© Dini Haberler 2020

Mescid-i Aksa- Beyt’ül Makdis

Muhammed Vamık Şükrî’nin Tarih-i Evkaf-ı Ümem isimli eserinde Beyt'ül Makdis ile ilgili daha önce bilmediğiniz birçok şey öğreneceksiniz

El mescid’ul Aksa lehu âyetun المسجد الاقصى له اية
Saret fe sâret meselen sâiran سارت فصارت مثلا سائرا

İza ğadâ lilküfri mustavtinenاذا غدا للكفر مستوطنا 
En yebasellahu lehu nâsıran ناصرا ان يبعث الله له 
Fe nâsırun zuhuruhu evvelen فناصر ظهوره اولا 
Fe nâsırun zuhuruhu âhiran فناصر ظهوره اخرا

Cemaleddin bin Matrûh

“Mescid-i Aksa’nın zamana yayılan bir mucizesi vardır. Bir gün küfür oraya yerleşirse, Allah elbette Ona bir “Kurtarıcı” gönderir. Bu kurtarıcı daha önce nasıl zuhur etmişse daha sonra da aynı şekilde zuhur eder .”

Mescid-i Aksa’yı büyük meleklerden İsrafil Aleyhisselam bina etmiştir, öyle ki karanlık gecelerde mehtaplı geceler gibi ışık saçardı:

Kabe-i Muazzama’dan sonra yeryüzünde bina olunan en eski mabed Kudüs’teki Mescid-i Aksa’dır. Bu Mescidi, Davud Aleyhisselamdan evvel kimin bina etmiş olduğunda ihtilaf varsa da Kabe-i Muazzama gibi en evvel ilahi emirle büyük melekler ve bilhassa “İsrafil” Aleyhisselam bina etmiştir. Davut Aleyhisselam bulduğu temeller üzerine Süleyman Aleyhisselam Mescidi başlatıp tamamlamış olduğu nesilden nesile nakledilmiştir. Süleyman Aleyhisselam ilahi emri alınca mescidin binasına önem verdi ve insanlardan başka cinleri de çalıştırdı. (**) Yakın, uzak yerlerden rengarenk mermer sütunlar, büyük büyük taşlar, binlerce sanatkarları getirtti. Ezcümle, Fenikelilerden Sur Hükümdarı “Hayram” a yazarak oradan bir takım mahir işçiler getirdi. Cinler insanlara görünmeden madenlerden nice emsalsiz kıymetli taşları, denizlerden nice kıymetli ve pahalı değerli incileri çıkarıp getirdiler. (***) Devekuşu ve tavuk yumurtaları büyüklüğünde inciler buldular. Mescid-i Aksa bunlarla ve halis altın ve gümüşlerle tezyin edildi. Öyle bir halde ki karanlık gecelerde mehtaplı geceler gibi ışık saçardı. Yeryüzünde bundan daha ziynetli bir Mescit yapılmamıştır. İnsanların ve cinlerin harika bir mucizesi, mimarlık sanatının akılları hayrete düşüren çok güzel bir sanat eseri idi.
(**) Cinler, Süleyman (AS) için dilediği biçimde kaleler, heykeller, havuz gibi çanaklar ve sabit kazanlar yapıyorlardı. (Sebe Suresi, Ayet: 13)

(***) Ve şeytanlar arasından da, onun için dalgıçlık eden (ve inciler çıkaran) ve bundan başka işler görenler vardı. Biz onları onları gözetim altında tutuyorduk. (Enbiya Suresi, Ayet: 82)
Bunun üzerine rüzgârı ona musahhar (emre amade) kıldık. Onun emri ile dilediği yere hafif hafif eserek giderdi. Ve şeytanları (cinleri) de (zarar vermemeleri için) zincirlerle bağlı olan diğerlerini de (ona boyun eğdirdik). (Sad Suresi, Ayet: 37-38)

Musa Aleyhisselamın inen levhaları hıfz ettiği “Tabut-ı Ahd” Roma İmparatoru Titus tarafından Roma’ya götürülmüştür:

Süleyman Aleyhisselam Mescid-i Aksayı yedi senede tamamlayabildi. İki meşhur rivayete göre Hz. Ademin yeryüzüne inişinden 4414 yahut 4603 sene sonradır. İkinci görüşe göre olan tarih Hz. İsa’nın doğumundan 991 sene evveline tesadüf eder.

Mescid-i Aksa’nın görkemli bir törenle açılışı sırasında 2000 sığır ve 120.000 koyun kurban edildi:

Mescid tamamlandıktan sonra “Tabut-ı Ahd”(1) gösterişli ve görkemli bir törenle “Sihyun”dan (Siyon kalesinden) (2) getirilerek Beyt’ül Makdis’e kondu. Allaha şükür olarak 2000 sığır ve 120.000 koyun kurban edildi.

Tabut-ı Ahd’ın konduğu mukaddes yere ancak en büyük rûhanî reis senede bir kere girebilirdi. Başka kimse giremezdi. Burası altınla örülmüş bir sütre ile örtülü idi. Beytül Makdis’in içi o vakit dörde taksim edilmiş idi. Biri “Tabut-ı Ahd’e diğeri Lavilerden olan rûhanî reislere ve iki kısmı sair İsrailoğullarına (esbat-ı Yehûd’a) mahsus idi.

Nereye Mescid-i Aksa denir?

“Mescid-i Aksâ” mabedin kendisine denildiği gibi sur ile çevrili olan gayet geniş sahanın tamamına da denilir. Bu sahanın batı mesafesi 490, doğu mesafesi 474, kuzeyden 321, güneyden 283 metredir. Surun kuzeydoğu zaviyesi 30 Güneydoğu zaviyesi 40 metre yüksekliğindedir. Bazı taşları 5 metre uzunluğunda 4 metre enindedir.

Mescid-i Aksâ ilk olarak Babil Hükümdarı İkinci Buhtunnasr zamanında yakılmıştır:

Mescid-i Aksâ Babil Hükümdarı İkinci Buhtunnasr’ın (Nebukadnezzar), zamanına kadar aslî hüviyeti üzere duruyordu. Buhtunnasr, tahta çıkışının 14’üncü senesinde büyük bir ordu ile Kudüs’e geldi. Bir rivayette başkumandanını gönderdi ve şehri yaktı. Mescid-i Aksa’yı yıktı. Benî İsrail devletini yok etti. Yahudileri ve bilhassa ileri gelenlerini şuraya buraya sürgüne gönderdi. Beytül Makdis’deki dini kitapları ve o meyanda Tevrat-ı Şerîfi bir kuyuya attı. Mescid-i Aksâ 70 sene harap kaldı.

Mescid-i Aksa’yı İran Hükümdarı Keshüsrev yeniden bina etti:

Ondan sonra İran Hükümdarı Keyhüsrev Babil’i zabt edip Keldanîlerin, Âsûrilerin hükümetine son verince zafer zekatı olarak İsrailoğullarını serbest bıraktı ve Kudüs’e iade etti. Ermiya Aleyhisselam’a (12) nâzil olan vahyi ilahiye ittibaen de Beytül Makdis’i (Mescid-i Aksa) yeniden bina yahut binası için İsrailoğullarına yardım eyledi. Bir rivayette Beytül Makdis’i yenileyen Dârâ yahut babası Behmen’dir. Ve bir başka rivayette bina Keyhüsrev zamanında başlamış ve Dara’nın (Keykubat) oğlu Serahs zamanına kadar uzamıştır.

Büyük İskender’in komutanı Antiyohos Âpikân da Mescid-i Aksayı yağma ettirdi:

Büyük İskender Dara’yı yenip Babil ve Kudüs’ü zabt edince İsrailoğulları Yunanlıların esaretine geçtiler. Silifke Hükümdarı Antiyohos Âpikân (Antiochos) milattan 168 sene önce hücum edip Beyt-i Makdis’i yağma ettirdi.(3)

Romalılar da Yunanlılar gibi İsrailoğullarını katlettiler:

Romalılar, Yunanlılara gâlib gelince İsrailoğulları onların esaretine düştüler. Romalılar da İsrailoğullarını katlettiler ve Beyt-i Makdis’i tahrip ettiler. Bu tarihten sonra Yahudilerin cemiyet ve hükümetleri perişan oldu, saltanat sahibi olmaktan mahrum oldular. Sonra Kudüs tekrar İranlıların eline geçip o sayede Beytül Makdis’i yavaş yavaş onararak bir dereceye kadar mamur edebildikleri gibi, milattan 38 yahut 39 sene önce Büyük Hiredos da imarına çalıştıysa da evvelki ziynet ve ihtişamı asla iade edilemedi.

Roma İmparatorlarından Vespasian (Vespasianus) miladi 29 senesinde oğlu Titus’u Kudüs’ün muhasarası için görevlendirdi.Titus Kudüs’ü 6 mil uzaktan kuşatıp şehrin 4 sıra hendeklerini ve üç surunu yıkıp geçti. Birinci suru geçince Yahudilere af ilan ettiyse de Yahudiler direndiler, üçüncü suru yıkacağı esnada teslim olmaları hakkındaki teklife de alaylı cevaplarla karşılık verdiklerinden beş gün içinde üçüncü suru da yıkarak şehre girdi. Mabet içinde ve mabet sahasında Yahudilerle muharebeye tutuştu. Titus bu güzel binayı kurtarmak istediyse de askerlerden biri mabet civarındaki binaları ateşe vermiş olduğundan yangın mabede sirayetle baştan başa yandı. (Sene: Miladi 70).Bu muhasara ve muharebede iki taraftan ölenlerin sayısını 1 milyona çıkaranlar vardır. Titus Kudüs’ten pahalı ganimetlerle Roma’ya avdet etti.

Bu arada yanmış mabetten alınmış bir hayli altını beraber götürdü. Yahudilerin kuyudan çıkarmış oldukları mukaddes kitapları da ganimet olarak aldılar. Bazı kaynaklar Tabut-ı Ahd’in de bu ganimetlerle birlikte Roma’ya götürüldüğünü kaydederler.

Yahudiler bu darbenin acısını unutmaya ve kendilerini toplamaya çalışarak Beyt’ül Makdis’i tamir etmişlerse de tekin durmadıklarından Roma İmparatoru Adriyanus zamanında iki defa ihtilal çıkardılar. Adriyanus (M.S. 76-138) birincisinde kendilerini şiddetle cezalandırdı ve Beytül Makdis’i tahrip ve M.S. 136 senesine denk gelen ikinci ihtilalde Yahudileri uzak diyarlara yolladı.

Sonra Kudüs’ü “İliya Kapitolina” (ColoniaAeliaCapitolina) (4) olarak isimlendirdi veTevratı Yunanca’ya tercüme etmiş olan Mimar “Akvila” vasıtasıyla yeniden tesis eyledi. Beytül Makdis’in son tahribi budur. Adriyanus şehri yeniden imar ettiği sırada Beyt’ül Makdis’te “Zühre” namına bir mabet yaptırmıştı. Bu mabedi Davut Aleyhisselama nisbet edenler bulunduğundan Tarih-i “Kamil” sahibi İbn’ül Esîr der ki: “Bu mabet yüce bina idi. Yukarısından bir çok yeri yıkılmış olmakla beraber bu vakte kadar bakidir. [Sene: 603] Binanın sağlam olduğunu gördüm. Nasıl oluyor da Davud Aleyhisselama nisbet ediliyor bilmem. Kudüs ahalisi adıgeçen Nebi’nin orada itikaf ettiğini de rivayet ediyorlar”.

Bugünkü Mescid-i Aksa Emevi Hükümdarı Abdülmelik bin Mervan tarafından yaptırılmıştır:
“Subhânellezî esrâ biabdihî leylen minel mescidil harâmi ilâl mescidi’l aksallezî bâraknâ havlehu linuriyehu min âyâtinâ, innehu huve’ssemîul basîr” (İsra Suresi, Ayet: 1) kavl-i kerimesinde beyan buyurulduğu üzere İsra Gecesinde Resulullah SAV Efendimizin teşrif ettikleri Mescid-i Aksâ sur ile çevrili olan gayet geniş sahadır ki o vakit şimdiki cami-i şerif mevcut değildi. Şimdiki Mescid-i Aksa yerinde görülmekte olan cami-i şerîf (ki buna da “Mescid-i Aksa” denilmektedir) Emevi meliklerinden Abdülmelik bin Mervan tarafından inşa olunmuştur. Güneyden kuzeye uzanır. “Sahratullah Mescidi”ne karşı yedi kapısı ve kuzey ve batı yönlerinde birer kapısı vardır. Bu sıradaki yedi kapının ortasına denk gelen büyük kapıdan girilince sol tarafta “Bi’r-i Varaka” isimli bir kuyu görülür. Cami-i şerifin büyük kapı eşiğinden mihraba kadar uzunluğu 80 ve doğu kapısından batı kapısına eni 55 metredir.Tavanı gayet yüksektir. 33’ü yekpare mermerden 12’si parça taşlardan olmak üzere toplam 45 sütunu vardır. Bunlardan başka tavanın istinat ettiği 40 ayak vardır. Minberi Abanoz ağacından mamul ve gayet sanatlıdır. “Sultan Nureddin Mahmud El Şehîd İbn-i Zengi”nin kıymettar hediyesidir. (5) Minberin solunda İmam Şâfi’ye mensup bir ve sağında Musa ve İsa Aleyhimesselam’a mensup iki mihrap vardır. Cami-i şerifin doğusundaki - doğudan batıya - dikdörtgen kısma “Mescid-i Ömer” denilmektedir. Binadan ayrı olmayıp camiin asıl aksamındandır. İhtimal ki Hz. Ömer Kudüs’e geldiklerinde orasını secdegah olarak seçmiştir.

Mescidi Aksa’nın tamirine iştirak için “Da’vetun Âmme" unvanıyla 1342 hicri senesinde Kudüs’te yayınlanan risalede bu mescit için “liennehu bakiyyetun minel camiillezi benâhu Ömer Radiyallahuanhu hîne’l feth” (Çünkü o Hz.Ömer’in fetih sırasında bina ettiği caminin bakiyesidir) denilmiştir. Halbuki Hazreti Ömer Mescid-i Aksa’yı değil “Sahretullah” (Kubbet’us Sahra) mescidini bina etmiştir. Ömer Mescidi yanında Zekeriyya ve Yahya Aleyhimesselama mensup bir mihrap vardır.Cami-i Şerifin batısındaki -güneyden kuzeye doğru- dikdörtgen kısma da “CamiulMağrib” denilmektedir. İhtimal ki ğarbda (batıda) bulunması sebebiyle bu şekilde isimlendirilmiştir. Bu da binadan ayrı değildir. Asıl camiin aksamındandır.

Camiin yeraltı geniş bir boşluktur ki burası Süleyman Aleyhisselamın yaptığı bina olan EskiMescid-i Aksa’nın temel katıdır. Eski Mescit şimdiki camiin doğusunda idi. Bu temel katı kocaman taşlardan yapılmış sağlam ve acayip bir binadır. Tavanı tutan ayaklar direkler görülmektedir. Buraya taş merdivenle inilir. İnilince avlusunda bir yer görülür ki İsa’nın beşiği olduğu nakledilir. Üzerinde küçük bir kubbe, sağında Meryem Mihrabı, solunda İsa Mihrabı (Aleyhimesselam) ve hizasında Havarilere mahsus mihrap ve bunun hizasında Nuh Aleyhisselama mensup mihrap vardır. Daha aşağıya inilince karşıda Süleyman Aleyhisselama mensup bir mihrap ve bir halvet görülür. [Bu isimler, nispetler ve rivayetler halk arasında yaygın olarak söylenmekte olup, itibar edilir bir delil ve delile dayanmamaktadır].

Mihrabın sağında yerden iki arşın yüksek bir mahal vardır ki, Harun Aleyhisselamın evladının kabirlerinin burada olduğu rivayet olunur. Bu mahallin bitişiğinde zemine çıkılınca sağ tarafta “Sırat” olarak isimlendirilen yüksek bir sur ile “Mîzan” denilir bir mahal görülür. Surun arkasında “Vâdî Cehennem”ve diğer bir şekilde “Vâdî Meryem” ve başka bir isimle “Vâdî Sidrun” ve Tevrat’ın isimlendirmesiyle “Vâdî Yûşafat” vardır.

Hadid Suresinin 13 numaralı ayet-i kerimesindeki surun bu sur olduğu ve içinde Mescid-i Aksa ve dışında “Vadi Cehennem” bulunduğu “Abdullah bin Ömer Radıyellahu anhuma” dan rivayet edilmektedir. Oradan taştan bir kubbe görülür ki Süleyman Aleyhisselamın kürsüsü yahut kabri olduğu söylenilmektedir.

Abdülmelik bin Mervan halkı Mekke’den Kudüs’e çevirmek istedi:

Camii şerifin 4 minaresi olup üçü bir sırada batıda, biri kuzeydedir. Bu cami Emevi devletinin Beşinci Halifesi Abdülmelik bin Mervan (H.86 M. 705) zamanında fevkalade ziynetli idi. Rivayete göre Abdülmelik bunun inşa ve tezyinine Mısır’ın yedi senelik haracını tahsis ve inşaata meşhur alimlerden “Reca bin Hayve bin Cevdel Kindî” ile kendi kölesi Yezîd bin Selam’ı tayin etmişti. Çünkü Abdullah bin El Zübeyr Mekke’de hilafet ilan edince Abdülmelik bin Mervan halkı Mekke’den Kudüs’e çevirmek istedi. 72 hicri senesinde bu Camii ve Sahratullah Mescidini bina ve ikisinin de tezyinatına pek ziyade itina etti. O vakit Mescid-i Aksâ’nın 300 hademesi var idi. Bunların 20’si Yahudi ve 10’u Hıristiyan idi. Bunlar ocak olup kendilerinden cizye ve sair vergiler alınmaz idi. Ömer bin Abdulaziz zamanında (bu görevden) alındılar.

Mescid-i Aksa 130’da depremden çatlayıp yıkıldığından Abbasî Halifesi “Ebu’l Ca’fer el Mansûr” (ö. H.158) zamanında kapıların altın ve gümüş kaplamaları sökülüp sikke olarak basılarak tamir olundu. 
Halife Mehdi (d. 746 - ö. 4 Ağustos, 785) zamanında da tamirine ihtimam edildi. Fatımi ve Eyyubi meliklerinden bazıları da tamirine bol bol yardım ettiler. Eyyubilerden El Melik El Muazzam Şerefeddin ‘İsa İbn’il Melik el Âdil (M.1176 – 1227) H. 624 tarihinde Mescid-i Aksa’nın kuzey cephesindeki girişin önüne yedi kemer üzerine büyük ve pek muhteşem bir revak inşa etmiştir. 727 tarihinde Kudüs’ü ziyaret eden İbn-i Battuta Seyahatnamesinde bu cami için der ki: “Mescit tavansız bir semadan ibarettir. Yalnız Mescid-i Aksâ tavan ile mesturdur. Sağlamlığı ve inşa tarzındaki hüner ve sanat göz kamaştırıcıdır. Altın yaldız ve baş döndürücü renklerle süslüdür. Mescitte üstü örtülü başka yerler de vardır”. (6)

Mısırlı Muhammed Lebib El Butunî “El Rıhlet’ul Hicaziyye” de, öteden beri “Mescid-i Aksa” ismiyle anılan cami asıl Mescid-i Aksa olmadığı gibi yeri de Mescid-i Aksa’nın yeri olmayıp bu cami Bizans İmparatoru Jüstinyanus tarafından Külliye olarak inşa ve fetihten sonra camiye dönüştürülmüş ve asıl Mescid-i Aksa’nın Kubbetussahra’nın yerinde bina edilmiş olduğunu söylüyor.

Vakıa camiin inşa tarzı yani mimarisi itibariyle Bizanslıların Hıristiyanlık devrine ait bir bina olduğunu gösteriyorsa da, içi İslami mabetlerden kabul edilmiş olan taksimat ve tezyinata tamamen uygundur.
Araplar henüz kendilerine mahsus bir mimari tarzı icat etmedikleri ve o yolda mimarlar, işçiler yetiştirmedikleri devirlerde nereleri fethetmişlerse yaptıkları eserlerde o yerlerin sanatkarlarını istihdam etmişlerdir. Bu hakikat nazar-ı dikkate alınırsa Camii Şerif Abdullah bin Mervan tarafından inşa edilmiş fakat inşasında oradaki Bizanslı mimarlar kullanılmış olduğunu kabul etmek lazım gelir.

Ancak, İsra Suresi birinci ayeti kerimesinde beyan buyurulduğu üzere, Rasulu Ekrem (SAV) Mirac Gecesinde Mescid-i Aksa’ya gelmiş, onu görmüş ve ashab-ı kiramına haber vermiş ve seneler sonra Hz. Ömer Kudüs’e geldiğinde Mescid-i Aksayı aramış bulmuş ve Peygamberimizin tavsifine uygun görmüş olduğuna dikkat edilirse,İslamın zuhurunda orada mamur bir mabedin mevcudiyeti görünür. İmparator Jüstinyanus birçok yerlerde kiliseler manastırlar vs yaptırmış olduğundan Beytül Makdis’te de bir kilise inşa etmiş olması muhtemeldir.

Şu halde camiin Jüstinyanus tarafından yapılmış bir kiliseden değiştirilmiş olduğu kesp edeceğindenAbdülmelik onu yeniden inşa eder gibi taksimat ve tertibatını tamamen bozmuş ve islami mabetler tarzına sokmuş demek olur ki bu durum camiin Onun tarafından inşa edildiği hakkındaki tarihi rivayete ters düşmez. Bir binanın hüviyetini tamamen değiştirmek onu yeniden inşa etmek gibidir.

Mescidi Aksa havalisinde yüzlerce Osmanlı vakıf eserleri vardır:

“Lüğat-ı Tarihiyye ve Coğrafiyye” ile “Kamusu ‘Alam” da Beyt’ül Makdis mevkiinde Yavuz Sultan Selim tarafından bir cami bina edilmiş olduğu beyan ediliyor ki yukarıdaki tafsilata göre bunun sıhhatine inanılamaz. Olsa olsa cami, Hıristiyanların mükerrer saldırılarıyla ve zelzele tesiratıyla harap kalmış, Suriye ve Mısır fetihleri sırasında adıgeçen hakan (Yavuz) tarafından tamir edilmiştir.
Hz.Ömer‘in ordu kumandanı Ebu Ubeyde İbn-iCerrah Kudüs’ü kan dökmeden teslim almıştır:
Ömer Radiyellahuanhın hilafeti sırasında ordu kumandanı Ebu Ubeyde İbn-i Cerrah Radiyellahuanh Suriye ve Halep cihetlerini fethettikten sonra Kudüs’e yönelerek Kudüs Serdarına İslamı kabul veya cizye vermeyi kabul etmekten birini seçmelerini ve aksi taktirde donanımlı ordu ile üzerlerine yürüyeceğini şu mektupla bildiriyordu:

Bismillahirrahmanirrahim,

Ebi Ubeyde ibni Cerrah’tan İliya din ulularına ve sakinlerine.
(Hidayete erenlere, Allah’a ve Resulüne inananlara selam olsun. 
Asıl meseleye gelince: Sizi Allahtan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğuna, kıyametin şüphesiz yakın olduğuna ve Allah’ın ölüleri diriltici kudret sahibi olduğuna inanmaya davet ediyorum. Buna inanırsanız bize kardeş olursunuz, kanlarınız ve mallarınız, çocuklarınız bize haram olur. Eğer diretirseniz size cizye uygular ve hakarete maruz kalırsınız. Kabul etmezseniz ölümün kendilerine şarap içmekten ve domuz eti yemekten daha hoş geldiği bir toplulukla üzerinize gelir ve sizden Allah’ın izniyle ebedi olarak vazgeçmeyiz. Erkeklerinizi öldürür kadınlarınızı harp esiri olarak alırız”.

Bu şiddetli tehdit Kudüs ahalisini umutsuzlandırdı. Anlaşma yapmaktan başka çare olmadığına kani oldular. Ancak Emîrul Mü’minîn Ömer Raziyellahuanhın bizzat gelip ahitnameyi imza ve itaat etmesini şartkoydular.“Ebu Ubeydeİbn-i Cerrah” Raziyellahuanh keyfiyeti bir mektupla Halife Hz. Ömer’e yazdı ve Hz. Ömer’den şu cevabı aldı.

“Bismillahirrahmanirrahim,

Müminlerin Emiri Ömer İbn’ül Hattap’dan Ebu Ubeyde Âmir bin el Cerrah’a,
Selamün Aleyküm. Ben eşi ve benzeri olmayan Allah’a hamd ve Efendimiz Muhammed Aleyhisselama salat ve selamdan sonra şu hususu emrediyorum; Bilki ben seni İslam ordularının başına ve Halit bin Velid’e komutan tayin ettim. Vesselam.”

Hazret-i Ömer Ashab-ı Kiram ile istişare ederek Hz.Ali Raziyellahu Anhın reyini tercih ederek farklı önerilere rağmen Hicri 15 ya 16 veya 17’inci senelerde bizzat Kudüs fethine geldi. Rum Serdarı cizye vermeyi kabul edip sulhen teslim olunca, bilahare Kudüs’e girildi. Ahaliye şu emanname (yazılı güven belgesini) verildi:

Hz. Ömer’in Kudüs halkına verdiği İnsan Hakları Emannamesi (Güvence belgesi):

“Bismillahirrahmanirrahim.
Bu (belge) Allahın kulu, Müminlerin Emiri Ömer tarafından İliya (Kudüs) halkına verilen güvencedir. Halife bu belgeyi onların canlarına, mallarına, kiliselerine, haçlarına, yerleşik ve göçebe olan bütün fertlerine bir garanti olarak vermiştir: Kiliseleri mesken yapılmayacak. Bu kiliseler ve müştemilatı ile onların haçları ve malları yıkılmayacak ve azaltılmayacaktır. Dinlerinden dolayı rahatsız edilmeyecek ve onlardan biri zarar görmeyecektir. İliya’da onlarla birlikte herhangi bir Yahudi oturmayacaktır. İliya halkı diğer şehir halkı gibi cizye (vergi) verecektir. Onlar İliya’dan Rumlar ile hırsızları çıkaracaktır. Bunlardan İliya’yı terk eden birisi kendisi ve malı gideceği yere kadar emin olacaktır. İliya’da kalacaklar ise diğer halk gibi cizye ödeyecektir. Bizanslılarla birlikte İliya’yı terk etmek isteyen halkın da, canları, malları, kilise ve haçları korunacaktır. Onlar istedikleri yere ulaşıncaya kadar bu koruma devam edecektir. Yeryüzü halkından herhangi birisi İliya’da oturmak isterse, buranın halkı gibi cizye ödeyecektir. İsteyen Rumlarla gider, isteyen ailesinin yanına döner. Bunlardan ancak hasat zamanı cizye alınır. Bu kayıt altında olanlara Allah’ın ahdi, Rasulünün, halifelerin ve müminlerin zimmeti vardır. Yeter ki üzerlerine düşen cizyeleri ödesinler.

Şahitler: 
Halit bin Velid, Amr bin As, Abdurrahman bin Awf ve Muaviye bin Ebu Süfyan’dır”.

Hz.Ömer Kudüs’ü fethettiğinde Peygamberimizin tarif ettiği Mescid-i Aksa binasını aradı:
Hz. Ömer Mescid-i Aksayı ziyaret etmek istedi. Rum Serdarı Hz. Ömer’i “Kamame” Külliyesine götürdü. Ömer Raziyallahuanh biraz etraflıca düşündü. “Mescid-i Davud bu değildir. Resulullah SAV İsra Gecesi’nde o Mescidi görmüş ve bana vasfetmiş idi. Burası ona (Resulullahın tarifine) benzemiyor” dedi. Rum Serdarı “Sahbûn” Külliyesini gösterdi. Ömer Radiyallahuanh: “Bu da değildir” dedi.

Sonra Beytül Makdis’e götürdü. Ömer RA: “İşte budur Resulullah S.A.V’den işittiğim evsafa tamamen uygundur” dedi.Sahretullahı aradı. Çöplerle örtülmüş gördü. Rumlar İsrailoğullarına hakaret olsun diye “Sahretullah”ı (Allah’ın Kayası) çöplük yapmışlardı. Roma Şark İmparatoru Büyük Konstantin’in annesi Elena Kudüs’e gelip külliyeler yaptırdığı sırada Yahudilerin güya Hz. İsa’nın mezarı hakkındaki ihanetlerine karşılık olarak şehrin çöplerini Sahre-i Mübareke üzerine attırmıştı. Kudüs Rumları da ona uymuşlardı.Hz. Ömer diğer İslam mücahitleri ile birlikte bizzat çalışarak süprüntüleri kaldırttı. Sahretullahı temizledi. Üzerine bir mescit bina etti.

SAHRETULLAH (Muallak kaya parçası):

Sahretullah, büyükçe bir kayadır. Bu kutsal kayanın uzunluğu 17 metre 80 santim, eni 13,5 metredir. Yeryüzünde yüksekliği 1 metre 25 santim ve bazı cihetleri 2 metredir. Geniş Beyt’ülMakdis sahasının ortasındadır. “El Üns El Celil”de (7) ve sair tarihlerde beyan olunduğuna ve insanlar arasında yaygın olduğuna göre, Sahretullah aslında yer ile gök arasında muallak (asılı) . Sonra gelen geçenleri ve bilhassa hamile kadınları korkutarak çokça sakat (doğumlar) vaki olduğundan etrafına duvar çekilmiş. Vakıa namına öteden beri “Sahre-i Muallaka” (havada asılı duran kaya) deniliyorsa da havada muallak durduğu hakkında vesikalı (güvenilir) bir rivayete rastlayamadık. Milyonlarca yıldızlar ve alemleri, nihayetsiz fezada dayanaksız boşlukta tutan Allah’ın sonsuz kudretinin tecellisi olan dünyanın çekim kuvveti semadan arza kadar tesir ederek denizlerde med cezir (gel git) meydana getirdiği gibi “muvazene-i ecram” (gök cisimlerinin çekim gücüyle dengede durması) kanununun yardımıyla atmosferde bir cirmi dengede tutması caizdir.

Lakin dünyanın hava tabakasına (yer çekimine) rağmen dağ parçası kadar ağır bir cismin havada durması“sünnetullah kanunları”na uymaz. Şayet havada durması uygun ise “dehşetli adetullah” kabilinden bir rabbani mucize demek olacağından bu büyük mucizenin duvar inşasıyla azametli heybetini gidermek elbette makul ve makbul bir hareket olamayacağı gibi buna cesaret edecek kimse de bulunamaz. Şu halde nasıl olmuş da etrafına duvar çekilmiştir? Ve kim buna cesaret etmiştir? İlahî vahiy ile yapılmış ise bu mevzuda bir eser ve haberin ortada olması lazımdır. Halbuki böyle bir şey bilmiyoruz. Kaldı ki Sahre-i Mübareke’nin (mübarek kayanın) dayandığı şey sonradan yapılmış bir duvar olmayıp onun yere gömülmüş bir kısmıdır. Şu halde bir eğri cisim veya bir mağara şeklinde olduğundan üst tabakası havaya uçmuş gibi görünür.

İbn’ül Esîr, Tarih-i Kâmil’de der ki: 460 senesinde şiddetli bir zelzele olmuştu. Mübarek kaya çatladı ve Allah’ın izniyle eski haline döndü. Eğer sahih ise bu da ilahi kudretin garip tecellilerindendir.

SAHRETULLAH MESCİDİ (KUBBETÜ’S SAHRA):

Bu mescidi, yukarıda beyan ettiğimiz üzere, en evvel Ömer Raziyellahuanh bina eyledi. Fakat bu bina çok süslü bir mescit değildi. Abdülmelik bin Mervan Mescid-i Aksa’yı vücuda getirdiği sırada Sahretullah Mescidi’ni de bir sanat eseri olarak inşa etti yahut sadece kubbenin tezyinatına itina etti. Yani binanın aslını yıkıp bozmadan emsalsiz bir güzelliğe çevirdi. Bunu oğlu Velid’e isnad edenler varsa da doğru değildir. Çünkü dahilinde kûfi hat ile yazılı tarih 72’dir. Bu da Abdülmelik’in saltanatı zamanına denk gelmektedir.

Bir de Abdülmelik’in Beyt’ül Makdis’i imara gayret sarf eylemesi Abdullah bin el Zübeyr’in Mekke’de hilafet ilan etmesi sebebiyle halkı Mekke’den Beyt’ül Makdis’e çevirmek içindir. Abdullah bin Zübeyr ise Haccac’ın zalim eliyle 73’de şehid edilip, Mekke’de hilafet gailesi ortadan kalktığından 76’da saltanata erişenVelid için Beyt’ülMakdis’i İkinci Kabe yapma endişesi kalmamıştır. Üzerindeki kitabe aynen böyledir: “ bena Hazal kubbete Abdulmelik (Lillahi’l İmam’ul Me’mun) Emîrul Müminîn fî seneti isneteyn ve seb’îne. Yukabbilu’llahu minhu ve raziyellahu anhu. Amîn”. Bu kitabenin arasına “Lillah el İmam El Me’mun” ibaresinin sokuşturulması Abbasi Me’mun’u zamanında Mescidin tamir edilmiş olduğunu gösteriyor.

Sahratullah Mescidinin ihtişamlı çinileri Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır:

Sahratullah Mescidi Beyt’ül Makdis sahasının ortasında ve Mescid-i Aksa’nın kuzeyindedir. Avlusu Mescid-i Aksa zemininden 3,5 metre kadar yüksektir. Merdivenlerle çıkılır. Kuzeyde, güneyde, batıda ikişer, doğuda bir merdiven vardır. Bu merdivenlerin bir kısmı on metre genişliğindedir. Her merdivenin en üst basamağında beş sütun üzerine bindirilmiş 4 kemer vardır ki basamaktan itibaren yüksekliği 10 metre kadardır. Bunların Mescid-i Aksa’yı tamir etmiş olan Hiredos’un eserlerinden olduğuna ihtimal veriliyor.

Sahretullah Mescidi (sekizgen) şekildedir. Her iki köşe arası 20 metre 40 santimdir. Zemin ile dahilen duvarlar mermerdir. Fakat bu mermerler öyle tabii nakışlarla süslenmiş ki gayet sanatkar bir ressamın maharetli elleriyle işlenmiş zan olunur. Duvarlarının dışı göz alıcı çinilerle pür ihtişamdır. Bu çiniler Kanuni Sultan Süleyman zamanında H. 929 (Miladi yaklaşık 1522) tarihinde imal olunmuştur.

Mescid-i Şerîfin üst üste iki kubbesi vardır. Altındaki kubbe mescidin asıl kubbesidir. Yüksekliği 11,5 metredir. Üstündeki kubbe alt kubbeyi kötü hava şartlarından muhafaza için Fatımî Meliklerinden El Hakim Biemrillah tarafından inşa edilmiştir. Yüksekliği 30 metredir. İbn’ül Esîr, Tarih-i Kamil’inde 407 senesi olaylarını yazdığı sırada üstteki büyük kubbenin kutsal kaya üzerine düştüğünü beyan ediyor. Büyük kubbenin mübarek kaya üzerine düşmesi için altındaki küçük kubbenin de birlikte düşmesi lazım gelir. Halbuki İbn’ul Esîr’in ibaresinden bu suret anlaşılmıyor. 407 senesi de El Hakim Biemrillah’ın hükümeti zamanına tesadüf ediyor.

Bundan ötürü zannediyoruz ki eğer hakikaten düşmüşse büyük kubbe yapılmadan evvel camiin asıl kubbesi olan küçük kubbe düşmüş ve El Hakim Biemrillah o tarihte hem yıkılan kubbeyi inşa etmiş hem bunu kötü hava şartlarından ve ikinci bir düşmekten muhafaza için üstüne ayrıca bir kubbe yaptırmıştır. Altındaki kubbe rengarenk 12 mermer sütun ile 4 ayak üzerine dayanır. Mübarek kaya bu kubbenin altındadır. Ağaç parmaklıkla çevrilmiştir. Kubbenin dayandığı yeni sütunlar ve ayaklar demir parmaklıkla çevrilmiştir. Kubbenin içi mozaikle süslenmiştir.

Camiin birkaç mihrapları ve bunların ayrı ayrı isimleri vardır.” Mihrab-ı İbrahim”, “Mihrab-ı Davut” bu cümledendir. Dört tarafında birer kapı ve aralarında rengarenk camlardan çeşit çeşit şekilleri içeren büyük büyük pencereler vardır. Kuzey cihetindeki kapıya “Bab-ı Cennet” derler. Mübarek Kaya’nın altında kıble cihetinde gayet dar 15 basamak merdivenle inilir bir küçük mağara vardır. Uzunluğu 4 eni 3 metredir.

Bu mağaranın tavanında kayanın üstüne nüfuz eden bir delik vardır ki İslam’dan önce burasının mezbaha olduğuna delalet etmektedir. Bu deliğe paralel olarak mağaranın zemininde mermer kapakla örtülü bir kuyu mevcuttur. “Cubb’ul Ervah” (Ruhların Kuyusu) olarak bilinmektedir. O delik zan olunduğu gibi “Mezbaha” ise bu kuyu da kurban kanlarının aktığı yer olmak lazım gelir. Bu takdire göre “Cubb’ul Ervah” olarak isimlendirmesinde münasebet aşikardır.

İngiliz tarihi eser avcıları Cubbu’l Ervah kuyusundaki eşyaları gizlice çalmışlardır:

Osmanlıların son zamanlarında eski eser araştırmacılarından birkaç İngiliz, hükümetin müsaadesiyle geceleyin gizlice bu kuyuya inip bazı şeyler çıkarmışlardı. Bu cesurca yapılan hırsızlık olayı halk arasında heyecan uyandırmışsa da Kudüs Mutasarrıfı İngilizlere arka çıkıp bunlar aşırdıkları eşya ile savuşup gitmişler. Bu garip hadise o vakit Meclis-i Mebusan’a aks edip tahkikata Karasu Mebusu Mecdi Efendi memur edilmiş ve Kudüs’e gitmiş gelmiş ise de hakikat ortaya çıkarılamamıştır.

Mübarek Kaya’nın üstünde bir takım izler vardır ki Resulullah SAV Efendimizle İsa ve İdris Aleyhimüsselamın ayak izi olduğu söyleniyorsa da bu konuda belgeli bir bilgi ve haber yoktur. Müşerref Kaya’dan ayrı ve onun hizasında ve mermer sütunlara dayalı bir taşta da iz vardır ki iki cihan seyyidi Peygamber Efendimiz’in pak ayaklarının nakşı olduğu rivayet olunur.

Bu taşın yanında beyaz mermerden burma sanatlı sütunlarla süslü iki küçük mihrap bulunduğu gibi Müşerref Kaya’nın kuzeyinde ve doğusunda da birer mihrap vardır.

Camiin avlusunda birkaç su depoları-sarnıçlar kubbeler mevcuttur. Batı cihetinde mermer sütunlar üzerine “Kubbetul Ervah”, (Ruhlar Kubbesi), “Kubbet’ul Hazar” (Yeşil Kubbe (?) ve“Kubbetu’l Miraç” vardır. Rivayete göre, İsra Gecesinde Allah’ın huzuruna yükselme Miraç Kubbesinde vukubulmuştur. Bu kubbenin yanında yüksek bir kubbe mevcut olup içindede kırmızı mermerle tezyinli güzel bir mihrap vardır.

Haklıya uzanan haksızdan çekinen zincir:

Avlunun doğu cihetinde “Mahkeme-i Davud” ismiyle anılan “Kubbet’ül Silsile” mevcuttur. Gayet güzeldir. 17 mermer sütun üzerine bina edilmiştir. Güya bunun yerinde Süleyman Aleyhisselam zamanında havada bir silsile zincir varmış, haklıya uzanır haksızdan çekinirmiş. Hasımlar orada Hakimin karşısına çıkarlarmış. Bir gün bir mekkar (hilebaz) kendisine emaneten bırakılan parayı inkar edip içi boş bir asaya doldurarak duruşma sırasında silsileyi tutmak için asayı muvakkaten hak sahibine verdikten sonra “Ya Rabbi bilirsin ki bu adamın bana emaneten bıraktığı parayı kendisine verdim elindedir. Sadık isem kudretinle silsileye erişeyim” demiş. Silsile aşağıya sarkmış o da tutmuş sonra asayı emaneten verdiği adamdan almış. Süleyman Aleyhisselam bu hileye vahiy yardımıyla öğrenmiş. Bunun üzerine silsile büsbütün ortadan kalkmış.

Abdülmelik Mervan buraya bu kubbeyi yaptırınca eski silsileye işareten merkezine bir zincir taktırmış ve buna benzeri bulunmaz bir inci ile “Tac-ı Kisrâ”yi asmıştı. Hilafet Abbasilere intikal edince bunlar Kabe-i Mükerreme’ye gönderildi.

Cami avlusunun sonunda kıble cihetinde Kubbe-i Meryem Aleyhasselam ve hizasında mermerden bir minber mevcuttur. “Abdülmelik bin Mervan” Sahretullah Mescidi’nin ziynet ve ihtişamına pek ziyade önem vermişti. Kubbesini içeriden halis altınla sıvamış ve Mübarek Kaya’yı Kabe gibi bir örtü ile örtmüş ve Mescidin içini misk ve amber ve gülsuyu ile devamlı kokulandırmış idi. Hizmetçiler yeni ve süslü elbise giyinerek her Pazartesi ve Perşembe günleri Mescidi kokulandırıp kapıları ziyaretçilere açarlardı. Sair günlerde hizmet edenlerden başka kimse giremezdi. “İbn’ilCevzi” “Mirâtül Zaman” da Abdülmelik’in bu Mescidi 69’da başlatıp 72’de bitirmiş olduğunu beyan ediyor. Hakikaten dahilindeki tamamlanma tarihi de 72’dir.

Şemsettin Ebu Abdullah Muhammed El Beşşari, coğrafyaya dair ve Hollanda’nın Leiden şehrinde basılmış olan “Ahsenu’l Tekasîm” isimli kitabında Sahretullah Mescidi’nin güzellik ve bahasını tavsif ettikten sonra İslam ve şark diyarında bunun gibi bir kubbe görmedim, demiştir. İbn-i Battuta dahi Seyahatnamesinde Sahretullah Mescidi’nin ziynet ve ihtişamından bahsetmiştir.

Beytlahm’da Rahip, Hz. Ömer’e daha önce verdiği Emannameyi hatırlatarak göstermiştir:

Hz. Ömer Kudüs’e gelip “Fetih” kan dökülmeksizin gerçekleşince,Hz. İsa’nın doğum yeri olmakla meşhur ve Kudüs’e pek yakın olan Beytlahm’dan yanına bir rahip gelerek; “Sizin bende Beytlahm için emannameniz vardır” demiş ve Hz. Ömer hatırlamadığını söylemesi üzerine Emannameyi göstermişti. Hz. Ömer bunu görünce hatırlayıp, “Evet” Emanname doğrudur. Fakat sizin her kilisenizin yanında bizim bir mescidimiz bulunmalıdır” dedi. Rahip: “Beytullahm Kilisesi meyillidir, sizin kıblenize doğru yapılmıştır (kıblesi doğrudur), yıkmayınız ve mescide çeviriniz” teklifinde bulundu. Hz.Ömer kabul etti. Beytlahm’e gitti. Kilisenin kıbleye doğru olan yerinde namaz kılarak orasını mescityeri olarak kabul eyledi.Temizlemek, kandillerini yağlamak ve yakmak vazifesini de Hıristiyanlara verdi. Bu mescit bugün hala vardır. Haçlı Seferlerinin hücumlarında bile dokunulmadı (8).

Kudüs 583 de Büyük Mücahit Sultan Selahaddin-i Eyyubi’nin yüksek gayretleriyle kurtarıldı:
Kudüs şehri Hz. Ömer zamanından, yani Hicri 15’inci seneden 492 tarihine kadar 477 sene ehl-i İslam elinde kaldı. 492 tarihinde haçlıların kuvvetli ordularına karşı durulamadı. Haçlılar Müslümanlara Beyt’ül Mukaddes’de baskın yaptılar.70.000’den fazla Müslümanı şehit ettiler (6). Mescid-i Aksa ve Sahratullah Mescidi’ni külliye yapıp oraya bir mezbaha yaptırdılar. Kudüs ve çevresi 91 sene Haçlıların elinde inledi. 583 de Büyük Mücahit Sultan Selahaddin-i Eyyubi’nin yüksek gayretleriyle kurtarıldı.
Endülüslü âlim ve mutasavvıf İbn-i Berrecan “Elif Lam Mîm Ğulibetirrûm…” ayetini tefsir ederken Kudüs’ün 583 senesinde fethedileceğini ve ebediyen İslam diyarı olacağını bildirmiştir. Olay aynen gerçekleşmiştir:

Gariptir ki “Eşbiliyye” (Endülüs-Sevilla) ulemasından ve mutasavvıflardan olup 536’da vefat eden “İbn-i Berrecan Abdusselam İbn-i Abdurrahman” tamamlayamadığı tefsiri şerifinde “Elif Lam Mîm Ğulibetirrûm…” ayeti kerimesini tefsir ederken, “Beyt’ül Makdis (Mescid-i Aksa) 583 senesine kadar Rum’un elinde kalacak ve sonra Rumlar mağlub olup Beytul Makdis ehl-i İslam eline geçecek ve ebediyen İslam Diyarı olacaktır” demiştir (9).

Sultan Selahaddin Eyyubi Kudüs’ü fethedince 50.000 Gazi ile Cuma Namazı kıldı. Manzara muhteşem idi:

Yine gariptir ki adıgeçen Mücahit Sultan Selahattin-i Eyyubi 589 senesi Saferinin 18’inci Cumartesi günü Haleb’i (İmaduddin bin Mevdud bin İmadeddin Zengi) elinden takas yoluyla alınca (10) Kadı İbn-i Zekiyüddin söylediği tebrik kasidesinde:

Ve fethuke’lkal’ate’l Şehbâi fî Saferin
Mübeşşirun bi futûhi’l Kudsi fî Recebin

(Sefer ayında Haleb-i Şehba Kalesini fethetmen, Recep ayında Kudüs’ü de fethedeceğini müjdeliyordu)

diyerek şâirane bir kehanette bulunmuştu. Gerçekten Kudüs 583 senesi Receb’inin 27’inci Cuma günü sabahı fetholundu. Bu feth-i mübin üzerine Mücahitler tekbir ve tehlil ile fevc fevc şehre girdiler. En birinci iş olarak Beytul Makdis’deki Hırıstiyan icatlarını kaldırmak ve mihrap ve mimberi yerleştirip Cuma namazını eda etmeye başladılar. Yaklaşık 50.000 Mücahid-i Mansûrun (Gazinin) Mescid-i Aksâda, Allah’ın huzurunda saflar teşkil etmeleri görülmeye değer heybetli bir manzara idi. O gün Sultan Selahattin Eyyubi’nin maiyetinde bulunan ulemadan her biri, hutbe kıraati kendisine emrolunmak ihtimaliyle bir hutbe hazırlamış idi. Lakin hiç birisine hutbe okuması emir olunmadı.

Sultan Selahaddin-i Eyyubi âni bir işaretiyle yukarıdaki beytin sahibi (İbn-i Zekiyüddin) (11) hutbe okudu ve Cuma Namazını kıldırdı. Okuduğu hutbe tarihî olmakla beraber gayet beliğ ve benzersiz bir hitabet belgesidir.

Bilahare, Sultan Selahattin, Mescid-i Aksâ’nın mihrabını yeniledi ve mihrabın üzerine mozaikle şu kitabeyi yazdırdı:



(1) Tabut-ı Ahd: Musa Aleyhisselamın inen levhaları hıfz için “Şemmat” (Şimşir) ağacından yaptırdığı sandıktır ki buna “Tabut-ı Şehade”, “Tabut-ı Sekine” dahi derler.Bakare Suresi: Ayet: 248’de C. Hak mealen Ç “Peygamberleri onlara, Onun hükümdarlığının alameti, Tabut’un size gelmesidir. Meleklerin taşıdığı o Tabut’un içinde Rabbinizden size bir ferahlık ve sükunet, Musa ve Harun hanedanlarının bıraktıklarından bir kalıntı vardır. Eğer inanmış kimseler iseniz sizin için bunda şüphesiz bir alamet vardır dedi” buyurmaktadır. İsrailoğulları savaşlarda galip gelmek için bunu beraber götürürlerdi. İki defa düşman eline düşüp kurtarıldı. Kamus Tercümesi “Okyanus”da şöyle deniliyor. “El Kilvaz” Tevrat-ı Şerîfintabutı ismidir ki sanduka-i sekinedir. Şimşir ağacından ve mezheb-i tûla üç zıra ve arzı iki zıra miktar idi. Bu cihetle lafz-ı mezbur-ı iberî olur”. (Bazı kaynaklara göre, bu sandık Roma İmparatoru Titus’un Kudüs’ü MS 70 senesinde işgali sırasında yağmalanarak kutsal kitaplar ve diğer ganimetlerle birlikte Roma’ya götürülmüştür).
(2) “Sihyûn” (Siyon) Kudüs’ün batısında eski bir kaledir. İsrailoğulları büyüklerinin defnedildiği yer idi. Süleyman Aleyhisselam da oraya defnedilmiştir. Buna “Siyon” dahi derler.
(3) 22 sene sonra M.Ö. 146 tarihinde ise Romalılar tarafından kadim Yunanlılar tamamen yok edildiler.

(4) “İliya”(ColoniaAeliaCapitolina) hemzenin kesriyle ve elifin meddi ve kasrıyla ve iki surette lamın teşdidiyle ve yayı vahide ile ve elifin meddi ve kasrıyla Kudüs’ün şehrinin (eski) ismidir. Mütercim der ki, Süryanîde “İillya” “Hüdaî” manasınadır. Zira “İil” ism-i Celal ve “Ya” kelimesi Süryanîde edat-ı nisbettir. Ve İlya (İillya) hafifletilmişidir. Sözün özü “Beytullah” demektir. (Kamus Tercümesi). (Şehre Roma kolonisi olduğu için Colonia, Hadrien şerefine inşa edildiği için onun ilk adı olan Aelius’anisbetleAelia ve Jüpiter Capitolin’e ithaf edildiği için de Capitolina denilmiştir. (İslam Ans.)
(5) Bu nadide minber 21 Ağustos 1969 tarihinde Avusturalyalı Fanatik Yahudi Michael Dennis Rohan tarafından cami içindeki diğer nadide eserlerle birlikte yakılmıştı.
(6) İbn-i Battuta (M.1304-1368) seyahati sırasında İstanbul’a geldiğinde (Sayfa: 340 YKY 5. Baskı) sonradan keşiş olan Bizans Hükümdarı Circus tercüman aracılığıyla kendisine; “Sarakinoya söyle! Onun Beyt-i Makdis’e giren elini, Kutsal Kaya’da (Sahretullah), Kamame denilen Kilise ve Beytlahm’de gezen ayaklarını öperim ben” der ve Battuta’nın el ve ayaklarını sıvazlayarak yüzüne sürer. İstanbul’da (muhtemelen bu saygı sebebiyle) kendisine 1.sınıf protokol uygulanır ve gezdiği her yerde Kudüs’teki kutsal mekanları anlatması istenir. Bilahare, Başyargıcın da kendisini davet ettiğini ve “bana beyt-i Makdisi anlat” dediğini, anlatmaya başladığında anlatır kenyüzlerce kişinin etrafta toplandığını nakleder.
(7) El Üns el Celil bi Tarihi'l Kudsi ve'l Halîl, (2 Cilt), Mücirüddin El Hanbeli.
(8) Bunu “Mucemul Buldan” yazıyor. “Dâiretü’lMeârif” bu kilise ve mescidin “Akka” ve “Gazze” arasında ve “Nasıra”dan altı mil uzakta kain olan “Beyti LahmZivlun”da olduğunu beyan ediyor. Ve bu kasaba büsbütün yok olmuş iken “Robinason” tarafından keşfolunduğunu bildiriyor. Fakat zannederim ki “DairetülMearif” bunda isabet edememiştir. (M.V.Ş)
(9) Rumeli (Anadolu) Sultanı Birinci Beyazıt H.508 tarihinde (M.1402) Timurleng’emağlub olduğunda (ض) harfinin suret-i melfuzası(telaffuzu) murat edilerek “Ğulibeti’lRûmfî ednâ’larzi…” ayet-i kerimesi tarih düşürülmüştü. Kudüs son zamanlarda Eyyubilerden El Melik’ul Kamil zamanında yine ehl-i salîb eline düşmüş ve 11 sene ellerinde kaldıktan sonra “El Meliku’l Nasır Davud” 637’de geri almıştı. Birinci defa geri alan Selahaddin Eyyubi dahi “El Melik Nasır" (Muzaffer komutan) unvanıyla anıldığından meşhur şair Cemaleddin bin Matrûh şu beyitleri söylemiştir:

El Mescid’ul Aksâlehuâyetun Sâret ve sâret meselen sairan
İza ğadâ lilküfri müstavtinen En yeb’asellahulehuNâsıran.
Fe Nasırun zuhuruhu evvelen Ve Nasırun zuhuruhu âhiran

“Mescid-i Aksa’nın zamana yayılan bir mucizesi vardır. Bir gün küfür oraya yerleşirse, Allah elbette Ona bir “Kurtarıcı” gönderir. Bu kurtarıcı daha önce nasıl zuhur etmişse daha sonra da aynı şekilde zuhur eder . (Şair burada daha önce Mescid-i Aksayı kurtaran “El Melik’ul Nasır Davut” ile “El Melik el Nasır” (Selahattin Eyyubi ) ye atıfta bulunmaktadır.)
(10) Sultan Selahattin Haleb’i almış ve ona bedel olarak İmaduddin Sincar, Nusaybin, Habur, Rakka ve Suruç’ı vermişti.
(11) İsmi “MuhyiddinEbu’lMeâlî Muhammed bin Ebi’lHasan Ali bin Muhammed bin Yahya bin Ali bin Abdul Azîz bin Ali bin El Hüseyn bin Muhammed bin Abdurrahman bin El Kasım bin El Velid bin El Kasım bin Ebân bin Osman bin Affan RaziyellahuAnh”dır.
(12) Hz. Harun neslinden İsrailoğullarına gönderilen peygamber.

(*) Bu makale Muhammed Vamık Şükrî’nin Tarih-i Evkaf-ı Ümem isimli eserinden sadeleştirilmiştir.

Osman Şahin - Dünya Bülteni / DÜBAM

Diyanetliler Platformu  Grup sayfamıza katılmak için >>> TIKLAYINIZ

Dini Haberler Grup sayfamıza katılmak için >>> TIKLAYINIZ

Diyanet Duyurular Sayfamız için TIKLAYINIZ

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER