© Dini Haberler 2020

Pelikan haklı çıktı, Fitne değil gerçekmiş

Cumhurbaşkanı Erdoğan\'ın istemesi, Davutoğlu\'nun da Başbakanlığı ve AK Parti genel başkanlığını bırakması pelikandosyası\'nda yazılanların doğru olduğunu ortaya koydu.

Grup sayfamıza katılmak için >>> TIKLAYINIZ

DiniHaberler.com.tr:   AK Parti'nin olağanüstü kongreye gidiyor olması, pelikan dosyası adlı blogda ortaya atılan ve Başbakan Davutoğlu aleyhine, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ise lehine olan iddiaların gerçek olduğunu gösterdi.

Pelikan dosyasında yazılanların paralelcilerin yeni bir fitnesi olduğu düşünülmüştü.

Kader birliği yapmış iki dava arkadaşı Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başbakan Davutoğlu'nun arasını açmaya dönük fitne tohumları olduğu sanılmıştı.

Habervaktim.com olarak biz de öyle düşünmüş, Erdoğan ile Davutoğlu'nun arasının iyi olması temennisinde bulunmuştuk.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yakın bilinen kimi yazarların "paralel değil gerçek" şeklindeki paylaşımlarına "fitne körükleniyor" diye tepki göstermiştik.

Yanılmışız, yanlış yapmışız.

Meğer pelikan dosyasında yazılanlar doğruymuş.

Meğer Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başbakan Davutoğlu arasında büyük bir sorun yaşanıyormuş; ekipleri birbirlerinin altını oyuyormuş.

İşte pelikan dosyası ve Erdoğan'ın Davutoğlu'nun çekilmesini istemesiyle doğru olduğu ortaya çıkan o yazılar:

"Selam olsun

Hocanın ekibi yeterince konuştu.

Hocalarıyla beraber yeterince ortalığı karıştırdı.

Biraz da biz konuşalım mı?

Biraz da, REİS için canını feda edecekler konuşsun mu?

Çok az kişi aslında neler olduğunu biliyor.

Kabus gibi.

Hani çığlık atarsınız da kimse duymaz ya..

İşte öyle bir şey.

Hani herkesin ortasında cinayet işlenir de kimse aldırmaz ya..

İşte öyle.

Yani benim hissettiklerim öyle.

Her şey ortada, ama gören yok.

İnsanlar uyumak yerine, sırf ortada olanı görmeyi başarabilselerdi, benim bu yazıyı yazmama gerek kalmazdı…

Buradan çığlık atıyorum. Duyun artık:

Hanımlar! Beyler! Burası dehşet bir ülke.

Hiçbir şeyin yüzeysel bir bakışla görülemeyeceği bir ülke.

Üzerinde tüm süper güçlerin satranç oynadığı bir ülke.

Öyle Ergenokun’u pasifleştirmekle, paraleli tırstırmakla falan, bir günde güllük gülistanlık olacak bir ülke değil.

Bir haini def etseniz, yerine hemen yenisini getirirler.

Öyle kolay kolay, bizi bize bırakmazlar.

İcabında bizden olanları bile bize karşı hale getirirler.

Onun için gözlerinizi dört açın!

Etrafınızda ne oluyor, şöyle bir bakın.

Ama iyi bakın. Yüzeysel bakmayın.

Ve görün benim gördüklerimi.

Şimdi biraz da siz çatlayın:

*************************************************************************

Temayül yoklamalarında 1. Gül, 2. Yıldırım, 3. Davutoğlu çıktı.

Buna rağmen REİS hocayı parti başkanı yaptı.

Gül’ün çok yakışıklı İngiliz arkadaşları, bir de REİS’ten ve ailesinden nefret eden, ancak Hürriyet’e de pek aşık, ‘intifada’cı bir hanımı vardı.

REİS Gül’ü başkan yapmadı.

Yıldırım REİSçiydi.

Falsosu yoktu. Başarılıydı.

Parti tarafından seviliyordu.

Ama yeterince karizmatik değildi.

Kukla muamelesi yapacaklardı.

REİS Yıldırım’ı da başkan yapmadı.

Davutoğlu güzel konuşuyordu.

Hocaydı.

Ayrıca, görece tazeydi.

Uzun yıllar REİS’le de çalışmıştı.

Evet kibirliydi. Hem de çok.

Her şeyi o bilirdi. Ama teorik olarak.

Pratikte genelde çuvallardı. Örnek; Suriye.

“6 ayda Esed devrilir” dedi. Demekle de yetinmedi, bütün planlarını buna göre yaptı.

B planı yoktu. Çünkü çok emindi. Kendinden. Zekasından. Bilgisinden. Okumasından.

Esed kaldı. Hoca çuvalladı. Sonra bir sürü sıkıntı.

REİS yine de hocayı başkan yaptı.

Neden mi?

a) REİS hocanın, Suriye ve Filistin politikalarından hareketle, kendini devirmek isteyen Batı’yla uzlaşmayacak bir politikacı çıkacağını umuyordu.

“Bu hoca, Batı’yla da, onun ülkemizdeki truva atları olan paralellerle ve Doğan medyasıyla uzlaşmaz” diye düşünüyordu.

b) Başkanlık sistemine geçerken argüman üretir, akademik karizmasını, taze politikacı kimliğini bu yolda işlevsel hale getirir diye düşünüyordu.

Kendisinden bu iki konuda söz aldı.

Temayül yoklamalarını biliyorsun, seni BEN başkan yapıyorum! Ama bu iki konuda söz vermen şartıyla” dedi.

Hoca kabul etti. Ya da etti gibi göründü. Bilmiyorum.

Fakat etrafındaki muhteris danışmanlar kabul etmediler. Bunu biliyorum.

Ali Sarıkaya, Osman Sert, Taha Özhan, Hatem Ete ve Ertan Aydın başlıcaları.

Bunların hepsi “okumuş” çocuklar.

Çok okumuşlar.

Bildiğiniz gibi değil.

Hepsi Allah’ın lüftu.

Hoca da “okumuş” adam.

REİS ise Kasımpaşalı.

Olur mu? Olmaz? Yakışır mı? Yakışmaz!

Dolayısıyla onların yönetmesi lazım.

Bir de REİS var, huzur yok. Batı durmuyor. Gezi, paralel falan.

Bir de yolsuzluk iddiaları.

İddiaların yalan olduğunu hepsi bok gibi biliyor ama olsun, iddiaların ortaya çıkması bile çok sinir bozucu bu ekip için.

İddiların değil REİS’in çürütülmesi lazım.

REİS giderse, bu “okumuş” ekip gelirse, ülkemin tadından yenmez.

Herkesle barışacaklar, REİS’i kurban edecekler.

Sonra kadayıf gibi bir ülkemiz olacak.

Bu kadar basit.

Hasılı kelam bu ekiple birlikte hoca, REİS’ten bağımsız, Batı’ya bağımlı politikalarını belirledi.

*********************************************************************

1

Reis’in ekonomi yönetimini ekarte etmek için ilk iş “Şeffaflık Yasası”nı çıkartalım dedi hoca.

REİS’in haberi olmadan hazırladı yasa paketini.

Ve kamuoyuna bizzat kendisi açıkladı.

Sonra REİS kendisiyle istişare edilmeden bu paketin hazırlandığını söyledi.

Hoca ve muhteris danışmanları tırstılar.

Paketi geri çektiler.

2

Ama hoca kararlıydı.

Gelir gelmez REİS’i yiyecekti.

17-25 Aralık üzerinden 4 bakanı Yüce Divan’a gönderme oylaması sırasında bir konuşma bahanesiyle İngiltere’ye gitti, meclis grubunun başında durup liderlik etmedi. Ardından Davos’a gitti. Ordan da New York’a sermaye gruplarıyla buluşmak için geçti. Davutoğlu’nun ABD ziyareti hakkında soru sorulan Beyaz Saray yetkilisi bile “Türk Başbakanı’nın burda olduğuna dair bilgimiz yok” dediği bir geziydi bu. 

Biliyorsunuz mesele 4 bakan meselesi değildi. REİS’ti.

Önce bunlar Yüce Divan’a gönderilecekler, sonra da REİS.

Lakin hoca bu kadar kritik bir meselede ortada yoktu.

Bunu herkes biliyor.

Kimsenin bilmediğiyse;

Yüce Divan oylamasından bir gün önce 4 bakanın partiye çağrıldığı.

Bağış, Güler, Bayraktar, Çağlayan gecenin yarısında partiye gider.

Hocanın kurmayları kendilerine mecliste aklanmaları gerektiğini söyler.

Bakanlar “siz bizim ak olduğumuzu düşünmüyor musunuz?” diye sorar.

“Düşünüyoruz tabi, ama milletin önünde de aklanmanız lazım” diye cevap verirler.

Bakanlar,

“Biz kendimizden eminiz.

Zerre yolsuzluğumuz yok.

Aklanırız da.

Ancak bu süreç yıllarca sürer, partinin de çok başı ağrır.

Ama en önemlisi, paraleller REİS’i Yüce Divan’a çıkartma imkanı bulabilirler, emin misiniz?” diye sorarlar.

Hoca da gelmiştir.

Bu bizzat Cumhurbaşkanımızın talimatıdır” der muhterem hocamız.

Çıktıklarında bakanlar çok şaşkındır.

Bağış REİS’i arar. Durumu sorar.

REİS “olur mu öyle şey?!” der.

“Gelin İstanbul’a hemen!” diye ekler.

1 saat sonra, bu sefer REİS Bağış’ı arar:

“Siz Ankara’da bekleyin, ben geliyorum”

Sabahın köründe buluşurlar. Bakanları dinler.

REİS kendisine yönelik kumpasın farkına varır.

Sonra hocaya zılgıtı çeker.

Yüce Divan oylaması ertelenir. Hoca da fırsattan istifade İngiltere’deki toplantısına gider.

Düşünebiliyor musunuz?

Şayet gecenin köründe Bağış o telefonu açmamış olsaydı, bugün belki de darbe yaşamış bir ülke olacaktık!

3

Hoca REİS’i devirmekte başarısız olunca, onu zayıftatmaya karar verir.

Yine onunla istişare etmeden Fidan’ı milletvekili yapmaya kalkar.

İşin kötüsü Fidan da REİS’le istişare etmeden hemen hocasının kucağına atlar.

Bu sefer REİS, medya mensuplarının karşısında hocayı ve Fidan’ı azarlar.

Fidan Umre’de REİS’i bulur.

Nedamet getirir.

Sonra tekrar görevi kendisine iade edilir.

4

Hoca yılar mı hiç! Bu sefer de sazı eline almaya karar verir.

REİS’in 10 seneden fazladır ince ince işlediği çözüm sürecinin kaymağını yemek ister.

Dolmabahçe’de HDP’lilerle Yalçın Akdoğan, Efgan Ala ve Mahir Ünal bir araya gelir.

Dolmabahçe Açıklamasına dışarıdan bakınca çok pozitiftir.

PKK baharda silah bırakmaya davet edilecektir falan.

Fakat asıl konuşan taraf HDP’dir.

Başta Sırrı Süreyya olmak üzere, HDP ekibi sazı eline almıştır artık.

Çözüm sürecinin gidişatını onlar belirler hale gelmiştir.

Şartları onlar tayin eder olmuştur.

O kadar ki Apo’yla sivil akillerin buluşturulmasına bile karar vermişlerdir.

Bizimkiler de “tamam” demiştir.

Devletin bu kadar aciz hale düşürüldüğü başka bir örnek gelmiyor aklıma.

Bugün yaşadığımız terör belasının ardındaki en büyük sebeplerden biri bu sergilenen acziyettir.

HDP’lilerin bu denli şımartılmasıdır…

Sonra REİS, bir ay boyunca PKK tarafının azgınlıklarına rağmen İzleme Komitesi kurulacağı manşetlerde yer alınca, kendisiyle istişare edilmeden Dolmabahçe açıklamasının yapıldığını söyler.

Apo’yla akillerin görüştürülmesinin de, Apo’nun elini güçlendireceğini ilave eder.

Mesele kapanır.

Ama dediğim gibi etkileri bugün bile devam etmektedir.

5

Bu sefer Bülent Arınç meydandadır.

REİS’in yalan söylediğini, kendisinin süreçten haberdar olduğunu ve ülkeyi hükümetin yönettiğini söyler.

Asıl kimin yalancı olduğunu söylemeye gerek yoktur diye düşünüyorum.

Hocamız hemen Arınç’a telefon açar, televizyondaki REİS-karşıtı açıklamalarından ötürü Arınç’ı tebrik eder.

6

Yarattığı hengameler sonunda seçimde hüsrana uğrayan hoca;

Aydın Doğan’ın damadının, Koç’ların ve diğer TÜSİADçıların ayağına (Ali Kibar’ın evinde) gitmiş olsa da,

Erdoğan’ı yeniçeriler tarafından katledilen III. Selim’e benzeten Economist Dergisi’ne koşa koşa röportaj vermiş olsa da,

Doktoruna kadar bütün akraba ve ahbaplarını vekil listesine koymuş olsa da,

başarılı olamaz.

Başkanlık meselesini neredeyse ağzına hiç almamıştır seçim kampanyalarında.

FETÖcusundan PKK’lısına, tüm hainlerin REİS’e “hırsız” “hırsız” diyerek ortalığı inlettikleri bir dönemde cevap mahiyetinde tek kelam etmemiştir.

Partide de bu konularda herhangi bir hareketlilik yaşanmamıştır.

REİS meydanlara inmeden önce yüzde 38’e kadar düşer oylar.

REİS, son bir ayda meydanlara inmeye karar verir ama yanlış politikaların faturasını halk kesmiştir artık.

Sonuç yüzde 41’dir.

REİS’siz siyasetin bedeli ağır olmuştur.

Ama hoca hâlâ asıl sorunun REİS olduğunu düşünmekte ısrar eder.

7

Seçimden hemen sonra “başkanlığı getirmek istedik, halk yetki vermedi” açıklaması yapar.

8

REİS’e yönelik hırsızlık iftirası kampanyasının asenası olarak arzı endam eden Bahçeli “Bilal’i ver koalisyonu al” diye nara atmaya başlar.

REİS çok öfkelenir.

Kendisinden açık açık çocuğunu kurban vermesini istemektedirler.

Hoca ise Bilal Erdoğan’ı kurban olarak isteyen Bahçeli’nin meclis yeminini sonuna kadar bekler.

Ve sonra da tüm kabinesiyle birlikte alkışı basar.

9

Hoca artık REİS’i devirmenin tek yolunun başkanlık yolunu kapatmak olduğuna kanaat getirir.

Bunun içinde mutlaka koalisyon yapması lazımdır.

Koalisyon hükümetinden başkanlık sistemine “olur” vermesini beklemek imkansız olduğu için hoca “koalisyon da koalisyon” diye tutturur.

Fakat muhalafet son derece nazlıdır.

Buna rağmen Kılıçdaroğlu “koalisyonu Erdoğan istemiyor” türünden açıklamalar yapmaya başlar.

Hoca bu açıklamalara hiç itiraz etmez.

Halbuki REİS hocaya “koalisyon kurabilirsen kur ama ısrarcı olma, partiyi aciz gösterme, en kötü ihtimal erken seçime gideriz” diye defaatle söylemiştir.

10

Bu arada Hoca yavaş kendi medyasını kurmaya başlar.

Mustafa Karaalioğlu (ES Medya’da iken ayda 100binden fazla maaş alan, kendisine 400 metrekarelik ofis kuran bu zat Ethem Sancak’ın bütün telkinlerine rağmen Feto’nun beddua haberini bile manşetten görmemiştir, Ekrem Dumanlı’nın Akit muhabirine attığı tokatı arka sayfalara gömmüştür, 17 Aralık’tan sonra bile Ekrem Dumanlı’yla dirsek teması bir süre devam etmiştir, Gezi sürecinde kısık sesle konuşmuştur, sonra görevden alınınca “objektif” gazetecilik yapmaya karar vermiştir),

Mahçupyan (REİS hakkında eşcinsellik imasında bile bulunan bir herif),

Hakan Albayrak (hocayı savunacağım, REİSçilere çakacağım derken Ahmet Hakan’ı bile savunan bir zavallı) ve Diriliş Postası,

Yıldıray Oğur ve Ceren Kenar (bakanların Yüce Divan’a gönderilmesi gerektiğini yazdı, Mahçupyan’a siper oldular, Babacan’a sahip çıktılar, Can Dündar bırakılınca sevinçten havalara uçtular), Genç Siviller ekibi (Yıldıray Oğur’un talimatıyla AK Parti gençlik kollarının üst kademelerine sızdılar),

İbrahim Karagül (1 Kasım seçimlerine bir hafta kala, içinde Ali Bulaç gibi paralellerin de ilk sayfada yer aldığı “gelin uzlaşalım kampanyası” başlattı; “Kabinede mason bakan korkusu” türü haberlerle kabineye ayar vermeye çalıştı) ve Yeni Şafak ekibinin neredeyse tamamı (elbette ki Salih Tuna, İsmail Kılıçarslan, Leyla İpekçi, İbrahim Tenekeci gibi bazı istisnalar hariç).

Abdülkadir Selvi (Yeni Şafak’ta yazdığı dönem, eskiden Aydın Doğan’ın 28 Şubat sürecindeki rolü üzerine yazdığı yazıları unutup CNN ekranlarına çıkmaya başlayarak Doğan medyasıyla dirsek temasına giren, bu arada yavaş yavaş REİS eleştirilerine başlayan, ve sonunda Hürriyet’e geçiş yapan şaşkın)

Akif Beki (REİS’in basın başdanışmanlığı sebebiyle adam yerine konulan, sonra kapağı Radikal ve Hürriyet’e atan, Karar’ın kuruluşunda bizzat etkili olan, ve bugünlerde köşesinden REİS’e “işler daha da çirkinleşebilir” tehditler savuran)

Taraf‘ın tamamı (Alkım ziyareti sonrası)…

Mahçupyan köşesinden REİS’e yardırmaya başlar.

REİS meydanlara indiği, “Başkanlık” dediği için seçim kaybedilmiştir.

Hoca itiraz etmez.

Hakan Albayrak “artık konuşma reis!” “artık köşene çekil reis!” yazıları kaleme alır.

Hoca itiraz etmez.

Bu ekip kendi medyalarında iki seçim arası dönemde tam yüzden fazla haber ve köşe yazısı yazar REİS karşıtı.

Bu arada REİS tarafından çok fazla ses çıkmaz.

Zira REİS müsaade etmez.

Hocayı kendi ıslah edecektir.

Dışarıya kavga görüntüsü vermeyecektir.

11

Hilal Kaplan, Melih Altınok, Kurtuluş Tayiz, Cemil Barlas, Haşmet Babaoğlu gibi isimler inceden dokundurmaya başlar hocaya.

Fakat Suheyb Öğüt Aktüel’de çok sert bir eleştiri yazar.

Hoca felç geçiriyordum” diye inlemeye başlar.

Derhal Turkuvaz grubunu arar. Yazıyı kaldırtır.

Grup yazıyı hocadan tırstığı için değil, REİS’in politikası bu yönde olduğu için kaldırır.

Öğüt de durumu öğrenir, “eyvallah” der.

Bu arada bizim hocacı liboşlar da susmaktadır.

Şirin ve güler yüzlü hocamız kendisi hakkında ilk defa net bir eleştiriyle karşılaşmış ve ilk tepkisi bu yazıyı kaldırtmak olmuştur.

Bildiğin, Öğüt’ü sansürlemiştir.

Ama ne Mahcupyan, ne Oğur ne de başka bir özgürlükçü vatandaş bu durumu umursamıştır.

Durum hâlâ aynıdır onlar için;

kendisine her gün küfredilen,

uluslararası operasyonlarla devrilmeye çalışılan,

oğlu bile kendisinden kurban olarak istenen Erdoğan baskıcıdır;

kendisini eleştiren ilk yazıyı sansürleyen hoca ise demokrat.

12

Hoca artık kendisine ait müstakil bir medya kurma vaktinin geldiğine KARAR verir.

(Söylemeye gerek var mı bilmem: Bir siyasetçinin kendine ait yeni bir medya kurması, kendine ait yeni bir parti kurmasından farksızdır.)

Basın danışmanı Osman Sert’in desteğiyle KARAR’ı kurar.

KARAR’ın finansmanı “örtülü” olarak halledilir.

Yeni Şafak’a ise Ülker’in arka çıktığı söylenmektedir.

Hani şu hocanın lise arkadaşı Murat Ülker.

Hani şu hocanın vakfı Bilim-Sanat’ı finanse eden Murat Ülker.

Hani şu Rothschild’den aldığı kredilerle Godiva’yı satın alan Murat Ülker.

Hani şu başörtülü kadın nefretçisi Bedrim Baykam’ın boş çerçevesine 500bin TL veren Murat Ülker.

Hani şu Ali Atıf Bir Denen paralel vatandaşı kendi üniversitesine (Şehir) rektör olarak atamaya kalkan Murat Ülker.

Hani şu, Harvard’a milyonlarca dolar bağış yapıp kendi üniversitesindeki yüksek lisans öğrencilerinin burslarını kesen Murat Ülker.

Hatırladınız değil mi?

Hah işte o adam.

En çıldırtıcısı ne biliyor musunuz?

Kendi medyasını kuran hocamız daha geçen gün, Turkuvaz’ı hedef alarak “medya üzerinden siyasete dizayn vermeyin” diye çıkış yaptı.

Galiba şunu söylemek istedi:

Ben çok uğraştım ama yapamadım, beceremedim, Karar bütün çabamıza rağmen hala 2 bin satıyor, ne olur siz de yapmayın, tavsiye etmem.”

13

Eylül’de MKYK’yı baştan sona kendi şekillendirmek isteyen hocaya karşı, REİS’in talimatıyla Binali Yıldırım devreye girdi.

1353 delegenin 900’ünün imzasını topladı.

Sonra da Abdülhamit Gül’den Mehmet Muş’a, Berat Albayrak’tan Ayşenur Bahçekapılı’ya kadar REİSçi pek çok isim MKYK’ya girdi.

Gül’ün ekibi (Hüseyin Çelik, Ali Babacan, Mehmet Şimşek vs.) ise safdışı edildi.

14

Madem ki partinin has isimleri ve tabanı kendisine destek vermiyordu, o zaman diğer kesimlerin desteğinin alması lazımdı.

Gezici ve PKK’cı güruha bile şirin gözükmek için,

PKK’nın ortalığı kan gölüne döndürdüğü, HDP’nin terör propagandası yaptığı, canlı bomba taziyelerine gittiği dönemlerde bile HDP’ye yönelik bir tepki ortaya koymadı.

Baktı ki MHP kendisini eleştirmeye başlamış, işte o zaman, şişin ve kebabın yanmaması için, “bütün dokunulmazlıkları kaldıralım” dedi.

Daha kötüsü hocanın iki adamı, Naci Bostancı ve Ali Sefer Üstün, dokunulmazlık meselesini görüşmek üzere katil HDP’nin ayağına gitti.

Sırrı Süreyya bu şaşkın ikiliyi ceketsiz, kravatsız, gömleksiz, basit bir kazakla karşıladı.

Dayı dayı konuştu. Artistliğini yaptı, bunlar da Sırrı’ya hürmetlerini arz edip gittiler.

15

Bitmedi! Hoca PKK’ya yönelik olarak “2013 Mayıs şartlarına dönülürse her şey konuşulabilir”

diye bir açıklama yaptı.

Barış zamanında savaşı konuşan ne kadar hainse, savaş zamanı barışı konuşan da işte o kadar haindir.

16

Aynı günlerde AK Parti milletvekili Özhaseki “paralel fabrika ayarlarına dönerse mücadele biter” açıklaması yaptı.

Hocamdan tek bir itiraz gelmedi.

17

Avrupa Parlamentosu başkanı Schulz, REİS’e en galiz şekilde küfreden video klibe yönelik Türkiye’nin verdiği tepkiye karşı yine REİS’e yönelik “otoriter” kabilinden hakaretler etti.

Hocamız ise Schulz’a karşı tek kelam etmedi.

18

Schulz’un

Biz Erdoğan’la anlaşmadık. Bizim muhatabımız Davutoğlu’dur, hükümettir, onlar da gayet ciddi muhataplar”

sözleri üzerine hocamız yine tek kelam etmedi.

REİS ise önce bu Nazi bozmasına çaktı:

“Bahsettiğiniz kişi, benimle ne zaman görüşse, liderliğimin ne kadar saygın olduğundan söz eder.

Yüzüme karşı böyle konuşan bir insanın şimdi o türden tavırlara girmesine ne demeli?

Ben bu tür davranışları, Alman ekolünün Türkiye’ye bir operasyonu gibi görüyorum.”

Sonra da mülteciler konusunda Almanya’ya övgüler düzen hocaya:

“3 milyar euro meselesinde en büyük yükü Almanya alıyor deniliyor. Halbuki cüzi bir miktar hariç, Türkiye’ye gelen bir şey yok. Bizden neyin projesini istiyorsunuz? Sizin proje dediklerinizi biz çoktan yaptık. Proje diyerek kimse bizi aldatmasın.

Birileriyle fotoğraf verebilmek için böyle şeylerin içine girmeye gerek yok”

19

Her işte çuvallayan hocamız artık ne yapacağını, REİS’i nasıl görünmezleştireceğini, kendisinin nasıl varlık göstereceğini şaşırır hale geldi.

Schengen vize anlaşmasını dört ay öne alacağız. Bu bizim başarımızdır” türünden laflar etti.

REİS “artık yeter!” dedi ve patladı:

“Başbakanlığım döneminde Schengen’in Ekim 2016’da uygulamaya gireceği açıklandı. 4 ay öne çekmenin kazanım gibi sunulmasını anlayamıyorum. Küçük şeylerin büyük kazanım gibi sunulmasına üzülüyorum.”

20

REİS Obama’yla görüştü. Bütün ABD, REİS’in ayağına geldi. Bizim FETÖcu, Gezici ve PKKcı medya mosmor oldu.

Sanıyorum hocam da öyle oldu.

REİS-Obama görüşmesinin üzerinden bir ay geçmeden, hocam Beyaz Saray’dan randevu istedi.

Başka söze gerek var mı?

21

Hocam, Osman Sert eliyle Taha Ün’ü kendi trol ekibine dahil etti.

İşin kötüsü Taha Ün’ün eşi, Emine Erdoğan hanımefendinin özel kalem müdiresi Sema Silkin.

REİS açısından ne kadar berbat bir durum değil mi?

Taha Ün ve ekibi, yanlarına birkaç hırdavatı da alıp, hocayı eleştiren herkesi tvitırda FİTNEci ilan etmeye başladı.

22

Hocanın fahri danışmanı yeni gazetecisi Mahcupyan,

PKK ile masayı kuran onlarca yazı yazdı;

devlete, “dönüp dolaşıp PKK’nın ayağına geleceksiniz, gelmezseniz anti-demokratiksiniz, gayrimeşrusunuz” minvalinde yazılar döşendi.

23

Beştepe’ye karşı paralellerin “İsrafsaray” hakaretleri, 250bin dolarlık masa iftiraları kol gezer, REİS bu kepaze ithamlarla boğuşurken bir kez olsun sesini çıkarmayan hocamızın partisi;

Can Dündar serbest bırakılınca, sevinçle karşıladı.

REİS “karara saygı duymuyorum” deyince,

hükümet sözcüsü Numan Kurtulmuş çıkıp

Cumhurbaşkanı’nın şahsi fikridir” diyerek makamı küçümsemeye kalktı.

24

REİS’in “yalan söyleyen zat” dediği, “paralel için cübbemi giyerim” diyen Arınç, Manisa’da özel törenle hocamız tarafından karşılandı ve ağırlandı.

25

REİS’e yönelik hemen her gün hakaretamiz haberlerin çıktığı Taraf gazetesinin sahibi Arslan’la Alkım Kitabevi’ne ziyaretine gidip el sıkıştı hocamız.

O gün bugündür Taraf, hocaya taraf.

26

Hoca, “her şeye ben karar vereyim hırsıyla bakanların müsteşar atamasına bile izin vermedi. 4 aydır müsteşarı atanamayan bakanlar var.

27

Hocamız, REİS’in şiddetle eleştirdiği, 1100 terör destekçisi Akademisyen’in imza kampanyası için “görmezden gelsek olay bu kadar büyümezdi” yorumu yaptı.

Sonuç:

hoca ile REİS arasındaki hikaye basit bir ihtiras hikayesi değildir.

Çünkü hoca kendi ihtiraslarının peşinden koşabilmek için,

REİS karşıtı, ve dolayısıyla REİS’i destekleyen halkın karşıtı kim varsa, onunla işbirliği kurma yoluna gitmiştir.

Küresel güçlerin ülkemizdeki satrancında vezir görüntüsüne sahip basit bir piyon olmayı kabul etmiştir.

Kavga budur.

Kaybedeni de bellidir!"

 

Kaynak:Pelikan Dosyası

 

İlginizi Çekebilir

Sokak röportajı saçmalığına ne zaman son verilecek?

Irkçılar, sokak röportajı sırasında başında üşüştükleri Suriyeli çocuklara küfretti ve saldırı girişiminde bulundu.

Tesettürden vazgeçme

Genç Dergisi medyanın görmezden geldiği mütesettir kadınların hikayesini okuyucularına aktarıyor.

Metaverse “intibak” sağlanabilecek bir ortam mıdır?

Manisa İl Müftülüğü “metaverse” konusunda aceleci sonuçlara varmış!

Türkiye'yi ayağa kaldıracak gelişme! Hepsi işin içindeymiş

Sabah gazetesi yazarı Dilek Güngör, TL'ye erişmekte zorlanan Londralı bankaların, Türkiye'de iş yapan bazı şirketleri paravan olarak kullandığını, Türk şirketlerin buradan TL krediyi çekip, Londra'daki bankaya taşıdıklarını ya da dolar hesaplarını TL'ye çevirtip, Londra'da mevduat hesabı açtıklarını hatırlattı. "Londra'da bire 10 faizi alan bizim şirketler bu alışverişten memnundu. Fakat Londra'ya ulaştırdıkları TL'ler sonra Türkiye'de spekülatif işlemlerde kullanılıyordu" diyen Güngör, "Yine mi Brütüsler!" başlıklı yazısında, "Son dönemde bizim Brütüs'lerin (yine aynı isimler) o çetelere her an kullanacakları TL'yi park etmeye başladığını duyuyorum. Hem de öyle az buz rakamlar değil… Şirketler arasında Türkiye'nin dev holdinglerini mi ararsınız, gıdacılarını mı, limancılarını mı, inşaatçılarını mı… Büyükler 500'er milyon TL'nin üzerinde parayı göndermişler. Biraz daha küçükler 250'şer milyon TL" ifadelerini kullandı.

Yazarlarımızdan Abdullatif Acar'ın Yeni Kitabı Çıktı

Huzur ve saadete ulaşmak her insanın en öncelikli hedeflerindendir. Ancak her nedense bunu hep yanlış yerlerde arıyoruz. Nefsimizin doyumsuz arzuları, şeytanın telkinleri, heva ve hevesimiz bizi yanıltıyor. Anlık düşünüyor ve karar veriyoruz.

Robert Kolej’den Boğaziçi’ne .... -II

Boğaziçi tartışmalarından yola çıkılarak kültürel iktidarın serencamını görmek mümkün…

TÜM HABERLER