© Dini Haberler 2020

Tahran-Riyad krizindeki ince hesaplar

Suud, DAEŞ ve el-Kaide\'ye katılımı engelleyememiş olmalı ki, Ocak başında onlarca kişi kılıçtan geçirilip, kurşuna dizilerek idam edildi. Bunun yanı sıra, Mısır\'daki, Bangladeş\'teki idamlara, Suriye\'deki mezalime ve hatta Hizbullah lideri Semir Kantar için bu kadar yüksek ses çıkarmayan İran\'ın da ince hesaplar peşinde olduğu çok açık. Görünen o ki Suud ve İran arasındaki gerilim biraz daha artarak “soğuk savaş” taktikleri ile tırmanmaya devam edecek.

Gerçek Hayat'ın bu haftaki sayısında Turan Kışlakçı, Tahran-Riyad krizinin perde arkası ve Türkiye'nin bölgedeki rolünü ele aldı.

2016 yılına Suud-İran gerginliği ve Suriye'nin Madaya beldesindeki açlık ölümlerini belgeleyen fotoğraflar ile girdik. Rejim ve Hizbullah militanları kuşatması altındaki Madaya'dan gelen görüntüler ümmetin çaresizliğini ve en utanç verici halini gösteriyordu. Onlarca kişi açlıktan ölmüş ve binlerce insan ölümü bekliyordu. Yardımlar, açlıktan sokak hayvanlarını yiyen insanlara ulaştırılamıyordu. Gelen resimlere bakmamak için kendime engel olmaya çalışsam da yine de bakmak zorunda kalıyordum. Ve sonuç insanlığımdan utanıyorum ve gözyaşlarımı tutamıyorum. Şimdilerde hafızamın tamamen boşalmasını ve zihnime hiçbir şeyin gelmemesini umut ediyorum. ABD'nin Irak ve Afganistan işgalinden sonra, böylesi karelere o kadar çok tanıklık ettim ki hayatın manasını birçok kez sorgulamak zorunda kaldım.

Suud kimleri niçin idam etti?

Suudi Arabistan, 2 Ocak Cumartesi günü 47 kişiyi idam ettiğini açıkladı. İdam edilenlerden 3'ü Şii idi ve aralarında Şii din adamı Nimr el-Nimr'de vardı. Nimr, ateşli konuşmaları ile hem bölünmeyi savunuyordu hem de Suud'da yüzde 10 nüfusa sahip olan Şii halkını ayaklandırmakla suçlanıyordu. Nimr, 2012 yılındaki gösteriler sonrasında tutuklanmıştı. Diğer 43 kişi ise terör eylemlerine karıştıkları ve el-Kaide ile DAEŞ bağlantıları gerekçesi idam edilmişlerdi. İdam edilenlerin hemen hemen tümü Suud vatandaşıydı. Suudi Arabistan, el-Kaide'nin ülkedeki lideri Faris eş-Şuveyli ez-Zahrani ve diğer bağlılarını 2004 yılında tutuklamıştı. Zahrani, Suud'un aradığı en tehlikeli insanlar listesinde idi.

Suud aslında, 1980 yılında Cuheyman el-Uteybi tarafından düzenlenen Mekke baskınından sonra ilk kez bu kadar Sünniyi idam ediyordu. Ayrıca, İnsan Hakları İzleme (HRW) örgütü de Suudi Arabistan'ın, 2013'te DAEŞ'in ortaya çıkması sonucu, ilk kez vatandaşlarını cihadi eylemlere katıldığı gerekçesiyle idam ettiğini açıkladı.

Bu iki gerçek bize, aşırı Sünni silahlı grupların Suudi Arabistan için Şii muhalefetten daha çok tehdit oluşturduğunu ortaya koyuyor. Bunun yanı sıra, olayı iyi analiz ettiğimizde Suud'un, hakikatte el-Kaide lideri Faris ez-Zahrani ve adamlarını idam ederken aşırı muhafazakar çevrelerden gelecek “krallık ayrılıkçı şiilere ayrılıkçılara dokunmuyor, sünnileri idam ediyor" eleştirilerine maruz kalmamak için de 3 Şii'yi idam ettiği ortaya çıkıyor.

Suud'un apar topar bu kararı almasında 26 Aralık'ta DAEŞ terör örgütü lideri Ebubekir Bağdadi'nin “Teröre Karış İslam İttifakı"nı kuran Suud'a karşı isyan çağrısında bulunduğu ses kaydının yayınlanması etkin rol oynuyor ve Suud'un bu ses kaydı sonrası cihadcıları açıkça hedef aldığı görülüyor.

Riyad yönetimi, uzun süredir, Suriye ve Irak'a giden ve DAEŞ'e katılan vatandaşları dolayısıyla ciddi bir güvenlik tehdidi ile yüz yüze olduğunu dile getiriyordu. Ülke içinde son yıllarda Şii camilere ve güvenlik merkezlerine yönelik birçok saldırı düzenlenmişti. Suudi yönetimi, bu olaylar sonrası DAEŞ ve el-Kaide yanlısı yüzlerce kişiyi tutukladı. Tutuklamaların çoğu internet üzerindeki yazışmalardan elde edilen bulgular üzerinden olmuştu.
 

 


Suud yönetimi, güvenlik sebepleri nedeniyle 2014 yılında Suriye'de “cihada" katılımı suç olarak kabul etti. Suud müftüsü de, “Suriye'de cihada gidenleri şehadet değil büyük bir yıkım bekliyor" diye açıklamada bulundu. Fakat Suud'un attığı tüm bu adımlar DAEŞ ve el-Kaide'ye katılımı engellememiş olmalı ki, Ocak başında onlarca kişi kılıçtan geçirilip, kurşuna dizilerek idam edildi. Burada ince hesapların yapıldığı çok iyi görülüyor.

İran neden bu kadar ses çıkardı?

İran, her yıl yüzlerce kişiyi siyasi nedenlerle ve özellikle bazılarını da Suudi Arabistan lehine çalışmakla itham edip idama mahkum ediyor. İdam edilenlerin büyük çoğunluğunu Kürtler, Beluclar, Ahvazlılar ve Azeriler oluşturuyor. Büyük bir meydanda halkın ve medyanın huzurunda idam edilenlerin resimleri her ay dünya medyasına düşüyor. Bunları gözönüne getiren uzmanlar, “İran, idamlardan dolayı şikayette bulunacak en son devlettir" açıklamasında bulunuyor. Bunun yanı sıra, Mısır'daki, Bangladeş'teki idamlara, Suriye'deki mezalime ve hatta İsrail tarafından öldürülen Hizbullah lideri Semir Kantar için bu kadar yüksek ses çıkarmayan İran'ın da ince hesaplar peşinde olduğu çok açık bir şekilde mülahaza ediliyor.

Uzmanlar, İran'ın 3 Şii'nin idamına diplomatik sınırları aşarak bu kadar sert tepki vermesini, son yıllarda Suriye ve Irak'taki uygulamalarından dolayı kendisinden rahatsız olan Şiileri etrafına kenetlemek için yaptığı yorumunda bulunuyor. Ayrıca bölge halkları nezdinde kaybettiği kamuoyunu yeniden kazanma girişimi için bir hamle olduğu analizinde bulunuyor. Buna ek olarak, İran'da 26 Şubat'ta düzenlenecek Uzmanlar Meclisi (Hubregan) ve 10. dönem milletvekili seçimleri muhafazakarlar ve reformcular arasında bir dönüm noktası olarak görülüyor. Bundan dolayı muhafazakarların bu gerginliği büyüterek seçimlerde güç elde etmek istediği de ifade ediliyor.

Suud-İran arasındaki gerilimin tarihi, 1979 İran Devrimi'nin olduğu yıllara kadar uzanıyor. İran-Irak Savaşı bu gerilimi besleyen en büyük olaylardan biri idi. İran, o dönemde, Suud'u Saddam Hüseyin'e destek vermek ile suçlamıştı. İki ülke arasındaki kriz, son yıllarda, Suud'un 2011'de Bahreyn'deki gösterilere askeri müdahalesi, Suriye'deki savaş, Lübnan'daki siyasi kriz ve Eylül 2015 Haccı'nda Mina'daki izdihamda yüzlerce İranlı hacının ölümü dolayısıyla daha da tırmanmıştı. Hakikatte, uzmanlar iki ülke arasındaki halihazırdaki krizi son 30 yılın en kötü aşaması olarak okuyorlar. Daha önce iki ülke arasındaki kriz bu dereceye varmamıştı deniliyor.

 


Tahran ve Meşhed'deki Suudi Arabistan elçiliklerinin yakılması, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin kesilmesi ve savaş naralarının atılması olayın ciddiyetini göstermeye yetiyor. Fakat iki devlet arasındaki düşmanlığın tarihine baktığımızda burada daha öte bir sürprizin olmayacağını söyleyebiliriz. İran'ın burada yaptığı en büyük hatalardan bir tanesi, her krizde olduğu gibi diplomatik temsilciliklere ve diplomatik misyon mensuplarına saldırmasıydı. Dünya devletleri arasında İran'ın bu konudaki sicili de zaten hiç parlak değil.

"İran-Suud krizi neden şimdi patlak verdi? Bu kavga bir mezhep kavgası mı? Suud ve İran'da neler oluyor? İran'ın Pers rüyasına Şii düşünürler ne cevap veriyor? Bölgeyi ne gibi tehditler bekliyor. Pers-Arap kavgası arasında Türkiye ne yapacak? Bu krizin Rusya'ya etkisi ne olacak?

Bölgede soğuk savaş yıllarına dönüş

Tüm bunlar gösteriyor ki, Suud ve İran arasındaki gerilim biraz daha artarak “soğuk savaş" taktikleri ile tırmanmaya devam edecek. İki devletin, Suriye ve Yemen'deki müttefiklerine destekleri arttıracağı ve bunun da vekalet savaşlarını ve mezhep gerilimini arttıracağı inkar edilemez bir gerçek.

Coğrafyamızda son yıllarda bölgesel bir kavganın olduğu bariz bir şekilde görülüyor. Petrol fiyatlarının düşürülmesi, İran'nın Batı ile nükleer müzakereleri, yaptırımların kaldırılması girişimleri, Tahran'ın uluslararası arenaya dönüşü ve Batılı bakanların sık aralıklarla İran'a artan ziyaretleri ve Suriye görüşmelerinde iki ülkenin karşı masalarda oluşu bu kavganın diğer bir çehresini gösteriyor. Bu gelişmeler ayrıca bize, gerçekte siyasi olan kavganın, bölgesel ve yerel alanda mezhebi kavgayı tetikleyeceğini ve iki ülke arasındaki ilişkilerinde uzun süre donuk süreceğinin işaretini veriyor.

Sorun İran'ın bölgede rol alması değil. Onurlu bir şekilde elbette rol alması onun da hakkı. Ancak yıllardır izlediği mezhebi politikalar dolayısıyla yıprattığı coğrafyamızda mezhebi kullanarak bölge halkının kıyımına iştirak etmesi ve diktatörlerden yana tavır olması çok ürkütücü bir tablonun ortaya çıkmasının yanısıra İran'ın Batı'nın emellerine hizmet ettiğini de gösteriyor. Iraklı ünlü Şii alim merhum Seyyid Mehdi el-Hekim, “Saddam her şeyde zalim idi. Fakat zulmünü ortak dağıtmakta adildi" diyordu. Saddam, Şii, Sünni ve Kürt demeden herkese zulmediyordu. Çünkü, diktatörlüğün ve zulmün dini yoktur. Iraklı ünlü Şii edebiyatçı Ahmed el-Muhna, şunları söylüyor: “Saddam zulmünü herkese eşit dağıtıyordu, fakat bugün benim mezhebime bağlı olanlar, Şiileri hem Yahudileştirip gettolara mahkum ediyor hem de zulmü bir grup ekseninde yoğunlaştırıyor."

 

 

İran bölgede ne yapmaya çalışıyor?

İran'ın bölgede ve hatta İslam coğrafyasında ne yaptığını anlamak için Afganistan ve Irak işgali dönemlerine, Irak'ta 2007 sonrasında oluşan politikalara ve Suriye'de ortak olduğu mezalime dönüp bakmamız gerekiyor. Bunun yanı sıra, İran asıllı Amerikalı, Beyaz Saray'da ve ABD Dışişleri Bakanlığı'nda danışmanlık yapmış olan Vali Nasr'ın 2006 yılında kavramlaştırdığı “Şii Uyanışı" kitabına bakmak gerekiyor. Ayrıca son 15 yılda, İran'ın kendi alanını giderek genişletmesiyle beraber bölgede ciddi tedirginlikler yarattığını belirtmemiz gerekiyor.

Irak işgali sonrası ABD, bölgeden çekilirken de düşman(!) ilan ettiği İran'a Bağdat'ı teslim etmişti. İşgal, talan ve tecavüz edilen Irak, mezhep çatışması için Batı'ya lazım olan İran'a altın tepside sunuldu. Bugün Irak, artık ikinci bir İran'dır. Nitekim ABD'nin Irak'ın başına koyduğu Maliki yönetimi, her alanda İran'la işbirliği içinde yürümekteydi. Yine Afganistan'a müdahale eden Batı, orada yüzde 9'larda olan Şii Hazaraları devletin kilidi konumuna getirmişti. İran'ın Esed'e destek için Suriye halkının katliamına müdahil olması ve Yemen'de Husilere verdiği destek ile bölgede dengeleri alt üst etti. İran'ın başta Lübnan olmak üzere İslam coğrafyasının birçok “Mukavama/Direniş" adı altında yürüttüğü çalışmalar, bölgede hem mezhepçiliği hortlattı hem de iç savaşın temellerini attı. Batı'nın “İslam'a karşı İslam" ile yapmak istediği tam da buydu. Yani Şii-Sünni yaklaşımlarıyla iki İslam'ı vuruşturmayı amaçlıyorlardı.

Büyük güçler, sınırları içinde yaşayan Müslümanların Şia'ya yönelmesini, Sünni İslam'da kalmalarına tercih ediyor. Sünni Müslüman nüfusa sahip Çin, Rusya, hatta Hindistan dahi bu yöntemi uyguluyor. Müslümanların yaşadığı coğrafyaları İran'ın etkisine açıyorlar. İran'a düşman algısı oluşturan ABD ve Batı ise işgal ettiği ülkeleri, toprakları İran'a terk ediyor. Irak'ın İran terkiyle ve Suriye'de İran'ın Esed ile birlikte yaptığı katliamlara sessiz kalınarak Arap-İslam coğrafyasının ortasına bir Şii kitle konarak mezhep gerilim zirveye çıkarılmıştır.

Bunu fırsat olarak gören İran da kadim Pers imparatorluğunun rüyasını yeniden görmeye başladı.

"Tahran-Riyad gerginliği en çok Rusya'yı endişelendiriyor. Ki bundan dolayı Rusya hemen arabuluculuk için aday olduğunu açıkladı. Rusya bugün Sünni dünya ve Şii dünyası arasında yol ayırımında."

Perslerin ve Şah İsmail'in rüyası

İran yeniden Perslerin ve Şah İsmail'in yayılmacı rüyasını görmeye başladı. Pers imparatorluğu Anadolu'dan Suriye ve Yemen'e, Kafkaslardan Afganistan'a kadar etkili büyük bir güçtü. Persler, bu bölgeleri kendi gücü ve tabii hinterlandı olarak görüyordu. Perslerden yıllar sonra Şah İsmail benzeri rüyaya kapıldı ve bu hinterland ele geçirmek için İran'ı Şiileştirdi ve siyasi hedefleri için bu Şiileri kullanmaya çalıştı.

Bugünkü İran coğrafyası hakikatte Selçukluların coğrafyasıydı, Sünni Türklerin hakimiyetindeydi. Osmanlı devletine karşı bir cephe açmak isteyen Safeviler Şiiliği seçerek, oğuz boyundan Türkmenleri, bugünkü Azerilerin dedelerini Şiileştirdi. İran, Orta Asya ile Osmanlı arasında bir bariyer oldu. Orta Asya ile Osmanlı'nın siyasi, kültürel bağları koptu. Osmanlı, Rus ilerleşiyi karşısında Asya'daki Müslümanların yardımına bu bariyerden dolayı gidemedi. Şah İsmail'in Anadolu üzerinden Suriye ve oradan Akdeniz'e inme rüyasını ise Yavuz Sultan Selim engelledi. İranlı ünlü düşünür Ali Şeriati, Şah İsmail bu rüyaya kapılmasaydı, Osmanlı batıyı Müslümanlaştıracaktı diyordu.

Şah İsmail'in rüyası çöktükten sonra 500 yıl İslam dünyası rahat bir nefes aldı. Hatta Nadir Şah döneminde Şii-Sünni yakınlaşması için İran ve Osmanlı arasında çok önemli adımlar atıldı. Ta ki İran devrimine kadar. Hatta İran devrimi öncesi Suud yönetiminin Şiilerle ilişkileri iyiydi ve Avrupa'da okuyan birçok Şii, Suudi Arabistan'ın bursuyla okumuştu. Bunlar arasında bugün Irak'ta bakan olmuş Şiiler de var.

Batı, Rusya, Çin ve Hindistan İslam dünyasının ortasına bir Şii tampon bölgesinin kurulmasını istemekte. Çünkü bu coğrafyanın kendi iç meseleleri üzerine boğuşması onların da bu coğrafyayı istediği gibi sömürmesinin önünü açacaktır. Perslerin yeniden önünün açılması ve Irak'ın onlara altın tepside sunulmasının gerisinde Batı'nın dile getirdiği bu bariyer düşüncesi ve İran'ın 500 yıl sonra gördüğü Şah İsmail'in rüyası yatmaktadır.

Şiiler Pers rüyasına nasıl bakıyorlar?

Doğrusu birçok Şii , Pers rüyasının peşine düşen, Irak'ta ve Suriye'de bu coğrafyanın çocuklarını katleden İran'a ciddi tepki gösteriyor. Fakat, İran suikastler ve baskı ile son yıllarda birçok Şii düşünür ve alimi susturdu. İran'ın yıldırma politikaları rağmen cesurca konuşmaya devam Şii düşünür ve alimlerin sayısı da azımsanacak kadar az değil.

2014 yılında hayata veda eden ünlü Lübnanlı Şii alim Hani Fahs, 1515 yılında Şah İsmail'in bıraktığı yerden yayılmacılık siyasetini aynı yöntem ile sürdürmek isteyen İran'a sert tepki verenlerdendi. İran'ın Şah İsmail ve Pers rüyasına kapılmasının Şiilere çok büyük zarar verdiğini belirten merhum Fahs, “Şah İsmail'den sonra Şiiler bu coğrafyaya 500 yılda zor uyum sağladı. İran'ın aynı rüyası yüzünden 500 yıl daha kaybetmek istemiyoruz" demişti.

Iraklı ünlü Şii düşünür Ahmed el-Muhna da, “mezhebimin mensupları Irak'ta, Lübnan'da ve daha birçok yerde iktidar olmadan önce veya güce kavuşmadan önce tüm Arap ve İslam coğrafyasında edebi, siyasi ve toplumsal hareketler arasında Şiiler vardı. Hatta solcu, milliyetçi ve demokratik hareketler içerisinde bile. 2005 yılına kadar Irak'ta Şiiler mazlumdu. Lübnan Hizbullah'ı tüm İslam aleminde el üstünde tutuluyordu ve hatta ünlü batılı filozof Michel Foucault bile devrimimize sempati duymuştu. Fakat “Soğuk Savaş"ın bir aleti haline getirildik" diyor. Yahudilerin geçmişte yaşadıkları uzlet gibi Şiiler de bir uzlete mahkum ediliyor diyen Muhna, geleneksel mazlumiyet teorimiz artık kimsenin umurunda değil çünkü artık herkes bizden nefret ediyor. Suriye, Irak ve Yemen'de İran'ın oynadığı oyunlardan dolayı bu kez zalim, mazlum taifenin içinden çıktı" diye feryat ediyor.

Hizbullah'ın kurucusu Suphi Tufeyli, Lübnanlı Şii alim Ali el-Emin gibi daha birçok kişi İran'ın Pers rüyasına sert tepki veriyor.

"Sudan ve Nijerya'dan, Endonezya ve Malezya'ya İslam dünyası son yıllarda resmen İran'a isyan ediyor. İran'ın bunu görmesi ve bu hendekten çıkması için yardımcı olabilecek tek ülke de Türkiye."

Pers-Arap krizinin reçetesi Türkiye

Pers-Arap kavgasının kökleri çok derindir ve ayrıca Şii-Sünni mezheb kavgasının da. Bu coğrafyada bu kavgayı engelleyebilecek tek ülke Türkiye'dir. Son Tahran-Riyad gerilimi tamamen siyasidir. Suud, milli güvenliği tehlikede olduğu gerekçesiyle 47 kişiyi idam ettiğini ilan etti. Bölgesel güç olmak için çabalayan İran da kaybettiği kamuoyunu yeniden kazanmak için bir mücadele veriyor. İran, Arap Şiileri hem Suudi Arabistan'a karşı hem de Türkiye'ye karşı kullanmak istiyor.

Son yıllarda Iraklı Sünniler yalnızlaştırıldı ve bugün güçlü bir hamileri olmadığı için terör örgütü DAEŞ'e mahkum edildiler. Suriye'de 6 yıldır devam eden zulme bugüne değin hem İslam alemi hem de Batı sessiz kaldı. Suud, bugün Suriye'de İran'a cevap vermeye kendini zorunlu görüyor.

Türkiye Pers-Arap krizini çözmek için Suriye'deki siyasi muhalif kanada desteğini daha çok arttırmalı ve mezhebi tıkanıklığı çözmeli. İran'a son yıllarda izlediği mezhep eksenli politikalarının Sünni sokakları rahatsız ettiğini çok iyi açıklamalı. Sudan ve Nijerya'dan, Endonezya ve Malezya'ya İslam dünyası son yıllarda resmen İran'a isyan ediyor. İran'ın bunu görmesi ve bu hendekten çıkması için yardımcı olabilecek tek ülke de Türkiye. Türkiye aynı zamanda Suudi Arabistan'a Arap Şiileri de kapsayacak bir siyaset gütmesi için destek vermeli. Bunun yanı sıra, Türkiye'nin yeni yol haritası ile Rusya'dan Kürt kartını geri almalı.

Rusya Suriye'de bir bataklıkta

Tahran-Riyad gerginliği en çok Rusya'yı endişelendiriyor. Ki bundan dolayı Rusya hemen arabuluculuk için aday olduğunu açıkladı. Rusya bugün Sünni dünya ve Şii dünyası arasında yol ayırımında. Rusya, Suud-Türkiye yakınlaşmasını da Sünni ittifakın güçlenmesi olarak okuyor. Suudi Arabistan'ın Asya'daki birçok ülke ile ilişkileri hem Tahran'ı hem de Moskova'yı korkutuyor. Suud, Rusya'nın BM Güvenlik Konseyi'nde Yemen için lehine verdiği desteği kaybetmemek adına Yemen'de hızlı adımlar atabilir.

Rusya bütçesi, 2016 yılı için, bir varil petrol fiyatını 50 dolar olarak belirledi. 36 dolar civarında olan petrol fiyatları yükselmez ve bu seyirde devam ederse Rusya bu yıl içinde ekonomik krizle boğuşmak zorunda kalabilir ve Suriye'deki askeri harcamalar Moskova'ya çok ağır gelebilir. İran-Suud krizi Suriye'ye yansır ise Rusya bu kez hakiki manada tercih yapmak zorunda kalacak ki bu da onun için çok zor. Çünkü Arap ve İslam aleminin tümünü kaybetmekle karşı karşıya.

İran hem ekonomik hem de askeri olarak bölgede yeni bir savaşı kaldıracak güçte değil. Her ne kadar askeri şovlar yapsa da hem uçak füzeleri yeterli değil hem de hava savunma sistemleri yok. İran'ı en çok korkutan ise bu bölgesel krizin iç siyasete yansıması. Bunun da İran için ciddi sonuçları olacak. İran'ın dini lideri Hamaney de hasta olduğu için Muhafazakarlar da onun yerini alacak bir isim üzerinde henüz uzlaşmış değil. Reformcular, Suudi Arabistan ve Türkiye'ye yönelik ılımlı bir yol izleyebilir. Fakat ona da İran Devrim Muhafızları müsade etmiyor. Reformcu birçok lider 6 yıldır halen ev hapsinde.

İran ile Arap alemi arasında kalan Rusya, yeniden İslam alemine ve Sünni dünyaya yakınlaşmak için Türkiye ile ilişkilerini gözden geçirmek zorunda kalacak ki, zaten ekonomik sinyaller bu gerçeği çoktan zorunlu kılmış durumda. Kaynak: Yeni Şafak

İlginizi Çekebilir

Sokak röportajı saçmalığına ne zaman son verilecek?

Irkçılar, sokak röportajı sırasında başında üşüştükleri Suriyeli çocuklara küfretti ve saldırı girişiminde bulundu.

Tesettürden vazgeçme

Genç Dergisi medyanın görmezden geldiği mütesettir kadınların hikayesini okuyucularına aktarıyor.

Metaverse “intibak” sağlanabilecek bir ortam mıdır?

Manisa İl Müftülüğü “metaverse” konusunda aceleci sonuçlara varmış!

Türkiye'yi ayağa kaldıracak gelişme! Hepsi işin içindeymiş

Sabah gazetesi yazarı Dilek Güngör, TL'ye erişmekte zorlanan Londralı bankaların, Türkiye'de iş yapan bazı şirketleri paravan olarak kullandığını, Türk şirketlerin buradan TL krediyi çekip, Londra'daki bankaya taşıdıklarını ya da dolar hesaplarını TL'ye çevirtip, Londra'da mevduat hesabı açtıklarını hatırlattı. "Londra'da bire 10 faizi alan bizim şirketler bu alışverişten memnundu. Fakat Londra'ya ulaştırdıkları TL'ler sonra Türkiye'de spekülatif işlemlerde kullanılıyordu" diyen Güngör, "Yine mi Brütüsler!" başlıklı yazısında, "Son dönemde bizim Brütüs'lerin (yine aynı isimler) o çetelere her an kullanacakları TL'yi park etmeye başladığını duyuyorum. Hem de öyle az buz rakamlar değil… Şirketler arasında Türkiye'nin dev holdinglerini mi ararsınız, gıdacılarını mı, limancılarını mı, inşaatçılarını mı… Büyükler 500'er milyon TL'nin üzerinde parayı göndermişler. Biraz daha küçükler 250'şer milyon TL" ifadelerini kullandı.

Yazarlarımızdan Abdullatif Acar'ın Yeni Kitabı Çıktı

Huzur ve saadete ulaşmak her insanın en öncelikli hedeflerindendir. Ancak her nedense bunu hep yanlış yerlerde arıyoruz. Nefsimizin doyumsuz arzuları, şeytanın telkinleri, heva ve hevesimiz bizi yanıltıyor. Anlık düşünüyor ve karar veriyoruz.

Robert Kolej’den Boğaziçi’ne .... -II

Boğaziçi tartışmalarından yola çıkılarak kültürel iktidarın serencamını görmek mümkün…

TÜM HABERLER