© Dini Haberler 2020

Diyanet meselesi

Nedim Şener, katılmış olduğu “FETÖ ile Mücadelede Neredeyiz?” konulu söyleşide bir kadın okuruyla aralarında geçen konuşmayı geçtiğimiz hafta “Diyanet uyuyor mu?” başlıklı yazısında kaleme aldı.

Nedim Şener, katılmış olduğu “FETÖ ile Mücadelede Neredeyiz?” konulu söyleşide bir kadın okuruyla aralarında geçen konuşmayı geçtiğimiz hafta “Diyanet uyuyor mu?” başlıklı yazısında kaleme aldı.

Okurunun “Biz, çocuklarımıza dinimizi öğrenmeleri için FETÖ gibi cemaatlere gönderiyoruz. Peki, biz dinimizi nasıl öğreneceğiz?” sorusuna verdiği cevap şöyle Şener’in;

“Elbette herkes inancını seçmek gibi nasıl öğreneceği, nasıl yaşayacağı konusunda özgürdür. Ben din âlimi değilim, yüzeysel bilgilere sahibim ama bir cevap vermem gerekiyordu. Hanımefendiye,’Dinimizi öğrenmek için elimizde olan tek kaynak Kur’an değil mi? Peki kutsal kitabı Arapça okumak, anlamıyorsanız Türkçe okuyup anlamak mümkün değil mi?’ dedim. Hazreti Muhammed vefatından önce 632 yılında Veda hutbesinde,“Ey müminler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah'ın kitabı Kuran-ı Kerim ve Peygamberin sünnetidir.”

Nedim Şener, gayet mantıklı ve mütevazi bir cevap vererek, din adına medyada önüne gelenin konuşmasından ve dinin adeta bir rant olarak görülmesinden şikayetçi olmuş ve “Diyanet İşleri Başkanlığı ne yapacak?” sorusunu yöneltmiş yazısında.

Şahsen, bir sosyal olgu olarak kaldığı sürece cemaatlere karşı değilim. İnsanlar, her alanda olduğu gibi din alanında da kendine yakın gördüğü kişi veya kuruluşlarla beraber olabilir. Bunun aksi demokrasiye aykırı bir tutum olur.

Burada sıkıntı oluşturan en büyük unsur; vatandaşın, din eksenli kişi ve kuruluşları sorgulamadan onlara tabi olmasıdır. Ayrıca cemaatlerin de bu durumu güçlenmek adına kullanması ve vatandaşlar arasında gruplaşmaya neden olması da sıkıntıyı arttıran unsurlardır. Bir anlamda son günlerde sıkça duyduğumuz; halkı kin ve düşmanlığa teşvik etmeleridir sorun.

Bir insanın din alanında yanlış veya doğruyu ayırabilmesi kolay olmayabilir. Özellikle temel bilgilere sahip değilse. Biz bugün hâlâ “cin çıkarmak” adına yaşanan taciz olaylarına tanık oluyoruz. Maalesef ki insanımız bu kadar uyarılara, bu kadar mağduriyetlere rağmen itibar edebiliyor din istismarcılarına…

Bizim milletimiz “DİN” adı altında istismar edilse dahi kişileri şikâyet etmek aklından dahi olumsuz bir düşünce geçirmekten imtina eder. Adeta itiraz ettiğinde çarpılacağını veya cezalandırılacağını düşünür.

Bu inanış, yıkmamız gereken en büyük tabularımızdandır. Bildiğiniz üzere, geçtiğimiz günlerde iki cemaat liderlerinin karşılıklı atışması gündeme gelmişti. Şahsen ben bu tarz tartışmaların gündeme gelmesinden rahatsız değilim. Çünkü bir cemaatin önderi olarak görülen kişiler genel olarak mensupları tarafından tartışılmaz olarak değerlendirilir ve yüceltilir. Bu tartışmalar bir nebze yüceltilen kişileri bir tık aşağıya taşıyarak onların da sıradan bir insan olduğunu göstermese açısından önemlidir.

Dindar olsun veya olmasın, insanların din alanında danışmak veya fetva sorma ihtiyacı çok doğaldır. Bugün, bir cemaate mensup kişi fetvasını Diyanet’e sormaz, cemaat liderine sorar. Diyanet’e genel olarak bir cemaate mensup olmayan vatandaşlarımız soru sorarlar. Diyanet’in tıkandığı bir yer de bu fetva meselesidir. Peki, bu hizmeti tamamen kaldırmak çözüm olabilir mi?

Kur’an-ı Kerimi Türkçe okuyarak kişilerin günlük yaşamlarındaki ihtiyaç duyduğu dini bilgileri öğrenmesi mümkün değildir. Birine detay olarak gelen bir mevzu diğerine göre hayatının en önemli konusu olabilir. Burada “Sen neden böyle bir soru soruyorsun?” diye yargılamak veya “Bu soruyu neden muhatap alıp cevap veriyorsun?” diye sorgulamak yerine sorunu kökten çözmenin yolunu bulmalıyız.

Geleneksel yorumlara yer vermesi sebebiyle Diyanet’in eleştirilmesi yerindedir, lâkin Kur’an ve Hadis çerçevesinde verdiği fetvalar hususunda eleştirilmesi haksızlıktır. Diyanet fetva vermese vatandaş mağdur olacak veya başka mercilere gidecek, fetva verse kendi mağdur olacak duruma gelmiştir.

Burada Diyanet’ten önce, din alanında insan yetiştiren İlahiyat Fakülteleri’nin konuşulması ve tartışılması çok daha mantıklıdır.

Diyanet’in din alanında boşluk bırakmamasını istiyorsak yıpratmaktan vaz geçmemiz gerekir. Eleştirelim ama saygınlığını korumasına da izin verelim. Tabi bu durumda Diyanet de kendisinin yıpratılmasına zemin hazırlamamalıdır.

Diyanet’in önceliği “vatandaş nezdinde güvenilir olmak” olmalıdır. Bundan bir iki yıl önce Doğulu bir Turizm şirketinin sahibi “Kürt vatandaşlar Umre veya hacca giderken özellikle Diyanet’i tercih ederler, devlete güvenirler çünkü. Bu Abdullah Öcalan’ın akrabaları için de böyledir, özel şirketleri tercih etmezler Diyanet’i tercih ederler.”demişti.

Diyanet’in varlığında ne olduğunu biliyoruz ama “Olmazsa ne olur?”u söyleyeyim. Bir camide imam olarak kedicikleri, bir başka camide imam olarak terör örgütü olarak adlandırdığımız oluşumları görebiliriz.

Bugün ister beğenelim ister beğenmeyelim Diyanet camilerimizin gruplaşmasına engel olan en büyük unsurdur. Örneğin; Almanya’da Türkler tarafından yapılan camiler hangi cemaate aitse diğer cemaatin mensupları orada namaz kılmayı reddetmektedir.  Çünkü cemaat mantığı özünden kopmuştur.  Fikir zenginliğinden, fikri kutuplaşmaya geçmiştir. Manevi güç yerine maddi gücün öncelendiği bir çerçeveye oturmuştur. 

Sevgili okurlarımız, Diyanetle ilgili yazım biraz uzun olduğundan bir kısmını yarına bırakacağım.

Ayşe Baykal

 

 

 

 

Diyanetliler Platformu  Grup sayfamıza katılmak için >>> TIKLAYINIZ

Dini Haberler Grup sayfamıza katılmak için >>> TIKLAYINIZ

Diyanet Duyurular Sayfamız için TIKLAYINIZ

 

İlginizi Çekebilir

Tesettürden vazgeçme

Genç Dergisi medyanın görmezden geldiği mütesettir kadınların hikayesini okuyucularına aktarıyor.

Metaverse “intibak” sağlanabilecek bir ortam mıdır?

Manisa İl Müftülüğü “metaverse” konusunda aceleci sonuçlara varmış!

Türkiye'yi ayağa kaldıracak gelişme! Hepsi işin içindeymiş

Sabah gazetesi yazarı Dilek Güngör, TL'ye erişmekte zorlanan Londralı bankaların, Türkiye'de iş yapan bazı şirketleri paravan olarak kullandığını, Türk şirketlerin buradan TL krediyi çekip, Londra'daki bankaya taşıdıklarını ya da dolar hesaplarını TL'ye çevirtip, Londra'da mevduat hesabı açtıklarını hatırlattı. "Londra'da bire 10 faizi alan bizim şirketler bu alışverişten memnundu. Fakat Londra'ya ulaştırdıkları TL'ler sonra Türkiye'de spekülatif işlemlerde kullanılıyordu" diyen Güngör, "Yine mi Brütüsler!" başlıklı yazısında, "Son dönemde bizim Brütüs'lerin (yine aynı isimler) o çetelere her an kullanacakları TL'yi park etmeye başladığını duyuyorum. Hem de öyle az buz rakamlar değil… Şirketler arasında Türkiye'nin dev holdinglerini mi ararsınız, gıdacılarını mı, limancılarını mı, inşaatçılarını mı… Büyükler 500'er milyon TL'nin üzerinde parayı göndermişler. Biraz daha küçükler 250'şer milyon TL" ifadelerini kullandı.

Yazarlarımızdan Abdullatif Acar'ın Yeni Kitabı Çıktı

Huzur ve saadete ulaşmak her insanın en öncelikli hedeflerindendir. Ancak her nedense bunu hep yanlış yerlerde arıyoruz. Nefsimizin doyumsuz arzuları, şeytanın telkinleri, heva ve hevesimiz bizi yanıltıyor. Anlık düşünüyor ve karar veriyoruz.

Robert Kolej’den Boğaziçi’ne .... -II

Boğaziçi tartışmalarından yola çıkılarak kültürel iktidarın serencamını görmek mümkün…

Robert Kolej’den Boğaziçi’ne Türkiye’de üniversitenin misyonu

Boğaziçi Üniversitesi tartışmalarını anlamak için biraz geçmişe gitmek gerekebilir…

TÜM HABERLER