© Dini Haberler 2020

Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın kıskandıracak İltifatları

Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın eşine yazdığı mektupta dile getirdiği iltifatlar ise kadınları kıskandıracak derecede.

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri

1703 tarihinde Erzurum’da doğdu.Mutasavvıf. Dokuz yaşındayken babasıyla Siirt’e gitti ve Tillo Köyü’ndeki Kadiri Seyhi Ismail Fakirullah‘a bağlandi.1735′te Erzurum’a döndü. Üç defa hacca giden, Arabistan ve Mısır’ı dolaşan İbrahim Hakkı,1752′de İstanbul’da Sultan I.Mahmud Han’ın özel izniyle saray kitaplığıdan yararlandı. Şiirlerini İlahiname adı altında toplayan İbrahim Hakkı, ünlü eseri Marifetname’de çağının jeolojiden astronomiye, fizyolojiden psikolojiye kadar pek cok alandaki bilgilerini bir araya getirmeye çalıştı 1780 tarihinde vefat etti.

Osman Efendi adlı bir şeyhin oğludur. Babası saygın bir mutasavvıf idi ve İbrahim Hakkı‘yı iyi bir eğitimle yetiştirdi.İbrahim Hakkı olgun bir düşünürdü. Yetmişten fazla eser yazdı. Eserleri arasında en meşhuru olan Marifetname adlı eseri, yaşadığı dönemin bütün bilgilerini kapsayan ansiklopedik özellikte bir eserdir.

Erzurumlu İbrahim Hakkı Marifetname adlı eseriyle insanlara önce çevrelerindeki eşyayı, daha sonra kendilerini ve en sonunda da Allah‘ı bildirmeyi amaçlıyordu. Kitabın içindeki Kıyafetname adlı bölüm ise bir çeşit görgü bilimidir.Erzurumlu İbrahim Hakkı, dar çevresi içinde tasavvufu öğrenmişti. O, derin düşüncesiyle cisimlerin birleşmesini, hayatın doğuşunu, cinslerin gelişmesini yepyeni bir görüşle ortaya atmıştı.

Ona göre Allah önce “Kendi nurundan bir cevher var edip, andan cemi kainatı tedric ve tertib ile halk etmiştir; buna Cevher-i Evvel denir.”

Erzurumlu İbrahim Hakkı’ya göre, bütün varlık küre şeklindedir: “Alemin her ne tarafına nazar olunsa şekli muhaddep görünür.” “Arzda ve semada müşahede olunan bütün şekiller yuvarlaktır”. Einstein bu görüşü ondan çok daha sonra matematiksel yollardan göstermiştir.İnsanların nazarında çok önemli bir yer işgal eden Marifetname adlı eseri defalarca basılmıştır.

40’a yakın eser bıraktı

“Mevla görelim neyler, Neylerse güzel eyler.” sözünün sahibi, mütefekkir ve mutasavvıf vasıflarıyla tarihe geçen Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, 18 Mayıs 1703’te Erzurum/Hasankale’de doğdu. Çocukluğunda İsmail Fakirullah Hazretleri ile tanıştı. Erzurum Müftüsü Muhammed Hazık’tan Arapça, Farsça dersleri aldı. 1728’de Tillo’ya giderek Şeyh Fakirullah Hazretleri’ne bağlandı. 7 yıl sonra şeyhinin vefatı üzerine Erzurum’a döndü ve Yukarı Habib Efendi Camii’nde imam–hatip olarak görev aldı. Kabiliyeti ve bilgisiyle ilim çevrelerinin dikkatini çekince Sultan I. Mahmut tarafından saraya davet edildi ve saray kütüphanesi istifadesine sunuldu. 1775’te Hasankale’de inzivaya çekilerek kendini tamamen kitap hazırlamaya adadı. Marifetname’yi o dönemde yazdı. Eserde, astronomiden matematiğe, astrolojiden tıbba kadar birçok konudaki soruların cevabı yer alıyor. 22 Haziran 1780’de Tillo’da vefat etti ve şeyhi Fakirullah için yaptırdığı türbeye defnedildi. 40’a yakın eseri arasında en çok bilinenler şunlar: İbrahim Hakkı Divanı, İrfaniye, İhsaniye, Mecmuatü’l Meani ve Marifetname.

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri‘nin Ahlâk eğitimi

İbrahim Hakkı ve Marifetname isimli eseri

İbrahim Hakkı (ö. 1195/1780) büyük Türk düşünürü ve ahlâkçısıdır.

Erzurum’un Hasankale ilçesinde doğmuş, uzun süre Siirt’te şeyhi ve mürşidinin köyü olan Tillo’da yaşamış ve orada vefat etmiştir.

On beş kadar ahlâki ve tasavvufi eseri vardır. Bunların en çok tanınanı, Ma’rifetname’dir. Bu eserinde çağındaki ilmi keşiflere, astronomik bilgilere, sosyoloji ve psikoloji konularına büyük yer vermiştir. Nakşibendiyye mensup olan İbrahim Hakkı, Ma’rifetname’de bu tarikatın esaslarından da bahseder. Şimdiye kadar on defadan fazla basılmış olan eserin dili oldukça sadedir.

İbrahim Hakkı’nın Öğretim Metodu

Konuları işlemeye başlarken İbrahim Hakkı, okuyucusuna “Ey aziz!” diye hitap eder. Bunun peşinden de konunun özelliğine göre yani ahlâk, tasavvuf, hikmet veya astronomiyle ilgili oluşuna göre, o ilmin ileri gelenlerinden nakiller yaparak konuya girer. Bu giriş ifadeleri: “Ehl-i edep demişlerdir ki…” “Ehlullah demişlerdir ki…” “Ehl-i hikmet demişlerdir ki…” “Ehl-i hey’et demişlerdir ki.” şeklindedir.

Konunun bitişiden sonra de çoğu kez “nazım”, “mesnevi”, “şiir”, “ruba’i”, “beyt” gibi başlıklar altında manzumeler getirir.

İbrahim Hakkı, konu arasında ayet ve hadislere büyük ölçüde yer vermekte, hatta bazı konuları sırf hadis mealleriyle işlemektedir.

Örnek:

Öğrencinin hocasından ilim öğrenme edebi :

“ Ey aziz! Şunu bil ki, ahlâkçılara göre öğrencinin hocasından yararlanmasının edep ve usulü şunlardır:

1. Yanına gittiğinde, Hocaya selâm verip, ayakta beklemek.

2. Hocasının izniyle oturmak.

3. Namaz kılıyormuş gibi saygılı bir şekilde durmak.

4. Hocasının huzurunda az konuşmak.

5. Hocası sormadıkça bir şey söylememek.

6. İzin istemeden soru sormamak.

7. “Falan senin söylediğinin aksini söylemiştir” deyince hocaya karşı gelmemek.

8. Meselenin doğrusunu hocasından daha iyi bildiğini söylememek.

9. Hocanın huzurunda iken arkadaşının kulağına bir şey fısıldamamak.

10. Başını önüne eğmek, etrafına bakmamak.

11. Hoca usanıp sıkılınca susup konuşmamak

12. Hoca gidip geldikçe ayağa kalkmak.

13. Hoca gitmek üzere ayağa kalkınca artık soru sormamak.

14. Hoca yolda giderken ona bir şey sormadan yanı sıra gitmek.

15. Hocanın çocuklarına ve yakınlarına bile saygı ve hürmet göstermek.

16. Hoca, beğenilmeyen, uygun olmayan bir şey yapacak olursa su-i zanna kapılarak o hareketi başkalarına duyurmamak ve, “Bunu o daha iyi bilir, bir bildiği var ki, böyle yaptı” demek gerekir. Akla kötü fikir gelince de Hz. Musa ile Hızır (a.s)’ın kıssasını hatırlamalıdır.

İşte her ilim yolcusunun, hocasına karşı böyle edepli davranması gerekir. Büyükler: “Gayeye ulaşanlar, hürmet ve saygılarıyla ulaştılar; kaybedenler de hürmet ve saygıyı terk etmeleri sebebiyle kaybettiler.” demişlerdir.

“ Üstadına tazim et, zira ki denilmiştir.

“ Bana bir harf öğreten, beni kendine köle etmiştir.” (1)

--------------------------------------

(1) Marifetnâme, Erzurumlu İbrahim Hakkı, s. 539-540. M.Bilgen

Zevce İle Sohbetin Edebleri

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri‘nden

Ey Aziz!

Edeb ehli demişlerdir ki, erkeğin hanımı ile sohbetinin edeb ve şartları şunlardır:

1. Hanımına iyi huylu olmalıdır.

2. Onunla rıfk ve yumuşaklıkla sohbet ve ülfet vedip, tatlı ve hilm ile söylemelidir. Nitakim hadis-i şerifde: "İnsanların hayırlısı, ehline hayırlı ve faydalı olan kimsedir" buyuruldu.

3. Eve girince, hanımına selam verip, halini sormalıdır.

4. Tenhada neşeli görünce saçlarını okşayıp, tatlı sözlerle bûs etmeli, sarılmalıdır.

5. Tenhada üzüntülü bulunca, ona, çok sevdiğini söylemelidir. Şefkatle gönlünü almalı, tatlı konuşmalıdır.

6. Ehlinin hatırını, işe yarar, yalana yakın sözlerle almalıdır. Zira o evinde mahbûs, başkasından meyus (ümidsiz) ve kendisiyle menûs olan dert ortağı, gam gidericisi, iş ortağı, oyuncağı, tarlasıdır.

7. Çocukların terbiyesinde ehline yardım etmelidir. Çünkü çocuk anasına gece gündüz feryad ü figan ile, bir zaman istirahat vermez, amansız alacaklıdır.

Ona yardım edene, mevlası yardım eder.

8. Ehline kendi giydiği kumaş gibi elbise giydirmelidir.

9. Kendi yediğinden yedirmelidir. İmkânı varsa nafakasını geniş tutmalıdır. Ehlinin meskenini elbisesini ve nafakasını boynuna vacib bilmelidir.

10. Ehlini hiç dövmeyip, dünya işlerindeki kusurlarından ötürü sövmemeli, kötü söylememelidir.

11. Ehlinin din işlerindeki kusurları için bir günden çok küsmemelidir.

12. Rıfk ile onu idare etmelidir.

13. Ehlinin kötü huyalrı baş gösterince, kabahati kendinde bulup, ben iyi olsaydım, o da iyi olurdu demelidir.

14. Ehli kızınca susmalıdır. Erkek susunca, hanımı pişman olup, özür diler. Çünkü o zaif yaradılışlıdır. Susunca mağlub olur.

15. Ehli güzel huylu olup, her hizmetini seve seve yapmağa başlayınca, ona dua, Hakka şükr ve sena etmelidir. Çünkü erkeğe uygun bir hanım, şükrüne dikkat edilemeyen bir nimettir.

16. Ehline öyle davranmalıdır ki, hanımı, kocam beni, herkesten çok seviyor bilmelidir.

17. Evin idaresi ve geçimi hususunda ehliyle meşveret edip, ona danışmalı, diğer büyük işlerini ona anlatıp üzmemelidir.

18. Ehlinin günah olmıyan kusuralrını ve hareketlerini görmemezlikten ve bilmemezlikten gelmelidir.

19. Ehlinin gizli hallerini ve ayıblarını herkesten saklamalıdır.

20. Ehli ile şakalaşıp, latife ve çeşitli oyunlar yapmalıdır. nitekim Hazret-i Habib-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) ezvâc-ı mutahharasıyla oynar, onlara karşı insanların en zarifi olurdu. Hatta bir defa Hazret-i Aişe (radıyallahu anha) ile yarış ettiklerinde, Hazret-i Aişe geçti. Sonra bir daha yarış yaptıklarında resûlullah geçti. Çünkü erkeğin hanımı ile oynaması boş ve luzumsuz değildir. Belki doğrudur ve taattir.

21. Ehlini kalabalık insanların bulunduğu yerlerde oturtmamalıdır. Böylece namahrem görüp, onlara meyl etmez.

22. Ehline Kur‘an-ı Kerim okumasını farzları ve dinin edeblerini öğretmelidir.

23. Ehline çok süslü ve değerli elbise giydirmemeli, taki böylece süslerini göstermek için dışarı çıkıp, caka satmasın ve evinin hanımı olsun.

24. Ehlinden izinsiz sefere, belki hacca gitmemelidir.

25. Ehli saliha ve itaatkar ise, üzerine bir daha evlenmemelidir.

26. Ehline üzüntülerini, sıkıntılarını, düşmanlarını, borçlarını söylememelidir.

27. Ehline yüzüne ve arkasında hayır dua edip, beddua etmemelidir. Zira gece ve gündüz onun hizmetindedir. Ekmek pişiricisi, yemek yapıcısı, çamaşırı dikicisi ve yıkayıcısı, evinin ve malının koruyucusudur. Belki enisi, munisi, yari ve nigarıdır.

EY DOST! Hanımına iyi huylu olmalısın, onunla yumuşaklıkla sohbet ve tatlı sözle konuşmalısın. Peygamberimiz “İnsanların hayırlısı, eşine ve ev halkına hayırlı ve faydalı olan kimsedir” buyurur. Eşini üzüntülü bulduğunda onu çok sevdiğini söylemelisin, şefkatle gönlünü almalısın. Çünkü o evinde mahpus ya da meyus, ümitsiz olabilir. Onun dert ortağı sen olmalısın. Çocukların terbiyesinde de eşine yardım etmelisin. Çünkü çocuk, annesine, gece gündüz ağlamak ve sızlamak suretiyle hiçbir zaman istirahat vermez. Ona yardım edene Mevlası da yardım eder. İşlerindeki kusurlarından ötürü kızmamalısın, kötü söz söylememelisin. Ve bir günden de çok küsmemelisin. Eşinin kötü huyları baş gösterince kabahati kendinde bulup: “Ben iyi olsaydım, o da iyi olurdu” diye düşünmelisin. Hanımın kızınca sen susmalısın. Erkek susunca hanımı pişman olup özür diler. Her hizmetini seve seve yapmaya başlayınca, ona dua, Hakk’a şükür ve sena etmelisin; çünkü erkeğe uygun bir hanım, şükrü edilemeyen bir nimettir. Hanımına öyle davranmalısın ki eşin, “Kocam beni herkesten çok seviyor” demelidir.

Evin idaresi ve geçimi hususunda ona danışmalı, onunla konuşmalısın. Diğer büyük işlerini ona anlatıp üzmemelisin. Eşinin günah olmayan kusurlarını ve hareketlerini görmezlikten ve bilmezlikten gelmelisin. Gizli hallerini ve ayıplarını ise herkesten saklamalısın. Eşin ile şakalaşıp lâtifeler, çeşitli oyunlar yapmalısın. Sevgili Peygamberimiz eşleri ile oynar, onlara karşı insanların en zarafetlisi olurdu. Hatta bir defasında Hz. Aişe ile yarış ettiklerinde Hz. Aişe geçti; sonra bir daha yarış yaptıklarında Resulullah geçti. Tatlı sözle konuşmalar sizi birbirinize bağlar. Eşi işe karşılıklı farz olan bilgileri, ilimleri konuşmalı okumalıdır. Kendi giydiğinden giydirmeli, kendi yediğinden yedirmelidir. Eşine, üzüntülerini, sıkıntılarını, düşmanlarını ve borçlarını asla söylememelidir; çünkü bunları kendisi aşsa bile onun dünyasında bir iz bırakacaktır.

Eşinin yüzünden ve arkasından hayır dua edip beddua etmemelidir. Çünkü o gece gündüz onun hizmetindedir. Ekmeğinin pişiricisi, yemeğinin pişiricisi, çamaşırının dikicisi ve yıkayıcısı, malının, çocuklarının ve şerefinin koruyucusudur. Hem enisi (dostu), hem munisi, hem yâri, hem nigârıdır.

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinden Tavsiyeler

Ey aziz, iyilerin safında yer almak için, itikadı düzeltmek, namazları vaktinde kılmak, şehvetin arzularını unutmak, sıfatları bilmek ve zat-i ilahiyi sevmekle olur.

Dünya ile olan gönül zarardadır Ukbâ ile olan gönül erir. Mevlâ ile olan gönül temiz ve ne güzeldir.

Gafilin kalbi dünyaya bağlıdır. Zâhidin kalbi ukbâya bağlıdır.

Ârif´in kalbi Mevlâya bağlıdır. Gönül, çok şefkatli bir arkadaştır. Kalbin Hakk ile olsun ve kalıbın halk ile kalsın

Ey Aziz! Dil insanın terazisidir. Üç şey her belayı kendine çeker: Ciddi olmayan konuşma, şaka ve saçma sözdür. Arkadaşların gıybeti rezalettir.

Şaka heybeti kıran afettir, minnet cömertliği yıkan felakettir. Konuşursan, doğru söyle, söz verirsen tut, tatlı konuşmak ve sesle selam sünnet-i kiramdır.

Yumuşak söz ve bol selam insanların sevgisini kazandırır.

Ey Aziz! Zikrullahın en üstünü, sessiz olarak kalb huzuru ile Lailahe illallah kelime-i tayyibesini tekrardır. Zikrullah, kalblerin nuru, ruhların huzurudur. Zikrullah bedene lezzet, ruha kuvvettir.

Gözlerin cilası, sırların nurudur. Arifin adeti, Allahü Teâlâ´yı zikr ve O´ndan başkasını unutmaktır. Zikrullah sadra cila, akla nurdur. Kalblerin hayati, mahbubun likasıdır.

Dilin adeti, kalbin düşüncesidir. Hakkı zikredeni, Hak da zikreder

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin Dört Hanımına Yazdığı Mektup

İzzetli, hürmetli, hakikatli, adamlıklı, şefkatli, hatırlı, gönüllü, asıllı, usullu, akıllı, iz‘anh, hünerli, ma‘rifetli, üsluplu, yakışıklı, güzel huylu, tatlı dilli, uzun boylu, ince belli, kıl ayıpsız hatunum, helâlim (eşim) Fir-devs   Hatun   huzuruna,

Derun-i dilden (gönül içinden) ve can u gönülden selâmlar ve dualar edip ol mübarek nazik hatırın sual ederiz, Huda‘nın birliğine emanet veri­riz. Benim nazlı yar-ı gam-güsarım (dert ortağım), benim şenliğim, şöh­retim, benim sevdiğim, keyfim, benim canım Firdevs‘im! Neylersin niş­lersin, ne keyftesin, ne fikirdesin, ne haldesin, ne demdesin (durumdasın) ? Benim güzelim, garip gönlünü ne ile eğlersin? Okur musun, nakış mı işler­sin, oynar mısın, güler misin? Benim gönlüm senin hayalinle eğlenir, sen nicesin? Keşke sizi getirsem, bu vilâyetleri seyrettirsem, zira sensiz canım rahat olamıyor. Benim güzel keyfim, senden ayrılmak ne çetin ahvalimiş bilmezdim. Hak Taâlâ gönül hoşluğuyle bir dahi dünya gözüyle görüşmek müyesser eylesin âmin... Firdevs, Firdevs, o saçların seveyim, Firdevs, Firdevs, o başın seveyim, o kaşın seveyim, o gözün seveyim, o yüzün seveyim, ayıpsız canın seveyim, salon benden küsmeyesin ki gönlüm sıkılmasın. Kusurlarımı afvet, ahiret hakkım helâl eyle. Bu uçkuru bana yadigâr mı verdin, yoksa bununla beni bağladın mı ? Zira yadigâra ne hacet hiç hatırım­dan çıkmadın, gözüm önünde durursun. Böylece apayan gönlümdesin. Allah‘a emanet olasın. Bin tabaka kâğıt yazsam seninle sözlerim tükenmez. Hele yavaş, inşallahu Taâlâ, ramazan geceleri sabahlara değin sana çok çok gördüğüm, işittiğim hikâyeler söylerim. Her gördüğüm, işittiğim pâk şeyleri ve esvapları size lâyık görürüm; eğer fırsatım olursa alırım, yoksa siz sağ olunuz; birer hamaylı getiririm. Şimdilik mektubum boş olmasın için bir pâk bürüncük gömlek göndermişim, ma‘zur olsun. Sizin hevesinize çermiği (kaplıcayı) yaptırırım; inşallah tamam olanda sizinle bir gece anda çimeriz. Gönlünüz her ne meyve isterse şehirden getirtesiniz, meyvesiz kalmayasınız, haftada iki kere çaylara, bahçelere çıkasmız, hapsolmayasınız, rahat ola­sınız. Allah‘ın birliğine emanet olasınız. Ömrün uzun olsun, âmin ya Mu‘in (Ey Tanrım).

Ve izzetli, hürmetli, muhabbetli, hatırlı, gönüllü, asıllı, usullu, akıllı, sabırlı, güzel huylu, tatlı dili, hanım yapılı, güleç yüzlü, alçak gönüllü der­vişim, ehlim (karım), helâlim Fatma Hanım huzuruna,

Derun-i dilden ve can u gönülden selâmlar ve dualar edip mübarek hatırın sual ve Huda‘nın birliğine emanet veririz. Benim yar-ı gânm (can dostum), benim gam-güsarım, benim aklım, fikrim, benim canım, hanım, neylersin, nişlersin, ne fikirdesin, ne haldesin, ne demdesin? Benim yükümü çeken, benim hatırımı sayan, benim ateşime yanan... Selâmet kurtuldun mu ? Allah emeklerin zayi etmesin, ben isterdim ki senin bu hizmetinde bu­lunayım; ama takdir böyle imiş. Şimdi bir selâmet haberin müjdesini bek­liyorum ... istanbul‘un suyu ve havası bana hoş geldi; öyle ki gayet şişman kişi oldum. Benim canım helâlim, mektubumu? boş olmasın için şimdilik sana bir istanbul gömleği yolladım, ma‘zur olsun. Sonra ben gelende görelim ne müyesser olur ? Hak Taâlânm yanında aziz olasınız. Ben senden çok ra­zıyım, Rabbin de senden razı olsun. Cümlemizi firdevs-i âlâya götürsün, melek huylu, âlemin nuru hanım. Allah‘ın birliğine emanet olasınız, â-min ya Mu‘in,

Ve izzetli, muhabbetli, hakikatli, şefkatli, gayretli, edepli, helâlim Belkis Hatun‘a,

Selâmlar edip mübarek hal ve hatırın sual edip Huda‘ya emanet veri­riz. Benim ıyâz-ı hassım (içten dostum), benim pâk, arı tavırlı yosmam, benim derdimi, belâmı çeken emektarım. Keyfin nice, neylersin, ne halde­sin, ne demdesin? Bacılarınla hoş tatlı mısın? Hatırımiçin cümleye izzet, hizmet eder misin? Gülsün Hatun‘un (kızları) keyfince gider misin? Sana gene cefa eder mi? Benim yarim, benim Allahlık ehlim, gurbet elde seni unutmam. Sen benim gene evvelki ıyâz-ı hassımsın. Hiç gönlüne bir gam ve elem getirme, keyfini aç. AUahu Taâlâ mu‘inin olsun; sağ selâmet seni bana bağışlasın. Bir dahi dünya gözüyle görüşmek müyesser eylesin, âmin. İnşallahu Taâlâ ramazandan evvel gelende sizlere birer armağan getiririm; ama, şimdilik bir istanbul gömleği gönderilmiştir; Gülsün‘e de bir cici mest yollanmıştır. Hemen Allahu Taâlâ cümlenize can sağlığı ve gönül hoşluğu ihsan eylesin, âmin.

Ve izzetli, hürmetli, muhabbetli, hakikatli, hatırlı, gönüllü, hizmetli, sabırlı, ma‘rifetli, akıllı, gayretli, şefkatli, güzel yüzlü, şirin sözlü, melek huylu, çelebi kollu, nazik elli, ince belli, şirin yıldızlı, has odalığım, oğlum annesi, gönlüm canânesi, inci danesi, hatunum ve hanım küçük kadın Züleyha Hanım huzuruna,

Candan selâmlar ve gönülden dualar edip ol mülayim hatırın kat kat sual ederiz; Allah‘ın birliğine emanet veririz. Benim küçük kadınım, benim âşık paşam, benim gözüm, benim sırdaşım, benim dervişim, benim emek­tarım, ne keyftesin, ne haldesin, ne demdesin, neylersin, nişlersin, iyi misin, hoş musun? Allah, mu‘inin (yardımcın) olsun. Hak Taâlâ canına sağlık, gönlüne hoşluk versin. Tanrı seni bana bağışlasın; bir dahi dünya gözüyle görüşmek müyesser eylesin, âmin. Aceb cihanda senin gibi var mıdır? Zil-hem, Zilhem, o tatlı canın seveyim, o tatlı bakışların seveyim; hiç fikrimden gitmezsin, böylece ayan gönlümde durursun. Benim nazik âşıkım, senin için yollarda ve istanbul‘da besteler yazıyorum ve öğreniyorum ki inşallah gelende seninle ses sese verelim de türlü türlü besteler, güzel güzel kitaplar okuyalım,  Allahu Taâlâya âşık olalım,  safalar edelim.

Bir küçük kadın gördüm, hemen sana benzettim, selâm sabah ettim, sesi dahi sana benzerdi; senin hatırın için sokak ortasında ana yarenlik edip ahvalini sordum. Bir ihtiyar kocası varmış zindanda, ana ekmek götürür-müş. On kuruş borcunu vererek anı halâs edip sevabını sana bağışladım. Allahu Taâlâ senden razı olsun, zira ben senden yer gök dolusu razıyım. Allah Şeyh Osman‘ı (oğulları) bize bağışlasın, âmin ve cümle küçük kadınlar sana kurban olsun ve büyük kadınlar bacılarına kurban olsunlar. Benim hakkımda siz bana dünyalar değersiniz. Hak Taâlâ dördünüzü bana dünya­da bağışlasın ve ahirette firdevs-i âlâda dahi sizi bana versin, âmin ya Er-hamürrahimîn (ey esirgeyenlerin en esirgeyeni), dahi ben kimsenin fikrinde ve hayalinde değilim.

Bu muhabbetnamem boş gelmesin için her birinize birer bürüncük gömlek irsal olundu, şimdilik ma‘zur olsun. İnşallah yakın­da va‘demiz tamamında ağa efendimizden destur alırız ve gelip sizinle çer­mikte çimeriz; zira, bu çermiği sizin hevesinizle yaptırdım. İnşallah elime akça girerse camuş çermiğinde sizin için bir küçük kümbet yaparız. Siz gidende ol küçük çermiği yasağ edersiz. Tenha safayla çimer çıkar, pâk olursuz. Sizinle ol kadar çok sözlerim vardır ki bir ay yazsam tükenmez ...

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER