun Kahpeye” diyerek hocalara, imamlara öldürücü bir darbe vurur. Roman, çok tesirli olur. Devrimlere itiraz edenler, kolayca vatan hâini damgasını yer ve istiklâl mahkemelerinde i’dam edilirler. Muhâlefet o kadar sinmiştir ki 1949’da Vurun Kahpeye filmi çekildiğinde, sâdece Sebilülreşad Dergisi’nden itiraz yükselir. 

Roman, iki kere daha filme alınır. Dindar insanları ve imamları, Cumhuriyet neslinin şuuraltına, yobaz ve hâin olarak yerleştirir.

iMAMIN DÖNÜŞÜ

Sinemanın din ve dindar ile çatışması, millî sinema akımı ile düzelme yoluna girer. Bu akımı, “Birleşen Yollar” filmiyle başlatan Yücel Çakmaklı, seksen sonrası, “Hacı Fettah” tipini bertaraf eden filmler çeker. Küçük Ağa’nın “İstanbullu Hoca”sı, gönüllerde taht kurar. Sâhibini Arayan Madalya’nın “Râfet Hoca”sı, İstiklâl Harbi’nin hoca ve imamlarına saygı duruşu niteliğindedir. Bugün, Vurun Kahpeye ile başlayan damar devam etse de sinemada imam anlatımında bir hayli mesâfe alındı. İmamlar da hatâ yapar. Onlar da eleştirilmelidir elbette. Ancak, Piyer Lermit zihniyetinin zirve yaptığı bu günlerde, mahallemizin imamına sâhip çıkmak hayâtî önem taşıyor.

Kaynak: Kerime YILDIZ / Gazete Vahdet

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER